Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

27 Mayıs 2012 Pazar

Uyutulduk… Vallah’i uyuşturulduk…


Yaklaşık 1400 küsür yıl önce bir Peygamber gönderildi… İnsanları ‘tevhid’e hanif İbrahim’in dinine çağırıyordu. Bu dinin tabiatı gereği insanları Allah’a teslim olmaya davet ediyordu. Teslim olmak! İlk etapta basit ve belki anlamsız bir kelime.. Ama hayır!! Bu teslimiyet Bilal’i kölelikten özgürlüğe, Hamza’yı şarhoşluktan İslam aydınlığa çıkarıyordu… Kadınları hür irade sahibi yapıyordu.. Hasılı hayatın tüm alanlarında devrimler gerçekleştiriyordu ve ard arda… Zorluk ve sıkıntılar vardı ama özgür bir ruh vardı tutsak bedenlerde…

Şöyle bir Hz. Hamza’ya gidelim;
Devamını oku...

Allâme Şevkânî'nin Mezhep Taklitçilerine Red Kasidesi


(يَا ناقداً لمقال لَيْسَ يفهمهُ ... من لَيْسَ يفهم قل لي كَيفَ تنتقد)

Ey tenkid eden kişi, anlamadan her sözü,
Söyle anlamaksızın nasıl tenkid edersin?

(يَا صاعدا فِي وعور ضَاقَ مَسْلَكُها ... أيصعد الوعر من فِي السهل يرتعد؟)

Ey sen çıkmak isteyen, o çok yükseklere,
... Dar, korkulu yerlerden öyle nasıl geçersin?

Devamını oku...

DARUL-İSLAM ve DARUL-KÜFÜR (harp)


Dar kavramı üzerine selef ve halef âlimlerinin birçok görüşü vardır. Ancak yazımızın hemen girişinde belirtmekte fayda vardır ki, İslam âlimlerinin nakillerini bütünüyle uzun uzadıya aktarmak aslen bize pek bir fayda sağlamayacaktır. Zira mürted olan ya da Müslümanlara karşı harp eden kâfirlerin kanları ve malları nerede olsa helaldir. Bu hususta üzerinde yaşanılan toprak parçasının Darul-Harb ya da Darul İslam olmasında bir fark yoktur.

İmam Şevkani şöyle demektedir: “Bilinmesi gerekir ki, daru’l-Harb ya da daru’l-İslam bahsinin pek bir faydası yoktur. Zira kâfirin malı ve kanı her halükarda helaldir.” Seylu-l Cerrar, 4/575
Devamını oku...

Peygamber'e İman Etmenin Gereksiz Olduğunu İddia Edenlre cevap!

1- Peygamber (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’in Mü’minler İçin Allah’ın Büyük Bir Lütfu Olduğunu İfade Eden Ayetler;

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ

“And olsun ki, Allah mü’minlere büyük bir lütufta bulundu; zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara , kendi içlerinden, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderdi.” (Al-i İmran 164; bkz: Cum'a 2)
Devamını oku...

Demokrasi Bir Dindir!!


Bilindiği üzere bu habis kelimenin aslı Yunanca olup Demos (halk) ve Kratos yani yönetim, yetki ve
yasama anlamına gelen iki kelimenin birleşmesinden meydana
gelmektedir. Dolayısı ile demokrasi kelimesinin tercümesi, harfiyen halkın idaresi halkın otoritesi ya da Halkın yasama yetkisi anlamına gelmektedir.


Demokrasinin halkın egemenliğine dayandığına dair bu tanım demokratlara göre onun en büyük özelliklerindendir. İşte bundan dolayı da devamlı, demokrasiyi övüp dururlar. Ancak bilinmelidir ki, onların övüp durdukları bu özellik (yani demokrasilerde egemenliğin insana ait olması) küfrün, şirkin,
Devamını oku...

Vela ve Bera- İslama Göre Dost ve Düşman.


Yüce Allah kafir ve müşriklere karşı düşmanlık beslemeyi vacip, onlarla dostluk kurmayı ise haram kılmış ve bu konuda oldukça sert hükümler koymuştur. Öyle ki, yüce Allah'ın kitabında, tevhid'den sonra hakkında en çok hüküm ve açıklama bulunan konu budur.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:


"Onlara: 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın!' denildiği zaman: 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler."


(Bakara: 2/11)


Devamını oku...

Cehalet Mazeret mi?


“Görülen hal odur ki, insanların çoğu kötülüklerden, emir ve yasaklardan habersiz halde yaşamaktadırlar, farkında olarak veya olmayarak, kendilerini tehlikeye atmaktadırlar. Onun içindir ki, bir mümin için cehalet mazeret değildir.” Ebu Yusuf Mihdat B. El-Hasan Ali Ferrac’ın İslam Hukuku Açısından Cehalet adlı eserinden esinlenerek hazırlanan bir kısım özettir.
1. Bölüm:
NEBEVİ HÜCCETİN İKAMESİNDEN ÖNCE CEHALET DURUMUNA RAĞMEN ŞİRK SIFATININ GEÇERLİ OLDUĞUNA DAİR DELİLER
Devamını oku...

İslamda Partiçilik Yoktur!


İslam’da particilik yoktur, destekleyen kafirdir. Çünkü partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokrasi İslam değil küfürdür. Allah demokrasiyi emretmemiştir, Rasulullah demokrasi ile idare etmemiştir.
Demokrasi İslam’la bağdaşmaz, hatta taban tabana zıttır. Demokraside hakimiyet milletin, İslam’da Allah’ındır ve demokraside çoğunluğun kararı geçerlidir, Allah’ın hükmü dikkate alınmaz. İslam’da Allah’ın hükmü geçerlidir, muhalif olanlar çoğunlukta olsa da dikkate alınmaz. Bu nedenle demokrasiyi reddetmek, düşman olmak, imanın gereğidir. Bunun açık delili olarak Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Her kim tağutu inkar ederse Allah’a iman etmiş olur”(Bakara 256)
Devamını oku...

Gayb nedir? Gayb üzerindeki sis perdesi ve Gayb konusunda insanların bilerek ya da cahilce Şirke düşmesi


Genel anlamda şöyle dinler tarihine baktığımızda açıkça göreceğiz ki; dinleri yine din adamları tahrif etmiştir! Doğru ya başka kim tahrif edebilir ki?

Din adamları kimi zaman tağutlara yaranmak maksadı ile dalkavukluk yaparken kimi  zaman  cahil halk tabakalarını kendi hegomanyasına almak için dini tekeline alır kimi zaman da ‘dini siz bilmezsiniz ancak biz alimler biliriz’ deyip kendine uyan insanları aptallaştırıp eşekleşmiş bir din empoze ederler…

Gayb konusuna gelince; burda oynanan oyun bundan farksızdır ve apaçık Kur’an’nın tahrifidir!
Devamını oku...

Mezheb Taasubu...


Gerçek Hamd Allâh’adır. O’na hamdeder ve O’ndan istiânede bulunuruz. Kimi Allah hidayet erdirirse, onu dalalete düşürecek kimse yoktur. Kimi de dalalete düşürürse, onu hidayete erdirecek kimse yoktur.Şehadet ederim ki; bir Allah’tan başka ilah yoktur, ilah yalnız O’dur; O’nun  ortağı yoktur ve (yine şehadet) ederim ki Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun kulu ve Rasulü’dür." Sonsuz kudretiyle âlemleri yoktan var eden Yüce Rabbimize hamd-u senâlar olsun. O'nun yüceliği karşısın da saygıyla eğilir, O'na kul olduğumuzu ikrar, acziyetimizi itiraf ederiz. Salât ve Selâm, Kainâtın Efendisi, insanlığı en doğru yola ileten rehber,rahmet Peygamberi Efendimize, O'nun hânesine ve ashâbına, Kur'an ve Sünnetin önüne hiç birşey geçirmeyen, selefin metoduyla, fehmiyle ilerleyen müjdelenmiş garip  muvahhidlerin üzerine olsun.

Devamını oku...

Müslümanı tekfir eden kafir olur.


 Allah rasulu buyurdu;’’ her kim kardeşine ‘’kafir’’ derse, bu söz nedeniyle küfür, ikisinden birine döner. Eger o kimse dediği gibi kafir ise problem yoktur. Ancak o şahıs kafir değilse söz kendisine döner’’ (Müslim, iman bölümü)
‘’müslüman bir kişi kendisi gibi müslüman olan birini tekfir ederse eğer o kişi kafir ise ne ala, şayet kafir değilse tekfir eden kişi kafir olur’’(Ebu davud)
Ancak bu hadisleri istismarcılar sırf islamı çarpıtmak için direk almışlar ve artık tüm müşrikleri müslüman kefesine koyup mümin-kafir saflarının karışmasına ve akidede bulanıklığın oluşmasına sebebiyet vermişler inşaallah şimdi meselenin aslını izah edelim;
İlk olarak şu muhakkakki kişi kendi davasının eri olan bir müslümanı tekfir etmesi kadar kötü ve acı bir şey yoktur o bakımdan tekfirde temkinli olmak en doğrusudur. Ancak bu temkin insanı müşriklerin şirkini görmezden gelmemize sebebiyet vermemeli.
Devamını oku...

Duadan Sora inşaAllah demek?


Hamd kendisinden başka İlah olmayan, rahman, rahim, din gününün meliki olan Allah’adır. O, tagutu red edip iman edenlere cenneti müjdeler. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden Ona sığınırız.
Allah kime hidayet ederse onu hiç kimse saptıramaz. Kimi de saptı-rırsa ona da kimse hidayet veremez.… Salat ve selam kendisinden sonra nebi gelmeyecek olan peygamberedir…

Dua kişinin Allah’a karşı zelilliğini bilip ve bunu Allah’a bildirmesi böylece İhtiyaçlarını karşılaması için ona niyazda bulunması ve aynı şekilde ondan af dilemesidir.. muhakkak ki; Dua ibadetin anası özüdür.
De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? …..‘’(Furkan 77)
Devamını oku...

Mekke müşrikleri ve Günümüz Sözde Müslümaları ile Nekadar Benzeşiyor!


Mekke müşriklerinin özellikleri
1- "Lailaheillallah" der ve ekleme yaparlardı. (günümüz sözde müslümanların söz ile olmasa da uygulamada yaptıkları eklemeler gibi... mesela, şirk işlemeleri tağut'a muhakeme olmaları ve seçimlere katılıp sözde özgürlük vaad eden rab'ler seçmeleri gibi)
2- Namaz kılarlardı.
3- Oruç tutarlardı.
4- Hac ederlerdi.
5- Fakirleri doyurur infak ederlerdi(zekat'ın bir benzeri)
6.Hac etmeye gelenlere hizmet edip güvenliklerini sağlar ve ikramda bulunurlardı.
7- Allah adına yemin ederlerdi.
8- Kurban keserlerdi
9- Faizi kötü görürlerdi...
Devamını oku...

Namaz Kıldırma Memurları -İmamlar-Ne Yapar?


Namaz kıldırma memurları olarak görev yapan kıldırkaç imamların şehvetle Cumhuriyet Bayramını kutlamalarının anlamı ne?!

Laik bir devlet Camileri neden açık tutsun ki? Mmmmm… yoksa islama olan büyük aşkından dolayı mı? Yok yok hiç biri…

Diyanet dediğimiz laik devletin resmi kurumu aslında İslama ihanet etmiş hiyanet müessesidir. Lakin bu kurum utanmasa açık açık T.C devletini Hz. Muhammed’in kurmuş olduğu islam devletinin devamı olduğunu söyleyecek. Evet diyanetin, bu pişkinliği bir gün yapmasına da doğrusu hiç şaşırmam.

Devamını oku...

İLAH



Şirki ve tevhidi tam değerlendirmek için iyi bilinmesi gereken kavramlardan biri de "ilâh" kavramıdır. Bu kavram iyi bilinmeden şirk de yeterince anlaşılmaz. Tevhid kelimesinin içinde yer alan bu kavram, iman ile şirk (ortak koşma) arasındaki farkı ortaya koyar. Sözlük anlamı; ısınmak, alışmak, birisine aşırı sevgi ile yönelinen, kulluk edilen, mâbud haline getirilen, alışılan, düşkün olunan demektir. Kendisinden türediği 'elihe' fiili; yönelmek, düşkün olmak, kulluk yapmak, örtmek, gizlemek, alışmak gibi anlamlara gelmektedir.
Kavram olarak; "kendisine ibâdet edilen, mâbud sayılan her şey, her şeyden çok sevilen, ta'zim edilen kutsal varlık" anlamında kullanılmaktadır. Tapınılan, kendisine ibâdet edilen, üstün sayılan bütün mâbudların ortak adı "ilâh"tır. Türkçede bunu "tanrı" kelimesi ile karşılarız. İslâmî istılahta ilâh; tapınılan, kendisine ibâdet edilen demektir. İlâh; ibâdet edilmeye lâyık, yani kudret ve kuvveti önünde huşû ile boyun eğip ibâdet ve itaat etme gereği duyulan, herşeyin O'na muhtaç olduğu bir varlık demektir. İlâh kelimesi, gizlilik ve esrârengizlik mânâlarına da gelir ki, böylece ilâh, görülmez ve ulaşılmaz bir varlıktır. İlâh, İslâmî ıstılahta şu anlamlara gelir: "Otorite sahibi, kanun koyan, ibâdet edilen, rızık veren, hesaba çeken, kendisine ihtiyaç duyulan." İlâhlık ve otorite birbirini gerektirir. İlâh denildiğinde, aklımıza, hayatımız için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen ve kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibi Allah (c.c.) gelmelidir.

Devamını oku...

RABB


Yüce Allah'ın güzel isimlerinden biri. Sözlükte "Rabb" kelimesi mâlik, yaratıcı, sâhip, bir şeyi ıslâh eden, terbiye eden, efendi anlamlarını ifade etmektedir.
İbnul-Enbârî'ye göre Rabblık, yani bir şeyin Rabbi olmak üç mânâya gelir:
1. Mâlik olmak; yani tasarrufu, kudreti altında bulunan her şeyin yegane sahibi ve idarecisi olmak. İşte sadece o Rabb, bütün onların sahibi, yöneticisi ve istediği gibi, ilmine ve iradesine uygun olarak tasarrufta bulunandır.
2. Kendine itaat edilecek, boyun eğilecek efendi anlamını da ifade eden Rabb, Kur'an-ı Kerim'deki "Mevlâ" kelimesiyle eş anlamlıdır. Yine o Rabb, kendisine itaat edilecek, emirlerine uyu-lup, yasaklarından uzak durulacak yegâne, tek efendi anlamına da gelir.
Devamını oku...

İbadet



Kelime anlamı itaat etmek, boyun eğmek, tapmak, kulluk etmek, küçüklüğünü kabul etmek demektir. Şer'i anlamı ise, Allah'ın sevdiği, emrettiği, kabul ettiği ve razı olduğu bütün gizli-açık amel ve sözlerdir. Bunlardan bazıları; iman, islam, ihsan, dua, korkmak, umut etmek, tevekkül etmek, ummak, gönülden saygı duymak, yönelmek, yardım istemek, sığınmak, yardımına çağırmak, kurban kesmek, adak adamak, ilah olarak yalnızca Allah'ı tanımak, Allah'ın hükmüne teslimiyet göstermek, Allah için sevip Allah için buğzetmek, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, hacca gitmek, tavaf etmek, tevbe-istiğfar etmek vs. dir. (Muhammed b. Abdulvehhab, Tevhid, s.f 80, Tevhid Yayınları)
Devamını oku...

Din



Kıyamet'te herkese dünyada yaptıklarının karşılığının verilmesi, "Eğer siz ceza görmeyecek (din kökünden: "Medînin") olsaydınız..." (el-Vâkıa, 56/86) âyetinde olduğu gibi "iyi ya da kötü karşılık" anlamında; şâirin, "Ebediyyen onun da benim de "din''im bu mudur?" sözünde olduğu gibi "âdet ve alışkanlık" anlamında;
"Filan kimseler kurallara boyun eğmezler (lâ yedinûne)" denirken ve hadis-i şerifte geçen: "Akıllı kişi nefsine hâkim olandır (dâne)" şeklindeki kullanımında "itâat, zillet ve bağlılık, üstünlük sağlamak, galip gelmek" anlamlarında; başkalarını idare etmek üzere görevlendirilen birisinden: "Deyyentuhu'l-kavme" diye söz edilirken de "Egemenlik, mülk, hüküm (yönetim, yargı), gidiş, idare" anlamında kullanılmaktadır.
Ayrıca: "Tevhid; Allah'a ibadetin her türlüsü: yalın manasıyla millet; verâ ve vasiyet; bir şeye zorlanmak; aziz veya zelil olmak; itaat etmek; asi olmak; iyi ya da kötü bir şeyi alışkanlık haline getirmek anlamına gelmektedir. (el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü'l-Muhît, Beyrut 1407/1987, s. 1546; Ebu'l-Hasen İbn Sîde, el-Muhassas, Beyrut (t.y.), XVII, s. 155-156; Ebu'l-Beka, el-Külliyyât, Âmira 1287, s. 327; Şehristânî, el-Milel ve'n-Nihâl, Beyrut 1395/1975, I, s. 38; Ebu'l-A'lâ el-Mevdûdî, Kur'an'a Göre Dört Terim, "Din" Bahsi; Aynı Müellif, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, Çev: Dr. N. Ahmed Asrar, Ankara 1983, t, s. 300 vd.)
Arapça bir kelime olarak "dal, ye, nûn" harflerinden meydana gelen din sözcüğü, söyleyiş şekli değişmeksizin Türkçe'ye girmiştir. Kelime, gerek İslâm öncesi Arapça'sında gerekse Kur'ân ve Sünnet'te oldukça yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Bunun tabiî bir sonucu olarak da din sözcüğü İslâm tarihi boyunca, bütün çeşitliliğiyle ve farklı oranlarda yoğun olarak, kaynaklarda, ilmî ve edebî eserlerde, sözlü ve yazılı anlatımda, İslâmî ilimlerin anahtar terimlerinin en başında yer almıştır.
Aynı kökten gelen ve Yüce Allah'ın sıfatı ya da ismi olarak kullanılan "ed-Deyyân", yapılan işlerin karşılığını veren, kahreden, yani istediğine zorlayan, egemen, hikmetle yöneten, hesaba çeken, hiçbir ameli karşılıksız bırakmayıp hayra da şerre de karşılık veren demektir. İbn Sîde, a.g.e. XIII, 155; el-Fîrûzâbâdî, a.y.; Mecdü'd-Dîn İbnu'l-Esîr, en-Nihâye fi Garîbi'l-Hadis, Beyrut 1399/1979, II, 148)
"Mütedeyyin" ise, Allah'ın dinine teslim olan, itaatkâr, öldükten sonra hesap ve cezaya inanan kimse demektir. (Şehristânî, a.g.e., I, 38)
Istılah Olarak Dinin Anlamı: "Yüce Allah'ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümler" anlamındadır. Bu anlamıyla din hem inanç konularını hem de amelî konuları kapsamaktadır. Her peygamberin getirdiği "millet" hakkında da kullanılabilir. Allah'tan geldiği için (Allah'ın dini şeklinde) Allah'a; Peygamber tarafından tebliğ edildiği için (Peygamber'in dini şeklinde) peygambere; ona uyup bağlandıkları için de meselâ "Müslümanların dini" şeklinde ümmete izafe edilebilir. (Râgıp el-Isfâhânî, el-Müfredat fî Garîbi'l-Kur'an, Kahire 1381/1961 s. I 74; Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti'l-Fünûn, Kalkutta 1862'den İstanbul 1404/1984 tıpkı basım, I, 503)
İbn Teymiyye de terim olarak "din"i şöyle açıklamaktadır: "İslâm, İman, İhsân diye ifade edilen her üç kademe, "din"in kapsamı içerisindedir. Çünkü sahih hadiste de belirtildiği gibi Hz. Cebrail gelip bu konularda soru sorarak cevaplarını aldıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "O, Cebrail'di. Size dininizi öğretmek üzere gelmiştir. Böylece o, bunların hepsinin "din"inizin kapsamına girdiğini açıklamış oluyor. " Din ile Allah'a itaat ve ibadet ettiği için "Allah'ın dini" denilir. Kula izafe edilmesinin sebebi ise itaat edenin o olmasıdır." (Mecmû'u Fetâvâ İbn Teymiyye, XV, 158)
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi; "din", ıstılah olarak tanıtılmak istenince; genelde "hak din" ve "son din" olan İslâm tanıtılmak istenmiştir. Bunun en önemli sebebi olarak Allah katında geçerli tek din'in İslâm olması (Ali İmrân, 3/19, 85) gösterilebilir.
Bu tariflerden anlaşıldığı üzere hak din'in diğer bir ifade ile "İslâm"ın temel birtakım özellikleri vardır:
İslâm dini ile İslâm şerîatı aynı şeylerdir. Dolayısıyla İslâm dışı bütün dinler birer şerîat ve her şerîat da bir dindir; ancak bunlar Allah katında makbul değildirler.
Din, irade sahibi akıllıları muhatap alır.
Din, Allah tarafından insanların faydasına konulmuştur. Allah tarafından konulmamış bir din kabul edilmez.
Din, insanı dünya ve Âhiret'te kurtuluşa götürür. Dolayısıyla bunu gerçekleştiremeyen dinler, Allah'ın kulları için öngördüğü din olamaz. Yalnız dünyaya yönelik tez ve düzenlere sözlük manâsı itibariyle "din" demek mümkündür. Ancak, bunların Âhireti hesaba katmamaları, yani laikliği veya materyalizmi esas almaları daha ilk adımda Allah'ın dininden uzaklaşmalarını kaçınılmaz kılmaktadır. Dünyayı tümüyle hesaba katmayan salt ruhânî ve dar ibadet kalıplarını aşmayan "ruhbanlık" türü yaklaşımlar da "hak din" olamaz.
Din, "teslimiyet"i, "iman"ı ve "ihsan"ı birlikte içerir. Dolayısıyla Hak Din'de insanlar bütün kâinatın boyun eğdiği, gökteki ve yerdeki her şeyin teslim olduğu Allah'a teslim olurlar. (Âli İmrân, 3/83) Bu dinde müminler kâinatın kendisine teslim olduğu gerçek Rabb ve İlâh olan Allah'ın bildirdiği gayb'a inanılmasını emrettiği şeylere iman ederler; bu imanlarının gereği olarak hayatlarını Allah'ın şerîatına göre düzenleyerek teslimiyetlerini ifade ederken, kendileri Allah'ı görmeseler dahi, Allah'ın kendilerini görmekte olduğu şuuru ile Rab'lerine ibadet ederler.
Kur'ân-ı Kerîm'de "Dîn": Din'in terim manası bu olmakla birlikte Kur'ân ve Sünnet'te kelimenin kullanılmasını tetkik ettiğimiz takdirde, sözlük anlamlarının birçoğunu da kapsayacak şekilde ele alındığını kolayca tespit edebiliriz.
"Borç" anlamına gelen ve "din" kelimesi ile aynı harflerden oluşan "deyn" kelimesini ve onun türevlerini bir kenara bırakacak olursak; "din" ve türevleri Kur'ân-ı Kerîm'de: doksanbeş defa tekrarlanmaktadır.
"Din" kelimesinin çeşitli şekillerde yer aldığı âyet-i kerimeleri, manalarına göre bir sınıflandırmaya tabi tutarsak:
Mutlak Olarak Din: İtaat, Boyun Eğme, İbadet: 2/193; 3/5, 24, 73, 85; 7/29; 8/39; 9/29, 33, 16/52; 29/65; 30/30; 39/2, 3, 11; 40/14, 65; 42/13; 48/28; 61/9; 98/5.
Kıyamet ve Ceza (Karşılık) Günü: 1/4; 15/35; 24/25; 26/82; 37/20; 38/53, 78; 51/6,12; 56/56, 86; 70/26; 74/46; 82/9,15,17,18; 83/11; 95/7.
Allâh'ın Dini, İslâm, Tevhîd: 2/132, 193, 217, 259; 3/5, 19, 83; 4/46, 146; 5/3, 54, 57; 6/161; 7/29; 8/39, 49, 72; 9/11,12;19/29, 33, 36, 122; 10/22, 104, 105; 12/40; 16/52; 22/78;24/55; 29/65; 30/30, 43; 31/32; 33/5; 39/2, 3, 11, 14; 40/14, 65; 42/13, 21; 48/28; 60/8, 9; 61/9; 98/5; 107/1 ; 110/2; 109/6.
Kanun, Hüküm, Şerîat: 2/217; 3/73; 12/76; 22/78; 24/2; 40/26; 42/13, 21; 49/16; 98/5;107/1;109/6.
Kur'ân-ı Kerîm'de bu kelimenin hangi manalarda kullanıldığını örnekleriyle açıklamaya çalışalım:
el-İsfâhânî, din'i: "İtaat, ceza (karşılık) demek olup şerîat hakkında istiâre yoluyla kullanılmıştır. Din, mana itibariyle millet'e benzemekle birlikte, şerîata bağlılık ve itaat demektir" diye tarif ettikten sonra, çeşitli manalarına örnek olmak üzere birtakım âyetleri kaydetmektedir.
Ona göre, Ali İmrân 19 ve en-Nisâ 125. âyetlerindeki "din" kelimesi "itaat" anlamınadır. "Ey kitab ehli! Dinlerinizde aşırılığa gitmeyin." (en-Nisâ 4/125) buyruğu ise, dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olan İslâm Dini'ne uymak için bir teşviktir. el-Bakara sûresinin "Din'de zorlama olmayacağını" hükme bağlayan âyet-i kerimesinde de (2/256) maksat "itaat"tir; Çünkü dîne bağlılık ancak "ihlâs" ile olabilir. "İhlâs" ile "zorlama" ise, birbirine aykırı hallerdir. Âli İmrân sûresi, 83. âyetinde yer alan: "Onlar, Allah'ın Dini'nden başkasını mı arıyorlar?" buyruğundaki "din"den kasıt ise İslâm'dır. Sad, 38/85, el-Feth, 48/28, es-Saf, 61/9, et-Tevbe, 9/29, en-Nisâ, 4/125 âyetlerinde de aynı şekilde "İslâm" kastedilmektedir.
Vâkıa, 56/86. âyette geçen "Medînîn" kelimesi, "amellere karşılık" manasınadır. (Rağıb el-Isfâhânî, el-Müfredat, 175)
Dâmeganî'ye göre "din", Kur'ân-ı Kerim'de şu anlamlarda kullanılmıştır:
1. Tevhîd: "Allah katında yegane geçerli olan din İslâm'dır." Âli İmrân, 3/19 âyetinde bu anlamda kullanılmıştır. Ez-Zümer, 39/2, er-Rum, 30/30 ve Lokman, 31/32. âyetleri de aynı anlamdadır.
2. Hesap: "Onlar din (Hesap) gününü yalanlarlar" el-Mudaffifin, 83/11, es-Saffat, 37/53, ve el-Vakıa, 56/86'da olduğu gibi.
3. Hüküm ve Yargı: Yusuf, 12/76'de "Melik'in dîni"; "Melik'in hüküm ve yargısı" demektir. en-Nur, 24/2'de "Allah'ın Dini" buyruğu da Allah'ın hüküm, yargı ve kanunu manasındadır.
4. Bizzat dinin (yani hayatın her alanında kabul edilen inanç, egemen düzen, kişisel ve toplumsal ilişkiler, eşya ve kâinat münasebetleri, değer yargıları v.s.'nin) kendisi.
Eksiksiz ve tam haliyle Allah'ın dini, İslâm: et-Tevbe 9/33,es-Saf 61/9, el-Feth. 48/28'de olduğu gibi.
5. Millet: el-Bey'yine, 98/5'de olduğu gibi. (el-Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmeğanî, Kâmusu'l-Kur'ân, Beyrut 1983, 178-179)
Mevdûdî, Kur'ân-ı Kerim'de "din" kelimesinin anlamına ayırdığı incelemesinde şunları söylüyor: "...Bu bakımdan "din" kelimesinin "Kur'ân-ı Kerim'de eksiksiz bir düzeni ifade ettiği görülür. Söz konusu bu düzen şu dört unsurdan meydana gelir:
1. Hâkimiyet ve yüce egemenlik.
2. Bu yüksek egemenlik ve hâkimiyete itaat edip boyun eğmek.
3. Bu hâkimiyetin otoritesi altında meydana gelen fikrî ve amelî düzen.
4. Bu düzene uymaya ve ihlâsla bağlanmaya karşı bu yüce egemenliğin verdiği mükâfat veya karşı gelmek halinde isyan etmeye verdiği ceza."
(Mevdûdî, Kur'ân'a göre Dört Terim, s. 103)
İslâm: İlâhî düzen ve ulûhiyet tektir, şu halde kulluk da tek yeredir. Bu uluhiyete teslim olduktan sonra, insanoğlunun ne ruhunda ne de dış hayatında Allah'ın hükümranlığından başka bir şeyin eseri kalmaz. Uluhiyet tektir, öyleyse tek bir cihet vardır, tek bir akide vardır: Allah'ın rızasına uygun olarak kullarından kabul ettiği akîde, yani açık, berrak ve halis tevhid akîdesi ki, o da Allah indinde din olan İslâm'dır.
O İslâm ki, yalnız dâva, yalnız dirayet, yalnız dille ifade edilen söz, yalnız kalpte cereyan eden tasavvur, yalnız şahısların namazda, hacda, oruçta eda ettikleri vecibelerden ibaret değildir. İslâm, teslimiyettir, itaat ve tabiiyettir, Allah'ın kitabının kulların hayatına hâkim olmasıdır. Bugün 'biz müslümanız' deyip de Allah'ın kitabı ile hükmetmeye çağırıldıkları zaman ondan yüz çevirip arkalarını dönenler de ehl-i kitab'a benzemektedirler. Zira onlar da dîni insanların günlük hayatına, ekonomik, sosyal, hatta ailevî ilişkilerine sokmayı lüzumsuz sayarlar. Bunlar, ileri sürdükleri bu iddialar ile birlikte müslüman olduklarını söylemekten de geri kalmazlar. Hiçbir dînî esasa dayanmayan bu gaflet ile ehl-i kitab'ın ileri sürdüğü zan ve iddiaların farkı yoktur. Her iki grup da dînî esaslardan sıyrılmakta farksızdırlar. Halbuki bu dînin birtakım ayırıcı özellikleri vardır ki, onlar olmayınca din de olmaz: Allah'ın şerîatına itaat, Allah'ın Rasûlü'ne uyma, Kitabullah'ın ahkâmına teslimiyet. İşte tevhîd akidesinin gerçeği bunlardır. Ayrıca din, beşer hayatının tanzimi için teşrîi kanunları da tazammun eder. Dînin gayesi sadece ahlâkı güzelleştirmekten, vicdanî şuuru uyandırmaktan, ibadet ve inançtan ibaret değildir. Böyle bir din olamaz. Din, Allah'ın insanoğlu için tespit ettiği bir hayat programıdır, insan hayatını yaratıcının yoluna bağlayan ve Allah'ın kudret eliyle çizilen bir hayat nizamıdır. Allah'ın dinine iman eden müslüman, Allah'tan bu dinin şahitliğini talep eder. Bu dine, insanların açıkça göreceği ve onlara güzel bir örnek teşkil edecek tarzda hakkıyla bağlanmalıdır. Kâinatta mevcut olan diğer bütün nizamlara ve teşkilâtlara karşı bu dinin üstünlüğüne ve yüceliğine iman etmeli, kendi nefsini, meselesini ve hayatını canlı bir şekilde Allah'ın çizdiği bu programa tahsis etmelidir. Onlar, cemiyet ve ferdin dayanağını Allah'ın kudret elinden çıkan o yüce programa oturtmayıp, böyle bir cemiyet meydana getirmedikçe şahit olamazlar. Müminler İlâhî programı tahakkuk ettirmeye mecburdurlar. İşte bu, Allah yolunda ölümün, yani ilâhî dinin ortaya koyduğu ve bizzat yaşamaktan daha hayırlı telakki ettiği şehadetin ta kendisidir... Müslüman olduğunu iddia eden her insan üzerine, "Bizi Şahit olanlarla beraber yaz." niyazı (Âli İmrân, 3/53) Allah ile akdedilen bir bey'attır. Her mümin dînî bir hayatın ihyası ve toplumun huzur ve refahı arzusuyla bu ilahi nizamı gerçekleştirmek için cihad etmek zorundadır. Bunu yapmıyorsa ya şehadetinde yalancıdır veya bu dinin gaye edindiği şehadetin zıddını yapmak gayretindedir. Mü'min olduklarını iddia ettikleri halde, insanları Allah'ın dininden uzaklaştıranların vay haline!
İşte bütün bu manâlarla İslâm Allah katında yegane dindir. Bütün peygamberlerin Allah'tan getirmiş oldukları en üstün nizamdır. Yüce Allah, insanları kullara ibadetten kurtarıp Allah'a ibadet ettirmek için peygamberleri vasıtasıyla bu dini göndermiştir. Allah şahittir ki, bundan yüz çevirenler müslüman değildirler. "Allah indinde hak din, İslâm'dır. "
Hiç şüphe yok ki, Allah'ın dini tektir. Bütün peygamberler o dini getirmişlerdir. İslâm'a sırt çevirenler bütün dinlere sırt çevirmekte ve Allah'ın ahidlerinin bütününe ihanet etmiş olmaktadırlar. İslâm ki, yeryüzünde -Allah'ın tek nizamıdır- mevcudatın temel kanunudur. Varlıklar dünyasında bütün canlıların dini aslında İslâm'dır.
Sünnet'te Din
Hadis-i şeriflerde de "din" kökünden türeyen kelimeler çeşitli tip ve anlamlarıyla kullanılmıştır. (Bk. el-Mu'cemu'l-Müfehres li Elgazi'l-Hadîs... II, 163 vd.; 165 vd.)
Hadis-i şeriflerde "din" kelimesi değişik anlamlarda kullanılmıştır:
1. Boyun eğmek, itaat ve ibadet etmek: "Akıllı kişi nefsine boyun eğdiren ve onu (Allah'a) ibadet ettirendir." (Tirmizî, Kıyame, 25; İbn Mâce, Zühd, 31) Bu hadis-i şerifde geçen "dâne"nin "hesaba çeken" manasına geldiği de söylenmiştir.
Hz. Peygamber'in: "Kureyş'ten, söyledikleri takdirde bütün Araplar'ın kendilerine boyun eğecekleri bir tek söz söylemelerini istiyorum." (Tirmizî, Tefsir, Sûre, 38, Bab 1; Ahmed b. Hanbel, I, 237) buyruğu da aynıdır.
2. İnanç ve ibadet: "Kureyş ve onlar gibi inanıp ibadet edenler (dâne, dinehum) Müzdelife'de vakfe yaparlardı." (Buhârî, Tefsir, Sûre 3, Bab 35; Müslim, Hac, 151) Yani bununla, dinlerine uygun hareket eden ve onlar gibi ibadet eden kimseler kastedilmektedir.
3. Hayır olsun, şer olsun karşılık:
"Nasıl davranırsan, öyle karşılık görürsün. " (Buhârî, Tefsir, Süre 1, Bab 1)
4. Kahretmek, mecbur etmek: Egemen ve hâkim Allah'ın "ed-Deyyan" ismi bu anlamdadır. (Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Garîbu'l-Hadis, Beyrut 1396/1976; Haydarabad, 1385/1966'dan tıpkı basım, III. 134-136; Mecdu'd-Din İbnu'l-Esîr, en-Nihâye -fi Garîbi'l-Hadîs, Beyrut 1399/1979, II, 148-149)
"Din"e yakın Kavramlar: Bundan önceki açıklamalardan "din"e yakın birtakım kavramların bulunduğu ve bunların da hem Kur'ân'da, hem Sünnet'te kavram olarak önemli bir yer tuttukları anlaşılmış olmalıdır. "Din" gibi oldukça önemli bir kavramın daha iyi anlaşılabilmesi için bu kavramlara da kısaca bir göz atmakta fayda görülmelidir:
Millet: Aslında yazdırmak anlamına gelen "imlâ"dan gelmektedir. İzlenen "belli yol" manasına da gelir. Peygamberler şerîatı ümmetlerine yazdırdıkları ve bu konuda peygamberler arasında ihtilaf olmadığından "şeriat" manasına kullanılmıştır:
"Küfür tek millettir." sözünde olduğu gibi 'bâtıl" hakkında da kullanılabilir. (Tehânevî, a.g.e., II, 1346) Fîrûzâbâdî, el-Kâmus'da: "Millet, şerîat veya din demektir." (s. 1367) derken, Râğıb el-Isfâhânî: Millet, anlamı itibariyle din'e benzemektedir. Aralarındaki fark şudur: Millet, ancak Peygamber'e izafe edilir:
"Atalarım İbrahim'in, İshak'ın, Yakub'un milletine uydum." (Yusuf 12/38) Millet kelimesi çoğunlukla peygamberlere izafe edilerek kullanılır.
"Allah'ın milleti", "Zeyd'in milleti" gibi terkipler yapılmaz. Millet, Âhiret'te Allah'ın mükafatını almak için peygamberler aracılığıyla gönderdiği şerîatın adıdır." der. (el-Isfahânî a.g.e., 471-472; Ebu'l-Bekâ, a.g.e., 327-328)
Şerîat: Şer', sözlükte suya giden yol demektir. "Şerîat" da aynı anlamdadır. İslâmî bir kavram olarak ise; Yüce Allah'ın koyduğu ve -ister bir amelin keyfiyeti ile ilgili olsun, ister itikadı ilgilendirsin- herhangi bir peygamberin ondan getirdiği hükümlerdir. Şerîat'a "din" ve "millet" adı verildiği de olur. Şerîat, kendisine itaat edilmesi bakımından "din"; dikte edilip yazılması bakımından "millet"; belirlenmiş bir yol olması bakımından da "Şer" ve Şerîat'tır. (et-Tehânevî, a.g.e., I, 759-760)
Ebu'l-Beka, "din" kelimesine yakın terimlere dair açıklamalarından sonra aralarındaki farka şöylece işaret etmektedir: "Çoğunlukla bu lâfızların biri diğerinin yerine kullanılabilmektedir. Bu bakımdan bunlar bizzat bir olmakla birlikte mana itibariyle birbirinden farklıdırlar. Çünkü Peygamber'den sabit olan özel yola uyulması açısından "tarîk" (yol); gereğince dinlenmesi, bağlanılması (iz'ân) gereği açısından "iman"; onu teslimiyetle kabul gereği açısından "İslâm"; ona bağlanmanın karşılığının verilmesi açısından "din"; dikte ettirilip yazılmacı ve etrafında toplanılması açısından "millet"; susayan kimseler onun tatlı suyundan gelip içtikleri için "şerîat"; bir diğer adı "en-Nâmûs" olan Cebrâil'in vahiy yoluyla onu getirmiş olması açısından da "en-Nâmûs" adı verilir." (Ebu'l-Bekâ, a.g.e., 327-328)
Din, Millet, Mezheb kelimeleri arasındaki farka gelince; Din Allah'a, Millet Rasul'e, Mezheb de Müctehide nisbet edilir. (Şerif el-Cürcânî, et-Tarifat. "Din " mad.)
Din Koyucu Kim Olabilir?: "Din" in sözlük anlamını göz önünde bulundurduğumuz takdirde, insanların ferd ya da toplum olarak uydukları düzen, benimsedikleri gidiş ve izledikleri yol gibi bir mana da ihtiva ettiğini görürüz. İzlenen bu yol ve benimsenen bu düzen yalnızca ferd sınırında kalmadığı gibi, dünya hayatını aşarak Âhiret'i de; insanlığın kendi aralarındaki ilişkileri de aşarak çevresindeki varlıklarla her türlü münasebetini etkilemektedir. Kendisinin ve başkalarının davranışlarını, tutum ve faaliyetlerini, konumlarını hem belirlemekte hem de bunları değerlendirmesini sağlayan değerleri ve ölçüleri eline vermektedir.
Din'in genel olarak mahiyeti bu olunca, ister Allah tarafından gönderilmiş olsun, ister beşer kaynaklı olsun her bir düzen ve sistem bir "din''dir. Yani aynı zamanda bütün ideolojiler, ...izm'ler, ve doktrinler de birer dindir. Bunların yalnızca dünya ile ilgili tezler olarak kendilerini sunmaları ve âhiretle, dinle, inançla ilgili olmadıklarını ileri sürmeleri, yani temelde "laik" olduklarını belirtmeleri onların aşağılamak, mahkum etmek ve hayatın dışına itmek için gayret gösterdikleri "din"den -sözlük anlamıyla da terim anlamıyla da- başka bir şey olmadıklarını göstermektedir. Bunlar birer "dinsizlik dini"dir.
Bu beşerî doktrinler, ideoloji ve düzenler, aslında İslâm'ı mahkum etmek için gerekçe olarak gösterdikleri "bağnazlık"ların en ileri türlerini sergilemektedirler. Din adına tarih boyunca türlü bağnazlıklarla birçok cinayetlerin işlendiği doğrudur. Ancak modern dünyanın çağdaş ve cahilî dinleri olan doktrinler ve ...izm'ler uğruna işlenen cinayetler, zulümler ve katılıklar, geçmişte işlenen ve "din"i mutlak manada itham etmek için araç olarak kullanılan benzeri tutumlardan çok farklı mıdır? Sömürgecilik uğruna Kapitalizmi, Emperyalizmi, Komünizmi, Siyonizm'i yerleştirmek ve güçlendirmek için işlenmiş "modern cinayetler" ve "çağdaş bağnazca tutumlar" mı insanlığa daha büyük darbeler indirmiştir, yoksa genel olarak bütün dinleri ve bu arada da yegane hak din olan İslâm'ı mücadelenin dışında tutmak, saf dışı bırakmak maksadıyla özellikle üzerinde durulmak istenen, hak dinin sapması sonucu ortaya çıkan cinayetler mi?
Bu sözler, bâtıl adına işlenen cinayetlerin savunması değildir. Anlatılmak istenen şudur: İnsanlık, dini tanımadığını ileri sürerken bile "bir düzene uymak" anlamında bir din'e mensuptur. Modern insan da dine karşı çıkarken kendisi gibi yaratıkların ortaya koymuş olduğu, fakat hiçbir şekilde ona aradığı mutluluğu veremeyen, sağlayamayan insanların kurdukları düzenlere, yani "din"lere bağlanmakta, boyun eğmektedir. Daha açık bir ifade ile çağdaş dünya dininin ilahları sermaye patronları, bankerler, sanayiciler, şarkıcılar, artistler, sporculardır... Mabetleri ise bankalar, fabrikalar, stadyumlardır... Kullar ise her yere çevrilebilen, istenildiği gibi şartlandırılıp beyinleri yıkanabilen, istenilen şekilde yönlendirilebilen insan yığınlarıdır.
Açıkça anlaşıldığı gibi durum şundan ibarettir: Her bir siyasal, toplumsal, ekonomik düzen, aynı zamanda belli bir hayat görüşünün bir yansıması, bir ifadesidir. Pratiğe yansıyan her bir şekil arkasında ona o keyfiyeti kazandıran bir inanış, bir düşünüş yatmaktadır. Meselâ Materyalizm, eşya ve kâinat hakkındaki belli birtakım görüş ve yaklaşımlara sahiptir. Bu görüş ve yaklaşımlardan hareketle insanlığa sosyal, siyasal ve ekonomik bir düzen teklif etmiştir. Bütün bunlar yanında eşya ve kâinat hakkındaki yorumlara, dolayısıyla sunduğu düzene "İnanılmasını" yani bir inanç olarak da kabul edilmesini- bizim deyimimizle bir "din" olarak algılanmasını sağlamak için de başkalarını ikna etmeye özel bir çaba harcamaktadır.
İşte aslında insanlığa belli bir hayat ve kâinat anlayışını ve yorumunu sunan, bu yolun esası üzere de insanlar arası ilişkileri -her türlüsüyle- düzenlemeye çalışan her bir sistem -adı Komünizm, Sosyalizm, Kapitalizm, Milliyetçilik, Budizm, Hıristiyanlık ya da başka bir şey olsun -aynı zamanda- bir inanç düzenidir, yani bir "din"dir.
Bu yorum ve açıklamaların Kur'ân-ı Kerim'in "din" için getirdiği yoruma aykırı olmadığı, aksine tam uygun olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yukarıda değişik vesilelerle atıfta bulunduğumuz birçok âyet-i kerime bunu açıkça ortaya koymaktadır: Yüce Allah, Rasûl'ünü hidayetle ve diğer bütün dinlerden üstün kılmak üzere "hak din" ile göndermiştir. (et-Tevbe, 9/33; el-Feth, 48/28; es-Saff, 61/9), Allah katında yegane geçerli din İslam'dır. (Âli İmrân, 3/19) İslâm'dan başka bir din arayan kimsenin bu dini, ondun kabul edilmeyecektir ve o, Âhiret'te hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Âli İmrân, 3/85)
İşaret ettiğimiz bu âyetlerden ve daha başkalarından açıkça anlaşılmaktadır ki, İslâm'ın dışında başka dinler de vardır. Allah katında geçerli olan ve olmayan dinler vardır. İnanılıp uyulduğu takdirde kişiyi kurtuluşa erdiren din vardır, âhirette ziyana uğratacak dinler de vardır.
Buna göre insanların benimsedikleri, inandıkları, düşünüş ve yaşayışlarını hemcinsleriyle ve çevrelerindeki eşya ile bu düşünüş ve inanışlara göre belirledikleri her bir düzen, sistem, ideoloji ve doktrin bir "din"dir. Buna "din" adının verilmesi ile verilmemesi arasında bir fark yoktur. Hatta Allah'a ya da bir veya birçok ilâha inanmaları ya da inanmamaları, bu inançlarını açıklamaları ya da açıklamamaları, bazı davranışlarına "ibadet" adını verip vermemeleri dahi durumu değiştirmez. Çünkü dinlerde asıl olan bir "inanç düzeni" ile bu düzene göre şekillenen bir hayat anlayışı ya da dünya görüşü ve buna bağlı olarak bir "yaşayış düzeni"nin varlığıdır. Bunun söz konusu olamayacağı hiçbir "hayat düzeni" bulunamayacağına göre, insanlık için -bu manasıyla- din dışında kalabilen bir hayat esasen düşünülemez demektir. Bu gerçek aynı şekilde İslâm âlimlerinin de gözünden kaçmamıştır. Meselâ Şehristânî, dinleri ve mezhebleri incelediği el-Milel ve'n-Nihal adlı eserinde açıkça şunları söylemektedir:
"Dünyada çeşitli din ve mezhep mensupları ve hevâ ve nihle (fırka, mezhep) sahipleri pek çoktur. Aralarında İslâmî fırkalar da vardır; yahudi ve hıristiyanlar gibi indirilmiş kitapları olduğu kesin olarak bilinenleri de vardır; mecusîler ile maniheistler gibi kitap indirilmiş olma ihtimali olanlar da vardır; ilk felsefeciler, dehrîler (zamandan başka maddeyi etkileyici bir faktör tanımayan materyalistler), yıldızlara tapanlar, putperestler ve brahmanistler gibi bir takım hüküm, değer ve tanımları olup da Allah'tan indirilmiş bir kitabı olmayanları da vardır." (Şehristânî, a.g.e., I, 37)
Görüldüğü gibi her bir dünya, hayat ve kâinat görüşü aynı zamanda bir din olarak değerlendirilmiştir ve öylece değerlendirilmelidir. Durum böyle olduğundan dolayı; yani -hatta bu tür bir iddia ile ortada olan laik düzenler için dahi- din dışı bir hayat mümkün olamaz.
Dinin kavranması için şu iki soruya cevap verilmelidir:
1. Din, her halukârda hayat için kaçınılmaz ise, insanlık için nasıl bir din gereklidir?
2. İstenen mükemmellikteki bir dini kim ortaya koyabilir?
Bu iki soruyu cevaplandırmak gerekirse şunlar söylenebilir:
İnsanın belli bir yapısının ve bu yapının gerektirdiği türlü ilişkilerinin söz konusu olduğu herkes tarafından bilinir.
İnsanın, görünen ve duyularımızla algılayabildiğimiz maddî yapısının hatta bu varlığının en küçük diliminde dahi kendisini gösteren varlığını tartışılamaz ve inkâr edilemez kılan, bunun da ötesinde maddî varlığına egemen olan, ona yön veren bir manevî varlığının da bulunduğunu görüyoruz.
O halde insanlık için mükemmel bir dinin, insanın hem maddî hem de manevî yapısını göz önünde bulundurması ve bunların her birisini -ayrı ayrı ve bağımsız cüzlermiş gibi değil- bir bütünün unsurları olarak değerlendirmesi bütüne yani insana kazandırdıkları ahenk ve dengeye uygun ve o nisbette ele alması gerekmektedir. Mükemmel bir din, insanı olduğu gibi ele alan ve bu yapıya uygun bir düzen teklif eden dindir. Gerçek din insanı kuvvetli olduğu yanlarıyla, zaaflarıyla, üstünlükleriyle, istidatlarıyla, kabiliyetleriyle, imkânlarıyla, kısacası asıl yapısıyla ve fıtratıyla ele alabilen bir dindir.
İnsan, tek başına, çevresiyle, hemcinsleriyle herhangi bir ilişkisi bulunmayan, kendi sınırlarını aşmayan bir varlık değildir. Onun için yalnızlık ve çevresini etkilememek diye birşey düşünülemez. O dünyaya geldiği andan itibaren, çevresindeki hemcinsleriyle eşya ve kâinat ile ilişki halindedir. Bu ilişkilerini kurarken insan çeşitli soru ve sorunlarla karşı karşıya kalır:

Ben neyim? Kimim? Nereden geldim, nereye gidiyorum? Benim bu kâinat içerisindeki yerim neresidir? Bu kâinat ile ilişkilerimde uymam gereken ilkeler var mıdır? Yoksa istediğim gibi hareket etmekte serbest miyim? Uymam gereken ilkeler varsa bunlar neler olabilir? Bunları nasıl öğrenebilir ve tespit edebilirim? Ailemle içinde yaşadığım toplum ve bütün insanlara karşı sorumluluğum nedir? Onlarla ilişkilerimde bağlı kalmam gereken kurallar var mıdır, varsa nelerdir? Ben onlara, onlar da bana karşı bir haksızlık yaparsa ya da görevlerimizde kusurumuz olursa buna karşı alınacak tedbirler var mıdır, nelerdir, bu tedbirleri kimler alacak? Kısaca, içinde bulunduğumuz her türlü ilişki nasıl ve kim tarafından belirlenecektir? Bu ilişki türüne uygun bir yapılanma nasıl olabilir?
Yani insanın hem eşya ile ilişkisi, hem de insan olarak ferdî, ailevî toplumsal, ekonomik, siyasal ve ahlâkî ilişkileri nasıl olmalıdır? Kim tarafından belirlenmelidir? İşte mükemmel bir dinin bu tür sorulara doğru ve tatmin edici cevaplar vermesi kaçınılmazdır.
İnsanın, kendinden başkaları ile ilişkiler kurduğu âlem sırf bu görünen dünya değildir. Onda, kendisi gibi eksik olmayan, mükemmel bir varlığa şevk ve ihtiyaç meyli vardır ve bu onda fıtrîdir. Fıtrata, düşman ortam ve düzenlerde yetişen kimselerde dahi fıtratın bu eğilimi küllendirilebilse bile tümden yok edilemez.
Peki insan denen bu varlığı ve kâinatı en mükemmel düzen içerisinde yaratan, fakat kendisinden de bu kâinatı müstağni kılmayan varlık kimdir? O nasıldır? O'nu tanımanın yolu nedir? O'na karşı görev ve sorumluluklarımız nelerdir. Biz O'nun için neyin ifadesiyiz? Bizden istekleri var mı? Bize karşı davranışlarının, muamelesinin esasları nelerdir?
Evet, mükemmel bir dinin, yani insanın hayatına düzen verme iddiasında olan bir sistemin, bu ve benzeri sorulara açık, anlaşılır ve kesin cevaplar vermesi kaçınılmazdır.
İnsan, yani selim fıtrata sahip; sapıklığı, isyanın ve günahın kirletmediği fıtrata sahip insan, bu dünya hayatının sınırlılığından, darlığından, yetersizliğinden rahatsız olur. Çünkü insan hak sahiplerinin her zaman haklarını alamadığını, haksızların, zâlimlerin her zaman uygun şekilde cezalandırılmadıklarını, zaman zaman yaptıklarının yanlarında kâr kalabildiğini görmektedir. Bu böyle ise, adil ve hakkaniyete bağlı kalmanın faydası nedir? İnsanın bazen öyle emelleri olur ki, kendisinin hatta neslinin ömrü bunları gerçekleştirmeye yeterli olmayabilir. Meselâ, yeryüzünde gerçek bir adaletin gerçekleşmesi, mazlumun hakkını alması, insanların birbirlerine "kurtluk ve orman kanunlarıyla" ya da "tilkilik" mantığıyla değil de, "en az o da benim kadar haklara sahip, benim kardeşim, benimle eşittir" mantığıyla davranacakları toplumsal ahlâkî bir düzenin kurulması, ferd ve toplum vicdanında bunun yer etmesi...
İnsan kendi ferdî hayatında bunların, hatta emarelerinin dahi gerçekleştiğini göremeyebilir. Buna rağmen bu uğurda çalışmalarına da ara vermez. Neden? Bu uğurdaki çalışmaları eğer eksik kalacaksa, boşa gidecek ve karşılıksız kalacaksa onun bu yolda yorulması nedendir? Demek ki, insanın fıtrî yapısında bu dünyanın "ötesi"ne inanma ihtiyacı vardır ve sağlıklı bir fıtrat, mutlaka bu ihtiyacı karşılamanın yollarına gider. Bu bakımdan mükemmel bir "din" fıtratın bu ihtiyacını da karşılayabilmeli, bu konudaki sorularını tatminkâr bir şekilde cevaplandırabilmeli, sorunlarını da mükemmel bir şekilde çözebilmelidir.
Şimdi, ikinci sorunun cevabını aramaya geçebiliriz:
Bu mükemmellikteki dini kim koyabilir?
Kur'ân-ı Kerim'in bu konuda bize verdiği cevaplar, gösterdiği deliller, tartışılamayacak ve reddedilme ihtimali bulunmayan güçlü delillerdir. Bu deliller o kadar açıktır ki, hiçbir şekilde görmezlikten gelinemezler.
Şimdiye kadar ki açıklamalarımızdan anlaşıldığı gibi, insan hayatını yönlendiren, hayatına egemen olan her bir düzen "bir din" olduğuna göre ve aslında "din"in insanın belli nitelikteki sorularını cevaplandırmak, sorunlarını çözmek iddiasında bulunduğuna göre, bu keyfiyetteki bir "din''in koyucusu kim olabilir veya kim olmalıdır? Bu konuda Kur'ân-ı Kerim'in bize verdiği cevaplar gerçekten dikkate değerdir. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. Yaratan, yarattığının yapısına en uygun yolu gösterendir:
"Herşeyi yaratıp düzene koyan, onu takdir edip ona yol gösteren... O en Yüce Rab'binin adını tesbih et." (el-A'lâ, 87/1-3)
Rablerinin kim olduğunu soran Fir'avn'a Hz. Mûsa'nın şu cevabı ne kadar anlamlıdır: "Bizim Rabbimiz herşeye hilkatini veren sonra da doğru yolu gösterendir." (Tâ-Hâ, 20/50)
Aynı cevabı Hz. İbrahim kendisiyle tartışan Nemrud'a söylemişti. Nemrud krallığının aynı zamanda insanların hayatını düzenlemek yetkisini kapsadığını kabul ettiğinden, kendisini de uyruğunu da Allah'ın dinine tâbi olmaya davet eden Hz. İbrahim'e karşı çıkmış bu konuda onunla tartışmak cüretini göstermişti:
"Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrahim'le mücadele edeni görmedin mi? Hani İbrahim: Benim Rabbim diriltir ve öldürür deyince O: Ben de diriltir ve öldürürüm' demişti. İbrahim de: Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de batıdan getir' deyince, kâfir, şaşırıp kalmıştı." (el-Bakara, 2/258)
Devamını oku...

Tağut ve Tağutlardan beri olmak...

Tağut
Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü. Arapça "Teğa" kökünden türetilmiş olup kelimenin masdarı olan "Tuğyan" Allah Teâlâ'ya isyan etmek anlamına gelmektedir.
Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.
Tağut, Allah (c.c)'a karşı isyan etmekle beraber O'nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, papaz, dinî veya siyasî lider veyahut da kral olabilir. Bu sebepten dolayı bir insanın müslüman olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir.
Devamını oku...

Tağuti Sistemde Askerlik Yapmak!



Evvela tağutun ne olduğunu bilmek gerekir! Bunun târifini Allahu Teâlâ Bakara Suresi´nin 257. ayeti kerimesinde yapıyor ve şöyle diyor: „Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.“Bu ayeti kerimede tağut: Allah (c.c.)´ın zıttı, şeriatına, dinine karşı, kâfirlerin dostları ve onları nurdan zulumata, karanlıklara çıkartan diye târif ediyor.
Devamını oku...

TAĞUTA MUHAKEME


"Sana ve senden öncekilere indirilenlere iman ettiğini iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken taguta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak istiyor." (Nisa: 60)

İbni Abbas radiyallahu anh şöyle dedi: "Ayette geçen tagut, yahudilerden ismi Ka’b b. Eşref olan bir adamdır. Onlar, aralarındaki ihtilafın çözülmesi için Allah-u Teâlâ ve rasulünün hükmüne çağrıldıklarında şöyle derlerdi:
"Biz, sizi Ka’b b. Eşref’e muhakeme olmaya çağırırız."
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ: "Taguta muhakeme olmak istiyorlar." ayetini indirdi." (Taberi Tefsiri, Eddurur Mensur-Suyuti)

Devamını oku...

TAĞUTİ DÜZENDE OY KULLANMANIN HÜKMÜ


Demokrasi ile yönetilen ülkelerde,insanlar yasama meclislerine üye seçmek için oy kullanmaktadırlar.İnsanlar yıllardır, kendileri gibi insanlara, idare ve yönetme yetkisini, kanun ve yasa çıkarma hakkını vermekte, diğer bir ifade ile kendi RABBlerini seçmektedirler. Bununla beraber bu kimseler, kendilerinide Müslüman olarak nitelendirmekte, kendilerini islama nispet etmelerinin doğal bir sonucu larak da namaz, oruc, zakat ve hacc gibi ferdi ibadetlerde bulunmaktadırlar. Diğer taraftan işin daha üzücü olan tarafı ise,toplum içerisinde gerek resmi hizmete mahsus din adamları, gerek resmi otorite ile direkt bağı bulunmayan sözde alimler böyle bir fiilin, sahibini dinden çıkarmadığını ve hatta Müslümanlara yakın bir partinin desteklenmesi gerektiğini hararetle savunmaktadırlar.

Devamını oku...

İSLAMDA HÜKÜM VE TAĞUTİ SİSTEMLERE KARŞI MÜSLÜMANIN TAVRI



Hüküm kavramının sözlük anlamı yargı (kaza)dır. Hakim ise hükmü uygulayan anlamına gelir. Istılahi anlamları açısından "hüküm", "mülk" ve "sultan" kavramları ile aynı anlamı taşır. Bu açıdan, "hakim", hükümleri uygulayan otorite (sultan)dir. Aynı zamanda, şeriatın Müslümanlara ikamesini farz kıldığı, haksızlıkların giderilmesini ve anlaşmazlıkların çözüme ulaştırılmasını sağlayan otorite (sultan) anlamındaki emirlik makamıdır. Diğer bir ifade ile "hüküm", Allahu Teâla’nın şu ayetlerinde geçen Velayetü'l Emir’dir:

"Allah'a itaat edin, Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de." [Nisa 59]

"Onu, Rasul’e ve onlardan olan ulu'l emre götürselerdi." [Nisa 83]

Devamını oku...

Tağuti Sistem Okulları

Hamd Alemlerin rabbi, hakimi, düzenleyicisi ve sahibi olan yüce Allah’a olsun. O’nu över, O’na şükreder ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Salat ve selam efendimiz, önderimiz, sevgilimiz ve öğretmenimiz olan Muhammed Mustafa’ya, ehl-i beytine, ashab-ı kiramına ve kıyamete kadar izini takip edecek mü’minlere olsun.Allah’u Teala kime hidayet vermişse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırmışsa ona hidayet edecek yoktur.
Değerli kardeşlerim Allah’u Teala’nın verdiği, sayamayacağımız nimetlerden bir tanesi de çocuk nimetidir ve bu çocuklarla bizleri imtihan etmektedir. Cenabı Hak bir ayetinde:
“Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır.” (Enfal 28) buyurmaktadır.
Devamını oku...

İslamda Vatan Kavramı


Bugün üzerinde bütünüyle hatalı bir anlayışın egemen olduğu kavramlardan bir tanesi de vatan kavramıdır. Bu yanlış ve hatalı anlayışın neticesinde vatan denildiği zaman ilk akla gelen insanın üzerinde doğup büyüdüğü toprak parçası gelmektedir. Fakat bununla beraber Kur' ani gerçekler İslam ümmeti için vatan kavramını üzerinde doğup büyümeğe bağlamamış, bilakis Allah'ın dininin hakim olduğu toprak parçasını müslümanın vatanı olarak bildirmiştir. Hangi toprak parçası olursa olsun, hangi dilden konuşulursa konuşulsun, hangi renkten olursa olsun ... Allah'ın hükümlerinin tatbik edildiği, tevhid bayrağının dalgalandığı toprak parçası müslümanın vatanıdır. Ve böyle bir toprak parçasını korumak, muhafaza etmek için kişinin canıyla ve malıyla mücadele etmesi üzerine kesin bir farzdır. Hatta bu farziyetten ziyade imanın bir gereğidir. Bununla beraber şayet müslümanın doğup büyüdüğü, üzerinde yaşadığı, akrabalarının, aşiretinin bulunduğu toprak parçasında Allah'ın hükümleri kaldırılmış, İslam ahkamı yok edilmiş yerine beşeri kanunlar ihdas edilmişse böyle bir toprak parçası kesinlikle müslümanın vatanı değildir. Ve böyle bir toprak parçasını korumak ve muhafaza etmek de kesinlikle müslümanın üzerine vacip değildir. Bilakis beşeri sistemlerin muhafazasını yapmak, İslam ahkamına dayanmayan ideolojilerin uğrunda savaş vermek küfrün ta kendisidir. Nitekim Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır:

Devamını oku...

Parti ve Partiçilerin İslam İle Bir İlişkisi Kalmamıştır


Çünkü particiler küfürlerini açıktan ve utanmaksızın, Allah’u Teala’dan da korkmaksızın işlerler. Küfürlerinin başlangıç noktası parti kurmak suretiyledir ki partilerini kurmak içinde bir tüzüğe sahip olmak zorundadırlar yine bu tüzük de Tağut’un kanunlarınca belirtilen bir takım yaptırımları kabul ettiklerini yazılı bir şekilde beyan ederek tastikli kafir olarak küfürü içinde yuvarlanıp gitmete adım atarlar.

Peki kafirliklerinin tescili olan bu tüzükte neler yer alır, nasıl olursa bir tek tüzük ile bu insanlar İslam dairesinden çıkarak (girmiş ise) kafirliklerini katmerleştirirler, şimdi onları ele alalım vesselam; Şimdi kendisinin imanlı, ihlaslı ve moda tabir ile muhafazakar olduklarını iddia eden, yani kendini İslam’a yakın sayan bir partinin parti tüzüğünden birebir alıntılar ile bunların nasıl tastikli kafir olduklarını görelim biiznillah;
Devamını oku...

Âmeller Niyetlere Göredir" Hadisinin Şerhi



Şerh: Şeyh Abdu'l-Muhsin el-Abbad

1- Bu hadîsi, Buhârî, Müslim, Sünen sahipleri ve onlardan başkaları tahrîc etmiştir. Bu hadîsin ‘Umer’den rivâyetinde Alkame b. Vakkâs el-Leysî tek kalmıştır. Ondan rivâyet etmekte de Muhammed b. İbrâhîm et-Teymî tek kalmıştır. Ondan rivâyet etmekte de Yahyâ b. Sa‘îd el-Ensârî tek kalmıştır. Sonra ondan alanlar çoğalmıştır. Bu hadîs, Sahîh-i Buhârî’nin ğarîb rivâyetlerindendir ve onun başlangıcıdır. Bunun bir benzeri, Sahîh-i Buhârî’nin kendisiyle son bulduğu “İki kelime vardır ki Rahmân’a sevgili, …” şeklindeki Ebû Hurayra hadîsidir. Bu da yine Sahîh-i Buhârî’nin ğarîb rivâyetlerindendir.


Devamını oku...

Bütün Bid'atler Sapıklıktır.!



1- İnanılması ve bilinmesi mutlaka şart olan din esaslarından biri; İslam’ın Allah Teala tarafından bina edilmiş ve tamamlanmış olmasıdır. İnsanlara düşen şey ancak dinlemek ve itaat etmektir. Bu apaçık ortada olan bir gerçektir.

Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;

“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.” (Maide 3)

Bu ayeti kerime şeriatın tam ve kâmil olduğunu, ihtiyacı olan herkese Allah’ın indirdiğinin yeterli olduğunu gösterir. Nitekim Allah Teala; “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat 56) buyurmuştur.
Devamını oku...

Bid'at-ı Hasene Hakkında Şüphelerin Reddi.!


Muhakkak ki bütün hamdler Allah’adır, binaen aleyh O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve mağfiret talep ederiz. Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden de ona sığınırız.

Allah kime hidayet ederse onu hiç bir kimse sapıttıramaz. Kimi de sapıttırırsa ona da kimse hidayet veremez. Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve şeriksiz olarak birdir. Ve yine de şahadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür.

‘Ey imân edenler! Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkun ve Müslümanlar olarak ölmeye çalışın.’ (Ãl-i ‘İmrân, 3/102)
Devamını oku...

Kandil Geceleri (2)



Muhakkak ki bütün hamdler Allah’adır, binaen aleyh O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve mağfiret talep ederiz. Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden de ona sığınırız.

Allah kime hidayet ederse onu hiç bir kimse sapıttıramaz. Kimi de sapıttırırsa ona da kimse hidayet veremez. Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve şeriksiz olarak birdir. Ve yine de şahadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür.

‘Ey imân edenler! Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkun ve Müslümanlar olarak ölmeye çalışın.’ (Ãl-i ‘İmrân, 3/102)
Devamını oku...

Allah'tan Korkanlar ve Allah'ı Sevenler



"Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur." (Fatiha:1) ki, “O, insanı bir kan pıhtısından yarattı” (Alak: 2) "Ve insana sayısız nimetler bahşetti." (İbrahim:34) "O’nun eşi ve benzeri yoktur."(Şura:11) "O her şeyden münezzeh ve yücedir."(Zümer:67) BEN ŞEHADET EDERİM Kİ, KENDİNİ İLAH KABUL EDEN YAHUT İLAHLAŞTIRILMIŞ HER TÜRLÜ DÜŞÜNCE, SİSTEM, YOL VE ŞAHISLAR, SİMGELER, İZMLER, REJİMLER, PUTLAR BATILDIR; TEK İLÂH OLARAK ANCAK ALLAH VARDIR. Bu yüzden hamd ve kulluk ancak Allah’ın hakkıdır. Ve ben şehadet ederim ki, Muhammed (sas) O’nun kulu ve Rasuludur. Allah, o resulü insanları şirk karanlığındaki bataklıklardan kurtarmak için göndermiştir. Allah’ın salat u selamı Rasulullah’ın (sas) üzerine olsun. Ve yine Allah’ın selamı, o Rasulun (sas) temiz ve mübarek Ehl-i Beytine (r.anhum), kendisi ile beraber bu davanın temellerini oluşturan Ashab-ı Kiram’a (r.anhum) ve onların izinden ayrılmadan dimdik yürüyen; kıyamete kadar mutlaka hazır olacak olan garip muvahhid Müslümanların üzerine olsun. (Âmin)
Devamını oku...