Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

1 Mayıs 2016 Pazar

Cuma Namazı

İbni Hacer şöyle der: "Cuma namazı Mekke'de farz kılınmıştı, ancak Rasulullah (s.a.v) Mekke'de gizliliği tercih ettiği için orada kılamamıştır." İbn Hacer'in Cuma namazının Mekke'de farz kılındığı halde orada kılınmayışını, Cuma namazının açık kılınması gereği ve Rasulullah (s.a.v) ile Müslümanların o sıralarda gizlenmiş bulunmaları nedeniyle kılamamış olmalarına bağlamış. Çünkü toplanıp Cuma kılmaları durumunda Cumada anlatılanlar Kureyş'in hem ilahlarının, hem kanunlarının, hem de otoritelerinin sarsılmasına sebebiyet vereceği ve bundan dolayıda, gerek Allah (c.c)’ın rasulü gerekse müminler zarar göreceği için burada Cuma kılma imkanı bulamamışlardır.
Rasulullah (s.a.v), Mekke'de Müslümanları Kâbe'de bir araya toplayarak Cuma namazını kılma imkanını bulamamıştı. Mus'ab b. Umeyr Medine'ye gittiği zaman Cuma namazı kılmak için Rasulullah (s.a.v)'den izin istemiş, Rasulullah (s.a.v) ise ona gönderdiği mektupta, Cuma günü zeval vakti çıktıktan sonra, cemaatle kılacakları iki rekat namazla Allah (c.c)'a yaklaşmaya çalışmalarını ve bu vesileyle Müslümanlara hitapta bulunmasını emretmişti. Bunun üzerine Mus'ab b. Umeyr, Kuba'da Said b. Hayseme'nin evinde 12 kişi topladı ve bir koyun kesilerek yenildi. Mus'ab b. Umeyr, İslam tarihinde Müslümanları Cuma namazı için toplayan ilk kişi idi. İbn-i Şirin şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.v) Medine'ye hicret etmeden ve Cuma ayeti indirilmeden önce Medineli Müslümanlar Cuma namazı kılmışlardır." İbn-i Abbas diyor ki: "Rasulullah (s.a.v)'a hicretten evvel Cuma namazı için izin verildi. O, Mekke'de bunu eda etmeye imkan bulamadı da Medine muallimi Mus'ab b. Umeyr'e şöyle emretti: "Cuma günü güneş ortadan kayınca Medineliler'le Cuma namazı kıl." Esad b. Zürare de Medine'de Nakihul Hadamat'da (Beyaza oğullarının kara taşlığında) kırk kişi toplayıp Cuma namazı kıldırmıştır. Rasulullah (s.a.v) da Medine'ye girerken Salım b. Avf oğullarının oturdukları Ranuna vadisindeki mescidde ilk defa olarak Cuma namazını kıldırmıştır. Cuma Namazı Ne Zaman Farz Olur? Cuma namazı Müslümanlar üzerine Bi'set'in 10. yılında, İsra ve Miraç hadisesinde farz kılınmıştır. Rasulullah (s.a.v) kendisi Mekke'de iken, Medineli Müslümanların lideri Mus'ab b. Umeyr'e haber göndermiş ve oradaki Müslümanlara Cuma namazını kıldırmasını emretmiş, fakat kendisi Mekke'de üç sene boyunca Cuma namazı kılmamıştır. Sahih kaynakları incelediğimizde Rasulullah (s.a.v)'ın ilk Cumayı Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman Ranuna vadisinde kıldığını görürüz. Demek ki farz olmasına rağmen Rasulullah (s.a.v) üç sene boyunca Mekke'de Cuma namazını kılmamıştır. Çünkü Cuma namazı diğer namazlara benzemez. Cuma namazının şartları diğer namazların şartlarından farklıdır. Bu şartlar Mekke'de o anda mevcut olmadığı için, Miraç gecesinde beş vakit namazın farz kılınmasıyla beraber Cuma namazı da farz kılınmış olmasına rağmen, Rasulullah (s.a.v) ve Müslümanlar Cuma namazı yerine öğle namazı kılmışlardır.
Cuma namazı çok önemli bir namazdır. Şartları tahakkuk ettiğinde onun yerine öğle namazı kılınamaz. Şartları tahakkuk ettiği halde mazeretsiz olarak üç defa Cuma namazını kılmayan kişinin, sahih hadiste de geçtiği üzere, kalbi mühürlenir. Fakat şartları tahakkuk etmediği zaman Cuma namazı yerine öğle namazı kılan bir kişiye ise herhangi bir günah yoktur. Zira Rasulullah (s.a.v) üç sene boyunca Mekke'de Cuma namazı yerine öğle namazı kılmıştır. Şu halde farz olduğu halde Rasulullah (s.a.v)'ın Mekke'de Cuma namazı kılmamasının sebepleri nelerdi? Başka bir deyişle Mekke'de tahakkuk etmeyen Cuma namazı şartları nelerdi?
Cuma namazı kılınacak yerin bütün Müslümanların toplanabileceği ve bütün Müslümanlara açık bir yer olması gerekir. O esnada bu, Mekke'de mümkün değildi. Çünkü bütün Müslümanlar toplanıp Cuma namazı kılmış olsalardı, imanı gizli olan bazı Müslümanlar açığa çıkmış olacak ve kafirler toplu olarak Müslümanlara eziyet edeceklerdi. Cuma namazı diğer namazlar gibi sadece ayetler ve rekatlardan ibaret değildir. Cuma namazında, öğle namazının farz olan iki rekatı yerine, Cumanın rükunlarından birisi olan hutbe vardır. Bu hutbede, Cuma kılındığı anda, Müslümanları ilgilendiren en önemli meseleler anlatılır. Bu konuşulan şeyler ise büyük ihtimalle kafirleri kızdırır, bu yüzden de bu konuşmalara izin vermezler ve Müslümanlara eziyet gelir. Müslümanlar kafirlerin izin verdiği kadarıyla hutbe yapmakla Cumanın bir rüknu olan hutbe şartını yerine getirmiş olmazlar. Zaten İslam dinini kafirlerin istediği şekilde insanlara açıklamak küfürdür. Şayet Müslüman imam Cuma hutbesinde serbestçe ve istediği şekilde o andaki Müslümanların ihtiyacını anlatamayacaksa ya da anlattığı takdirde bundan dolayı eziyet görecekse artık imam Cumanın rükunlarından biri olan hutbeyi yapamayacak durumdadır. Cumanın bir rüknunun yapılamayacak hale gelmesi ise, Cumanın farziyetini kaldırır. Nerede ve ne zaman olursa olsun, Cumanın rükunları tahakkuk etmediği anda Cumanın farziyeti kalkar. Zamanımızda Allah (c.c)'ın hükümleri dışında hükümlerle hükmeden kafir bazı hükümdarların insanları uyutmak, onların kendisine zarar vermelerini engellemek ve o devletin İslam Devleti olduğu imajını verebilmek için camiler inşa ettirip Cuma namazlarının kılınmasına izin verdiklerini görmekteyiz. Hatta bu namazları kıldıracak imamlar tayin edip onlara maaşlar bile verdikleri apaçık bir gerçektir. İşte bu imamlar da kafir devletin istediği şeyleri anlatmakta, istemedikleri şeyleri gizlemekte ve bu şekilde İslam'a değil kafir hükümdarlara hizmet etmektedirler. Şayet böyle olmasaydı kafir hükümdarlar onlara maaş verirler miydi? Şayet bu imamlar gerçek İslam'ı açıklamış olsalardı, yani; hüküm verme yetkisinin yalnız Allah (c.c)'a ait olduğunu Allah (c.c)'tan başkasının hükümleriyle hükmeden devletin kafir olduğunu, bu devlete itaatin küfür olduğunu ve her Müslümanın bu devleti ortadan kaldırmak için elinden geleni yapması gerektiğini ve bütün bunların imanın bir gereği olduğunu, bu şekilde inanmadıkça ve bu şekilde amel etmedikçe kişinin namaz da kılsa, oruç da tutsa, hacca da gitse Müslüman olamayacağını söyleseler bu kafir hükümdarlar onlara izin verirler miydi? Kaldı ki onlara maaş versinler. Bunun gerçeklemesi düşünülemez. Sırf Cuma namazını eda edebilmek için iki rekat farz kılıp, durumla alakalı olup olmamasına bakmaksızın, hatta kafir devletin hoşuna gidecek şekilde bir hutbe vererek Cuma namazının rükunlarını yerine getirdiklerini zannedenler ancak kendilerini aldatırlar. Kalkıp işte camiler açıktır, ezanlar okunuyor, Cuma namazı kılınmasına ses çıkarılmıyor, bunun için Cumanın şart ve rükunları tahakkuk etmiştir, bundan sonra üç defa mazeretsiz olarak Cuma namazı kılmayan kişinin kalbi mühürlenir diyen kişi ya İslam'dan habersiz ya da kafirleri yüceltip insanları kandırmak isteyen bir belamdır. Bu noktada şöyle bir soru akla geliyor: Dar-ul Harp'te Cuma namazı hiçbir zaman kılınamaz mı? Dört mezhebe göre belirli bazı şartların teşekkül etmesi halinde, Dar-ul Harp'te de Cuma namazı kılınabilir. Bu şartlara gelince; 1 - Dar-ul Harp'te Cuma namazı kılınabilmesi için Müslümanların serbestçe toplanıp bir araya gelebilecekleri bir yer olmalı. 2 - Toplandıkları bu yerde, Müslümanların aralarında seçmiş oldukları imamın hutbede o anda Müslümanları en çok ilgilendiren meseleleri açıkca anlatabilmesi ve bundan dolayı ne Müslümanlara ne de imama bir eziyet gelmemesi gerekir. Bu iki şartın gerçekleşmesi halinde Dar-ul Harp'te Cuma namazı kılınabilir. Bu şartlar da ancak İslam Devleti ile barış anlaşması yapmış Dar-ul Harp'te gerçekleşebilir. Bunun dışındaki Dar-ul Harp'lerde bu şartların tahakkuk etme ihtimali çok azdır. Hele de tağut olmasına rağmen insanlara Müslüman devlet imajı veren bir devlette buna asla müsaade edilmez. Çünkü bu gibi devletler kendi hakikatlerini ortaya koyan bir hutbe okunmasını bile kesinlikle müsaade etmezler. Şu halde şartları tahakkuk ettiği halde Cuma namazı kılmamak ne kadar tehlikeli ise, şartları tahakkuk etmediği halde Cuma namazı kılmak da o derece tehlikelidir. Şu da unutulmaması gerekir ki, şartları tahakkuk etmediği için Cuma namazı yerine öğle namazı kılan bir kişiye düşen de o yerde tekrar Cuma namazı kılınabilmesi için gerekli olan şartların tahakkuk edebilmesi için var gücüyle çalışmaktır.
AKLA GELEN BAZI SORULAR VE CEVAPLARI Soru: İslam’la hükmedilmeyen bir beldede Cumanın farziyeti kalkar mı? Cevap: Dört mezhebe göre belirli bazı şartların teşekkül etmesi halinde, Daru'l-Harp'te yani İslam’la hükmedilmeyen bir beldede Cuma namazı kılınabilir ve farziyeti kalkmaz. Bu şartlara gelince; 1 - Daru'l-Harp'te Cuma namazı kılınabilmesi için Müslümanların serbestçe toplanıp bir araya gelebilecekleri bir yer olmalı. 2 - Toplandıkları bu yerde, Müslümanların aralarında seçmiş oldukları imamın hutbede o anda Müslümanları en çok ilgilendiren meseleleri açıkça anlatabilmesi ve bundan dolayı ne Müslümanlara ne de imama bir eziyet gelmemesi gerekir. Bu iki şartın gerçekleşmesi halinde Daru'l-Harp'te Cuma namazı kılınabilir ve farziyeti kalkmaz. Bu şartlar ise ancak İslam Devleti ile barış antlaşması yapmış Daru'l-Harp'te gerçekleşebilir. Bunun dışındaki Daru'l-Harp'lerde bu şartların tahakkuk etme ihtimali çok azdır. Hele de tağut olmasına rağmen insanlara Müslüman devlet imajı veren bir devlette buna asla müsaade edilmez. Çünkü bu gibi devletler kendi hakikatlerini ortaya koyan bir hutbe okunmasına kesinlikle müsaade etmezler. Zira hutbede söylenenler büyük ihtimalle kafirleri kızdırır, bu yüzden de bu konuşmalara izin vermezler ve Müslümanlara eziyet gelir. Müslümanlar Cuma hutbesini kesinlikle kafirlerin izin verdiği ve istediği şekilde yapamazlar. Böyle yapılırsa Cumanın bir rüknu olan hutbe şartını yerine getirmiş olmazlar. Üstelik İslam dinini kafirlerin istediği şekilde insanlara açıklamak, onların heva ve heveslerine uymak, onlara istekleri konusunda itaat etmektir ve küfürdür. Bu sebeple eğer ki Müslüman imam Cuma için hutbeye çıktığında hutbesinde serbestçe ve istediği şekilde o andaki Müslümanların ihtiyacını anlatamayacaksa ya da anlattığı takdirde bundan dolayı eziyet görecekse, bu durumda o imam Cumanın rükunlarından biri olan hutbeyi yapamayacak durumdadır. Cumanın bir rüknunun yapılamayacak hale gelmesi ise, Cumanın farziyetini kaldırır. Nerede ve ne zaman olursa olsun, Cumanın rükunları tahakkuk etmediği anda Cumanın farziyeti kalkar. Soru: Kafir bir yöneticinin tayin ettiği imamın arkasında Cuma kılınır mı? Cevap: Kafir bir sistemin veya yöneticinin, kendi sistemine hizmet eden ve yine kendisi gibi kafir olan imamlarının arkasında ne Cuma namazı, ne vakit namazları ve ne de cenaze namazı kılınır. Çünkü onlar kafir olduklarından dolayı müminler üzerinde ne velayet hakkına, ne yöneticilik hakkına ne de imamlık hakkına sahip değillerdir. Maalesef zamanımızda Allah (c.c)’ın hükümleri dışında hükümlerle hükmeden kafir bazı yöneticilerin insanları uyutmak, onların kendisine zarar vermelerini engellemek ve o devletin İslam Devleti olduğu imajını verebilmek için camiler inşa ettirip Cuma namazlarının, vakit namazlarının kılınmasına ve diğer bazı ibadet olan amellerin yapılmasına izin verdiklerini görmekteyiz. Hatta bu namazları kıldıracak veya İslam’dan kendilerine zarar vermeyecek belirli meseleleri insanlara anlatacak imamlar tayin edip, onlara maaşlar bile verdikleri apaçık bir gerçektir. İşte bu imamlar da kafir devletin istediği şeyleri anlatmakta, istemedikleri şeyleri gizlemekte ve bu şekilde İslam'a değil kafir yöneticilere ve sistemlere hizmet etmektedirler. Şayet böyle olmasaydı kafir hükümdarlar onlara maaş verirler miydi? Yine, bu imamlar gerçek İslam'ı açıklamış olsalardı, yani; hüküm verme yetkisinin yalnız Allah (c.c)'a ait olduğunu Allah (c.c)'tan başkasının hükümleriyle hükmeden devletin kafir olduğunu, bu devlete itaatin küfür olduğunu ve her Müslümanın bu devleti ortadan kaldırmak için elinden geleni yapması gerektiğini ve bütün bunların imanın bir gereği olduğunu, bu şekilde inanmadıkça ve bu şekilde amel etmedikçe kişinin namaz da kılsa, oruç da tutsa, hacca da gitse Müslüman olamayacağını söyleseler bu kafir hükümdarlar onlara izin verirler miydi? Kaldı ki onlara maaş versinler. Bunun gerçeklemesi düşünülemez. Sırf Cuma namazını eda edebilmek için iki rekat farz kılıp, durumla alakalı olup olmamasına bakmaksızın ve kafir devletin hoşuna gidecek şekilde bir hutbe vererek Cuma namazının rükunlarını yerine getirdiklerini zannedenler ancak kendilerini aldatırlar. Kalkıp ta; "Camiler açıktır, ezanlar okunuyor, Cuma namazı kılınmasına ses çıkarılmıyor, bunun için Cumanın şart ve rükunları tahakkuk etmiştir, bundan sonra üç defa mazeretsiz olarak Cuma namazı kılmayan kişinin kalbi mühürlenir." diyen kişi ya İslam'dan habersiz ya da kafirleri yüceltip insanları kandırmak isteyen bir belamdır. Kafir sistemlerinde insanlara imam, din adamı, din profesörü, din doktoru veya din alimi diye tanıttıkları ve asıl görevleri o sistemlere hizmet etmek olan belamlar, aslında birer paralı devlet memurlarıdır. "İmamlık" onların "ekmek teknesi"dir. Onlar için İslam ya da İslami değerler hiç önemli değildir. Bu sebeple bu imamlar: 1 - Allah (c.c)'a ve rasulüne iftira atmaktan geri kalmazlar. 2 - İslam dinini ya bilmezler, ya da kasıtlı saptırırlar. 3 - İslam düşmanlarını yüceltir, över, kahraman ilan ederler. 4 - Allah (c.c)'ın kafir dediklerini Müslüman, Müslüman dediklerini kafir ya da rejim düşmanı vs. ilan ederler. 5 - Allah (c.c)'ın insanlara kitaptan bildirilmesini emrettiği hükümleri gizlerler ve böylece laneti hakederler. 6 - Kafirlere dostluk, müminlere düşmanlık göstermeye teşvik ederler. 7 - Her gün 5 defa minarelerden okudukları ezanın bile ifade ettiği manayı hissetmezler, sadece güzel teganniler yaparlar. 8 - Bidatleri dinden gibi gösterirler ve insanlara cennetten yer parsellerler. 9 - Küfürle yaşamayı İslam olarak gösterirler, böylece küfrün hüküm sürdüğü yerleri İslam'mış gibi gösterirler. 10 - Küfür yolunda savaşmayı ve bu uğurda ölmeyi şehadet olarak vasfederler, insanları buna teşvik ederler. 11 - Dualarında Yahudi, Hristiyan, putperest, ateist vs. demeksizin herkese rahmet okurlar. 12 - Kafirlikleri açık, Allah (c.c)'ın varlığını ve İslam'ı kabul etmediğini söyleyen, hatta İslam'a karşı bayrak açtığı bilinen kimselerin bile cenazelerini kılarlar, onlara kabirleri başında dua ederler. Bunlar gibi daha bir çok şirk, küfür ve bidatleri işlemekten geri kalmazlar. Bütün bunlara rağmen bu kimselerin İslam'da söz konusu edilen imamlardan olduğunu ve onların peşinde namaz kılınacağını hangi akıl sahibi kimse söyleyebilir ki? Soru: Cuma kılınmadığı takdirde Müslümana bir sorumluluk var mıdır? Cevap: Cuma namazını kılmaması konusunda Müslümana sorumluluğun olabileceği durum ancak şartların tahakkuk etmesi ve Müslümanın Cuma kılmama konusunda mazeretsiz olması halinde söz konusudur. Bu ise Müslümanın yaşadığı dar (yer) ile alakalıdır. Buna göre Müslümanın yaşadığı dara göre Cuma konusundaki sorumluluğu şöyle değerlendirilir: a) Dar'ul-İslam: İslam diyarında bir Müslümanın Cuma namazını kılmaması eğer ki onu inkar etmesi sebebiyle ise o kimse dinden döner ve mürted olur. Şayet Cuma namazını kılmaması inkarı değil, tembelliği veya önemsememesi sebebiyle ise bu kimsenin küfre girmesinden endişe edilir. Bu konuda Rasulullah (s.a.v)'ın bu meselenin ehemmiyetini belirten sözleri vardır. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Cuma namazına gitmek, ergenlik çağına ulaşmış her Müslümana farzdır." (Nesei, Cumu'a 2; Ebu Davud, Taharet 129), "Cuma namazını kılmayan birtakım kişiler, ya bundan vazgeçerler ya da Allah (c.c) kalplerini mühürler de gafillerden olurlar." (Müslim, Cumu’a 12; Nesei, Cumu’a 2)
"Allah (c.c), önemsemeyerek üç Cumayı terk eden kişinin kalbini mühürler" (Ebu Davud, Salât 210; Nesei, Cumu’a 2) b) Dar’ul-Küfür: Dar’ul-Küfür kendi arasında şu kısımlara ayrılır: 1) Kendisiyle Anlaşma Halinde Olunan Dar'ul-Küfür: Bu gibi diyarlarda yaşayan Müslümanlarla kafirler arasında bir sulh olduğu için kafirler Müslümanların ibadetlerine karışmazlar. Müslümanlar Cuma dahil her ibadetlerini, kafir sistemin değil, İslam’ın emirleri doğrultusunda yerine getirirler ve bu konuda kafirler tarafından kendilerine bir zarar söz konusu olmaz. İşte böyle bir yerde sebepsiz Cumayı terk etmek aynen Dar’ul-İslam olan beldede Cumayı terk etmek gibidir. 2) Kendisiyle Anlaşma Halinde Olunmayan Dar'ul-Küfür: Bu gibi diyarlarda yaşayan Müslümanlarla kafirler arasında bir sulh olmadığı için kafirler Müslümanların ibadetlerini, İslam'ın emirleri doğrultusunda değil kendi bildirdikleri şekliyle yapılmasını isterler. Bu gibi yerlerde Müslümanlar hür değildirler. Bu sebeple Müslümanlara bu gibi diyarlarda Cuma namazı farz değildir. Çünkü Cuma namazı İslam'ın emirleri doğrultusunda yerine getirilemez. Şayet getirilecek olsa kafirler tarafından eziyete maruz kalırlar. Bu durum, farz kılınmasına rağmen Rasulullah (s.a.v)'ın Mekke'de Cumayı eda etmemesi gibidir. Yani bu gibi diyarlarda Cumanın farziyeti kalkar ve Müslümanlar Cuma namazı yerine öğle namazını eda ederler. Soru: Küfürle hükmeden ve Müslümanlarla anlaşması olmayan küfür diyarlarında Cuma konusunda Müslümanlara düşen görev nedir? Cevap: La İlahe İllallah Kelime-i Tevhid'ini yüklenmiş her Müslümana düşen görev; şirk tamamen ortadan kalkıp din sadece Allah (c.c)'ın oluncaya kadar müşriklerle mücadele etmesidir. Bu sebeple La İlahe İllallah düsturunu çok iyi anlaması ve onu tekrar yeryüzüne hakim kılabilme mücadelesi vermesi gerekir. Böyle yapmakla hem yeryüzünde Allah (c.c)'ın dinini hakim kılma, hem Cuma namazı ve tüm ibadetleri rahatlıkla yerine getirebilme mücadelesi vermiş, hem de Allah (c.c)'ın rızasına uygun amel işlemiştir. İşte böyle diyarlarda Müslümana düşen asıl görev budur. Bu konuda bizler için en güzel örnek Rasulullah (s.a.v)'tır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Rasûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab 21)
YAYGIN İDDİALAR VE CEVAPLARI İddia: Biz dışarıdaki imamların arkasında değil kendi bildiğimiz kişiyi tayin ediyoruz... Cevap: Diyelim kendi bildikleri kişiyi tayin ettiler bu kabul, peki bulundukları yer şehir hükmünde mi? Söz konusu yerin şehir hükmünde olduğunu ispat edin o zaman. Bu yerin şehir hükmünde olduğunu düşünelim ve kabul edelim, şimdi bu yer Dar'ul-İslam mı yoksa kafirlerle anlaşmalı Müslümanların yaşadığı bir yer mi? O zaman bunu ispat edin. Bu yerin bir anlık Dar'ul-Harp'le anlaşmalı bir belde olduğunu düşünelim. Bu durumda o beldenin halifesi kim? Kimler o halifeye biat etmiş? Ve niye bu yerde bütün Müslümanlara kapısını açmıyor? İmam tayin edilen kimse hutbesinde ne anlatıyor? Dar'ul-Küfür, küfürlerini insanlara anlatıyor mu? İnsanları şirkten, küfürden sakındırıyor mu? La İlahe İllallah inancının ne olduğunu ve rasullerin niçin bu kelimeyle gönderildiklerini anlatıyor mu? Eğer anlatmıyorsa ve bunlar yapılmıyorsa onların birilerini imam tayin etmeleriyle tağutların birilerini imam tayin etmesi arasında hiç bir fark yok. Çünkü her iki taife de İslam'dan habersiz, ilmi gizleyenler veya ilimden habersiz paralı memurlar hükmündedir. İddia: Size Cumaya gitme diyen buna engel olan biri mi var her yer serbest değil mi? Üstelik Cuma farz kılındığı zamanda peygamberimiz zor durumdaydı bu yüzden kılamamıştı. Cuma namazı farz kılınmış olduğu halde Medine de ise İslam beldesi yoktu, fakat sadece İslam her eve girmişti ve serbesttiler tıpkı günümüzdeki gibi. Cevap: Evet. Dediğinizi inceleyelim, bakalım dediğiniz de ne kadar haklısınız görelim. Diyorsunuz ki; "Rasulullah (s.a.v) o zaman zor durumdaydı." Bu sözünüz de yerden göğe kadar haklısınız. Ama unuttuğunuz bir mesele var ki o da Rasulullah (s.a.v)'ın hangi zorluklar içerisinde olduğudur. Zira Rasulullah (s.a.v) Cuma kılmamasına rağmen tüm zorluklarına rağmen bu meseleden daha zorunu başarmış kâfirlere tevhidi yüzlerine karsı haykırmıştır şimdi sizce şu zamanımızda kâfirlere tevhidi gerçek manasıyla haykırmak mı daha zor, yoksa Cuma kılmak mı? Elbette Tevhidi haykırmak daha zor? O halde acaba hiç düşünmez misiniz Rasulullah (s.a.v) daha zorunu yaptığı halde daha basitini niye yapmamıştır... İste burada ortaya Cuma için Cumaya has şartların olduğu meselesi ortaya çıkıyor. O şartlar ise bilinen şartlardır. Bu şartlar olmadıkça Cuma kılınmaz demektir. ve diyorsunuz ki İslam Medine'de her eve girmiştir... O yüzden Müslümanlar serbesttiler... Bu sözünüzde de haklısınız... O halde simdi şartların aynı olduğunu iddia ediyorsanız haydi tek tek evlerin kapılarını çalalım acaba Allah (c.c)'ın istediği ve resulünün tebliğ ettiği İslam'dan kimler nasibini almışlar görelim... Ama tabi ki burada asıl olan birilerinin İslam dediği değil, Allah (c.c) ve resulünün İslam olarak bildirdiği ve kendisinden razı olduğudur... O halde sizlerle İslam'ı inceden inceye bir konusalım sizler İslam'ın neresindesiniz ki insanları da İslam'ı serbestçe yasayanlar olarak değerlendiriyorsunuz. "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.