Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

27 Mayıs 2012 Pazar

TAĞUTA MUHAKEME


"Sana ve senden öncekilere indirilenlere iman ettiğini iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken taguta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak istiyor." (Nisa: 60)

İbni Abbas radiyallahu anh şöyle dedi: "Ayette geçen tagut, yahudilerden ismi Ka’b b. Eşref olan bir adamdır. Onlar, aralarındaki ihtilafın çözülmesi için Allah-u Teâlâ ve rasulünün hükmüne çağrıldıklarında şöyle derlerdi:
"Biz, sizi Ka’b b. Eşref’e muhakeme olmaya çağırırız."
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ: "Taguta muhakeme olmak istiyorlar." ayetini indirdi." (Taberi Tefsiri, Eddurur Mensur-Suyuti)



İbni Kesir bu ayet hakkında şöyle dedi:
"Bu ayet, bundan daha geneldir. Bu ayet; Kur’an ve sünnetin dışındaki şeylere muhakeme olanları kötülüyor. Ayetteki tagut ise; Kur’an ve sünnete muhalif hükümlerdir. Allah-u Teâlâ işte bu sebeble:
"Taguta muhkeme olmak istiyorlar." buyurmuştur." (İbni Kesir Tefsiri c: 1 s: 531)

İbni Kayyım şöyle dedi:
"Allah-u Teâlâ ve rasulünden başkasının hükmüne tabi olan ve ona muhakeme olan bir kimse, tagutu hakim tayin etmiş ve ona muhakeme olmuştur." (A’lamul Muvakkiin c: 1 s: 50)

Bu ayet; Allah-u Teâlâ ve rasulünün dışında muhakeme olunan anayasa, devlet kanunu, halk, örf, hakim ve kadı gibi şeylerin tagut olduğunu göstermektedir. Allah-u Teâlâ bu gibi şeylerin reddedilmesini emretmiştir. İşte bunlar hüküm tagutu olarak isimlendirilirler.

Daha önce açıklandığı gibi, zahire göre tagut; Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen herşeydir.

- Eğer o şeye, nüsukta ibadet edilirse o şey, ibadet tagutu olur.

- Şayet ona hüküm ve muhakeme konusunda ibadet edilirse o, hüküm tagutu olmuş olur.

- Ve eğer ona velayet konusunda ibadet edilirse o, velayet ve tabi olma tagutu olmuş olur.

Yine bu ayet; Allah-u Teâlâ ve rasulü dışındaki şeylere muhakeme olmanın taguta muhakeme olmak ve taguta muhakeme olmanın da ona ibadet ve iman etmek demek olduğunu apaçık göstermektedir.

Zira Allah-u Teâlâ ayette şöyle buyuruyor:

"Reddetmeleri emrolunmuşken..."

Taguta muhakeme olmak Allah-u Teâlâ'yı inkar etmek demektir.

Zira Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"...indirilenlere iman ettiğini iddia edenler..."

İşte böylece bu ayet iman ettiklerini söyleyen kimselerin iman iddiasını iptal etmekte ve onun geçersiz olduğunu ispat etmektedir. Çünkü Allah-u Teâlâ bundan sonraki ayette şöyle buyuruyor:

"Hayır! Rabbine and olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe ve haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa: 65)

İbni Abbas, İbni Teymiye, İbni Kayyım, Ebu Batin, Süleyman b. Sehman ve başka alimlerin tagutun tarifiyle ilgili sözlerinden apaçık sabit olmuştur ki;

Tagut; insanların arasındaki ihtilafı çözmek için Kur’an ve sünnete göre hüküm vermeyen, kendilerine muhakeme olunan hakimlerdir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onun hükmünü Allah’a ve Rasulüne götürün! Bu, netice itibarıyla daha hayırlı ve daha güzeldir." (Nisa: 59)

Allah-u Teâlâ bu ayette; Allah-u Teâlâ'ya ve ahiret gününe iman eden kimselerin ihtilaf halinde, o ihtilafı çözmek için Allah-u Teâlâ ve rasulüne götürmeyi, iman etmiş olmanın şartı olarak bildirmiştir. Bu ise; ihtilaf halinde Kur’an ve sünnete başvurmamanın, Allah-u Teâlâ'ya ve ahiret gününe imanı iptal ettiğini gösterir. Zira şart kalkarsa, şarta bağlı olan şey de kalkar.

İbni Kesir şöyle dedi:
"Mücahid ve seleften bir kaç kişi, ayette geçen; "Allah’a ve rasulüne götürün" den kastın; Allah-u Teâlâ'nın kitabını ve rasulünün sünnetini hakem tayin edin demek olduğunu söylemişlerdir. İşte bu, dinin gerek aslında gerekse teferruatında ihtilaf edildiğinde Kur'an ve sünnete başvurmayı gerekli kılan Allah-u Teâlâ'nın bir emridir. Allah-u Teâlâ'nın şu ayette buyurduğu gibi:

"İhtilafa düştüğünüz her meselede hüküm verecek olan Allah’tır." (Şura: 10)
Kur’an ve sahih sünnetin verdiği hüküm, haktır. Haktan başkası ise sapıklıktan başka bir şey değildir.

"Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız..."

Bu ayet, Kur’an ve sünnete muhakeme olmayan kişinin Allah-u Teâlâ'ya ve ahiret gününe iman etmediğini göstermektedir." (İbni Kesir Tefsiri c: 1 s: 531)

Kur’an’da bu manayı ifade eden bir çok ayet vardır. Bu ayetlerin hepsi şunu açıkça ortaya koymaktadır:

Büyük olsun küçük olsun, dinin aslından olsun teferruatından olsun, hakkında ihtilaf edilen bir meseleyi çözmek için, Kur’an ve sünnet dışında ister bir anayasa, ister bir kanun, ister halk, ister birleşmiş milletlerin kanunu, ister lahey adalet divanı olsun, kendisine muhakeme olunan mercilere baş vuran ve bunlara muhakeme olan kimse namaz kılsa, oruç tutsa ve müslüman olduğunu iddia etse de Allah-u Teâlâ'yı inkar etmiş ve taguta iman etmiş olur.

Bu hükme; halkın çıkardığı veya siyasi partilerin çıkardığı kanunlara muhakeme olan veya seçim yoluyla halka muhakeme olan, kafir demokratik sistemler de girmektedir. Bu mesele zamanımızın en büyük fitnesidir ve insanların çoğu bu fitneye düşmüştür.

Şeyh Abdurrahman b. Hasen şöyle dedi:
"Her kim Allah-u Teâlâ'nın ve rasulünün emrine muhalefet ederek Allah-u Teâlâ'nın indirdiği dışında hükümlerle insanlar arasında hükmeder veya heva ve hevesine uyarak tagutun hükmünü isterse işte o kimse, müslüman olduğunu iddia etse bile boynundan İslam dininin halkasını çıkarmıştır. Çünkü Allah-u Teâlâ taguta muhakeme olmak isteyen kişinin iman iddiasını yalanlamış ve onun hakkında şöyle buyurmuştur:

"Yez’umun" (iddia edenler). Bu kelime genellikle yalan bir şeyi iddia eden kimse hakkında kullanılır. Çünkü bu kimse iddia ettiği şeylere muhalif ve zıd olan şeyleri yapmaktadır." (Fethül Mecid s: 351)

İşte bu anlatılanları bildikten sonra Allah-u Teâlâ'nın dini ve ona bağlı olan muvahhidlerin ne kadar garip olduğunu daha iyi anlarsın. İhtilaf halinde beşeri kanunlara veya birleşmiş milletlerin kanunlarına veya lahey adalet mahkemesine veya halka veya beşeri kanunlarla hüküm veren mahkemelere muhakeme olan buna rağmen imanlı olduğunu iddia eden bir kimse, aslında Allah-u Teâlâ'yı inkar etmiş ve taguta iman etmiştir. Zira Allah-u Teâlâ tagutlara muhakeme olmayı isteyeni bile tekfir etmiştir. Buna göre, taguta muhakeme olan daha çok kafir olur.

Zamanımızda bundan daha kötü olan bir durum da şudur:

İlim sahibi olduğunu iddia eden bir takım kimseler, insanlar tagutun mahkemesine başvursunlar diye bu meseleyi süslerler ve onlara bu konuda izin verirler. Bu kimselere göre; bir insan, elinden alınan hakkını ancak bu tagutun mahkemesine başvurarak alabilir. Bu ise onun için bir zarurettir ve bu zaruret sebebiyle tagutun mahkemesine başvurmak caizdir ve gereklidir. İnsanlara da bu şekilde fetva verirler.
Bu insanların akıllarına ne olmuş acaba?
İlim adamı olarak geçinen kimseler, tevhid konusunda insanların zır cahili olmalarına rağmen, insanlara fetva vermek için fetva makamına geçmişler!

Oysa Allah-u Teâlâ ancak ikrah olduğunda ve kalbi imanla dolu olmak şartıyla küfür işlenebileceğine cevaz vermiş, bunun dışında küfür işleyen kimsenin kafir olacağını bildirmiştir.

Şu iyice bilinsin!

İkrah ile zaruret arasında büyük farklar vardır. Buna göre taguta muhakeme olmak, dinin aslını bozan ve alemlerin rabbinin tevhidini ortadan kaldıran bir amel olduğuna göre acaba hangi zaruret taguta muhakemeye izin verir?

Ey Allah’ım! Seni iftiradan tenzih ederiz.
Bu, Allah-u Teâlâ'nın dinine yapılan en büyük iftiradır.


 Kim Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyip başka hükümlerle hükmeder veya bu hükümlerle muhakeme olursa Allah’ı inkar etmiş ve tağuta iman etmiş olur. Halbuki Allah bütün mükelleflere Allah’a iman edip tağutu reddetmelerini emretmiştir ve bütün rasulleri bu emri bildirmek için göndermiştir.

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Şüphesiz ki her topluluğa; “Allah’a ibadet edin, tağutlardan sakının” diye rasuller gönderdik.” (Nahl: 36)

    Şüphesiz Allah’ın ve rasulünün hükümlerine başvurmayıp tağutun hükümlerine başvuran kişi şeytanın hükmü altına girmiştir. Onun için Allah (c.c) bu ayette: “Halbuki şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” buyurmuştur.

    Allah (c.c), ayetin bu bölümünde “tağuta muhakeme olmak istiyorlar” buyurmuştur. Bu gösteriyor ki, tağuta muhakeme olmayı istemek bile apaçık bir küfürdür. Elbette ki tağutun hükümleriyle hükmetmek ve tağutun hükümlerine muhakeme olmak daha çirkin ve daha büyük bir küfürdür.

    Zamanımızda islam devleti olmadığından ve bütün medeni mahkemeler tağutun hükümleriyle hükmettiğinden dolayı bu mahkemelere başvuran, kendilerini müslüman sayan bazı kişiler kendilerini bu ayetin hükmünden sıyırmak için bu ayeti:

    “Allah’ın bu ayette küfür dediği şey tağuta muhakeme olmayı kalben istemektir. Her ne kadar hakkımızı almak için tağutun mahkemesine başvursak da kalben bu hükümleri istemeyip reddediyoruz. Onun için tağuta muhakeme olsak bile kafir olmayız.” şeklinde açıklıyorlar.

    Bu, apaçık bir cehalettir. Şeytanın kandırmasından başka bir şey değildir. Allah (c.c) bu ayette tağuta muhakeme olmak istemenin bile küfür olduğunu bildiriyor. Bilfiil muhakame olmak ise bundan daha büyük bir küfürdür. Tağutun hükümlerine muhakeme olan kişi; “ben muhakeme olmak istemedim” diyemez. Eğer gerçekten istememiş olsaydı mahkemeye başvurmazdı. Çünkü hiç kimse onu mahkemeye başvurmaya zorlamamıştır. Ayrıca bazı cahiller:

    “Ancak Allah’ın hükümlerinin uygulandığı bir ortamda tağutun hükümlerine başvurmak küfürdür. Yani; kişi ancak Allah’ın hükümlerine başvurabileceği halde bu hükümlere başvurmayıp tağutun hükümlerine başvurduğu zaman kafir olur. Zamanımızda şeriatle hükmeden mahkemeler yoktur. Şeri mahkemeler olmaması sebebiyle hakkı kaybolacağından dolayı tağutun mahkemesine mecburen başvuran kişi kafir olmaz” diyorlar. Onlara şöyle cevap verilir:

    “Allah’ın hükümleri her zaman vardır ve kıyamete kadar baki kalacaktır. Ayrıca Allah’ın hükümlerini kabul edip tağutun hükümlerini reddetmek imanın bir gereğidir. La ilahe illallah’ın manasıdır. Tağutun her çeşidini reddetmeyen ve Allah’ın hükümlerini her zaman hayatına tatbik etmeyi kabul etmeyen kişi La ilahe illallah Muhammed’un Rasulullah’a gerçek manada şehadet etmemiştir. Gerçek manada La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah’a şehadet eden kişi tağutun her çeşidini reddetmiş, Allah’ın kanunlarına inanmış ve hayatında yalnızca bu kanunları uygulamayı kabul etmiştir. Müslüman devlet olsa da olmasa da bu böyledir. Allah (c.c) Nisa: 60 ayetinde tağuta muhakeme olmayı istemekle tağuta inanmayı eşit tutmuştur. Bu gösteriyor ki tağuta muhakeme olmayı isteyen, tağuta inanmış ve kafir olmuştur. Bilfiil tağutun mahkemesine başvuran kişi, iddiası ne olursa olsun apaçık bir şekilde tağuta inanmış ve kafir olmuştur. Çünkü Allah (c.c):

    “Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar.” buyuruyor. Tağuta muhakeme olmak, tağuta iman, tağuta iman ise Allah’ı inkar manasına gelmektedir. Tıpkı tağutu reddetmenin Allah’a iman manasına geldiği gibi...

    Ayette; ”yezumun” kelimesi geçmektedir.” Yez’umun” kelimesi aksini yaptığı halde bir şeyi yalan yere iddia eden kişiler hakkında kullanılır.

    Allah (c.c) bu ayette; Kur’an’a ve daha önce indirilen bütün hak kitaplara inandıklarını iddia ettikleri halde bu iddialarını yalanlayan ameller işlemekte ve isteklerde bulunmakta olan bir taifeyi haber veriyor.

    Bu kimseler iyi bilmelidirler ki bu istek ve ameller kendilerinde bulunduğu müddetçe Kur’an’a ve ondan önceki hak kitaplara inanmış olmaları mümkün değildir. Bunların Kur’an’a ve daha önceki hak kitaplara inanmaları yalan bir iddiadan başka bir şey değildir.

    Bu nedenle Allah (c.c) bu ayette; tağuta, Kur’an ve sünnet dışındaki hükümlere muhakeme olmak istedikleri, yani apaçık bir küfür işledikleri halde, hem kendilerini hem de çevrelerindeki müslümanları kandırmak için Kur’an’a ve daha önce inen hak kitaplara inandıklarını iddia etmelerini hayretle karşılıyor ve gerçek imanın nasıl olması gerektiğini bildiriyor. Tağutun her çeşidini reddetmeden Allah’a, rasulüne ve indirilen kitaplara inanmanın mümkün olmadığını, mü’min olan kişinin ancak zahiren ve batinen, tağutun her çeşidini reddeden ve Allah’ın indirdiği herşeye zahiren ve batınen inanan kişi olduğunu bildiriyor.


    Şeytanın Sapıklığa Düşürdükleri:


    “Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”

    Tağutun hükümlerine muhakeme olmak istediği halde Kur’an’a ve ondan önce inen kitaplara uyduğunu iddia eden kişi şeytana uymuş ve derin bir sapıklığa sapmıştır. Şeytan insanları, kendine tabi ettirmek için her türlü hilelere başvurur. Onlara şöyle der:

    “Allah’ın hükümleri dışındaki hükümlerle muhakeme olmak istediğiniz veya muhakeme olduğunuz zaman kalbiniz bunu reddettiği müddetçe müslüman kalabilirsiniz. Ameller önemli değildir. Önemli olan kalpteki inançtır. Allah’ın hükümleri ortadan kalkmıştır. Şeri hükümlerle hükmeden mahkemeler yoktur. Hakların kaybolmaması için tağutun mahkemesine başvurmaktan başka bir çare yoktur. Bu durumda tağutun mahkemesine başvurmak tağuta inanmak demek değildir. Onun için küfür de değildir. Ancak şeri mahkeme olduğu zaman şeri mahkemeye gidilmeyip tağutun mahkemesine gitmek tağuta inanmak demektir.”

    Cahil olan kimseler şeytanın bu hilelerine hemen aldanmaktadırlar. Oysa şeri mahkemeyi reddetmek ayrı, tağutun mahkemesine başvurmak ayrı bir küfürdür.

    Bu ayet gösteriyor ki Allah ve rasulünün hükmü dışındaki hükümler tağuti hükümlerdir. Kim onunla hükmederse tağut olur. Kim de bu kanunlara muhakeme olursa Allah’ı inkar etmiş, tağuta inanmış ve kafir olmuş olur. Bunları tekfir etmeyen kişi tağutu reddetmediğinden dolayı kafir olmu.ş olur. istediği kadar iman iddiasında bulunsun yine de kafirdir.

    Bu ayete göre Kur’an ve sünneti bırakıp insanların hayatlarını düzenleyen beşeri mahreçli kanunları her kim vazeder, vazedilmesine katkıda bulunur, yasalaştırır, tatbik eder ve reddetmezse kafirdir. Bu durumda yasama meclisi (ki teşride bulunur) yani teşri meclisi, teşri sultası, parlâmento; yasamayı lastik eden yasama meclisi yani parlâmenterler, uygulama safhasına koyan, yürütme organı, cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve yargı organı yapısı içinde yer alan hakim, savcı, avukatlar yine bu kanunlara dayanarak soruşturma yapan güvenlik kuvvetleri ve kafir sistemi koruma ve kollama ile görevli olanlar da bu çerçevededirler.

    Halka gelince... Her kim böyle bir şeye rıza gösterir, inkar etmezse ve nemelazımcı bir tavır takınırsa kafir olur. Çünkü bu insanlar küfrün tahakkümüne rıza göstermekte, islam şeriatinin kaldırılmasına, uygulanmamasına ilgisiz kalmaktadırlar. Onların kafir oluşu imanın şartı olan tağutu inkar etmemelerinden kaynaklanmaktadır.

    Bu ayet Allah’ın hükümleri dışında hüküm veren kişinin kim olursa olsun kafir olacağını göstermektedir. Bu kişinin hükümlerine başvuran, onun hükümlerini kabul eden kişi onu ilahlaştırmış ve onun gibi kafir olmuş olur. Allah’ın şeriati dışındaki kanunlarla hükmetmek için muhakkak hakim olmak şart değildir. Bir kişi de Allah’ın hükmü dışında bir hüküm verebilir. Örneğin; Allah içkiyi haram kılmıştır. Bir kişi Allah’ın içkiyi haram kıldığını bildiği halde; “içki haram değildir” derse Allah’ın şeriatı dışında bir hüküm vermiş, Allah’ın hükmüne rağmen bir hüküm verebileceğine inandığından dolayı kendisini ilahlaştırmış ve kafir olmuş olur. Bunu ister bir fert, ister bir grup, ister bir devlet başkanı, isterse de bir mahkemenin hakimi yapsın hükmü böyledir, değişmez.

    Hüküm verme yetkisi sadece Allah’a aittir. Allah’ın hük­münü kabul etmek O’na ibadet etmek demektir. Bu yüzden Allah’ın hükmü dışında bir hüküm koyan kişinin hükmünü kabul etmek ona ibadet etmektir.

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Hüküm vermek sadece Allah’a aittir.” (Yusuf: 40)

    “O, hüküm vermede hiçbir şeyi kendisine ortak ka­bul etmez.” (Kehf: 26)

    “İyi biliniz ki yaratma da hüküm verme de O’nun hakkıdır. Alemlerin rabbi olan Allah yücedir.” (A’raf: 54)

    Bunlara benzer birçok ayetler vardır. Zaten bütün rasullerin gönderiliş gayesi insanların Allah’ın hükümlerini uygulamaya ve onun dışındaki hükümleri (tağutları) reddetmeye davet etmektir.

    Gerçek manada şehadet edip islam’a giren kişi sadece Allah’ın hükümlerini kabul etmiş ve onun dışındaki hükümleri, reddetmiştir. Hiçbir zaman bilerek Allah’ın şeriatı dışında bir hüküm vermez, insanları da bu hükme tabi ettirmez. Allah’ın hükmü dışında hüküm veren hakimlere başvurmaz, bu hakimlere saygılı davranmaz, onlara itibar etmez, onlardan yetkileri dahilindeki hiçbir şeyi istemez. Örneğin; onlardan tahliye, af, evrakları yeniden gözden geçirme gibi taleplerde bulunmaz. Müslüman bu gibi hakimlerden isteyebileceği tek şey Allah’ın kanunlarının uygulanmasıdır.

    Şöyle iddia edilebilir: Nisa 60 ayeti Medeni bir ayettir. Allah tağutun mahkemesine başvurmanın küfür olduğu hükmünü Medine’de indirmiştir. Onun için tağutun mahkemesine başvurmak ancak müslüman devlette küfür olur. İslam hükümleri olmadığı için darul harpte tağutun mahkemesine baş vurmak küfür olmaz.

    Böyle iddia eden kişiler ne Nisa 60 ayetini, ne islam’ı ne La ilahe illallah’ı, ne de tağutun mahkemesine başvurmanın ne demek olduğunu kavramış değillerdir. Bu zihniyete sahip olan kişilerin iddiaları; “tağutu reddetmek ancak müslüman devlette gereklidir. Çünkü; “tağutu inkar edip Allah’a iman eden kimse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır.” (Bakara 256) ayeti Medine’de inmiştir” iddiası gibidir.     Eğer onlar islam’ı anlasaydılar bütün rasullerin gönderiliş gayesinin Allah’ın kanunlarını bildirmek, insanlara Allah’ın kanunlarına uymalarını emretmek, insanları sadece Allah’a taptırmak ve Allah’ın kanunları dışındaki bütün kanunları, fikirleri reddederek Allah’tan başkalarına tapmaktan uzaklaştırmak olduğunu bilirlerdi. Bütün rasullerin ilk tebliğ ettiği şey budur. Ancak bunları kabul eden kişi müslüman olur.

    La ilahe illallah’a iman; Allah’ın itaat edilmesi gereken tek varlık olduğuna inanmak, sadece O’nun bildirdiği şeriatı hayat nizamı olarak kabul etmek, O’nun şeriatı dışındaki bütün fikir ve sistemleri reddetmekle başlar, islam’a girmiş olan bir kişi sadece Allah’ı ilah olarak kabul etmiş ve ibadetlerin sadece Allah’a yapılması gerektiğine inanmıştır, islam’a girmekle hüküm verme yetkisinin bir ibadet olduğunu kabul etmiştir. Bunu kabul etmeyen kişi Allah’ı tam olarak birlememiş ve tevhid akidesine sahip olamamıştır.

    Mekke’de hiçbir müslüman Allah’ın ve Rasulullah’ın hükmü dışında bir hükme başvurdu mu? Bunlara muhakeme oldu mu?

    Bu ne Mekke’de ne de Medine’de olmuştur. Bunu ancak Medine’de, zahiren müslüman olan, gerçek manada iman etmeyen münafıklar yapmışlardır. Bunları yaparken müslümanlardan onları kim görmüşse münafık olduğunu anlayıp onlara zahiren kafir hükmü vermişlerdir.

    Tağuta muhakeme olmak la ilahe illallah’ı ilgilendiren bir meseledir. Tağutu reddetmek müslüman olmanın ilk şartıdır. Her türlü tağutu (yani Allah’ın şeriatı dışındaki sistemleri, hükümleri ve sahte ilahları) reddetmedikçe gerçek manada islam’a girmek, Allah’a iman etmek ve muvahhid sıfatı almak mümkün değildir.

    Nisa 60 ayeti tağuta muhakeme olmanın yasak olduğunu bildiren ilk ayet değildir. Tağuta muhakeme olma yasağı la ilahe illallah’ın tebliğinde bildirilmiş ilk emirdir. Çünkü tağutun mahkemesini reddetmek tağutun bir çeşidini reddetmektir. Tağutun her çeşidini reddetmek ilk inen emirdir. Zaten Nisa 60’ta buna işaret vardır. “Onu reddetmekle emrolunmuşlardı,”

    Nisa 60 ayetinin nüzul sebebi; Allah’a, Rasulullah’tan önce inen bütün hak kitaplara ve Kur’an’a inandıklarını iddia ettikleri halde tağuta muhakeme olmak isteyenlerin gerçek yüzünü, kalben inanmadıklarını ve iman iddialarının sadece sözden ibaret olduğunu bildirmektir. Çünkü gerçek manada ihlaslı bir şekilde inansaydılar tağuta muhakeme olmayı asla istemezlerdi.

Hamd yanlızca Allah'adır !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.