Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

28 Şubat 2016 Pazar

Tüm Peygamberlerin Ortak Daveti

Yüce Allah Enbiya suresinde şöyle buyurur;

        "Senden önce hiçbir Resûl göndermedik ki ona: “Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım." (Enbiya 25)

Nahl suresinde ise;

           "Andolsun ki biz her ümmete, “Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının” diye (emretmeleri için) bir peygamber gönderdik." (Nahl 36)

        Allah’a kulluk ve tağuttan sakınma Lailaheillallah’ın manasıdır. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin tarihini anlatan surelerden A’raf suresini ele alacak olursak göreceğiz ki tüm peygamberlerin kavimlerini ilk davet ettiği gerçek bu kelimedir.

        "Andolsun ki Nuh’u elçi olarak kavmine gönder-dik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.” (Araf 59)

        "Ad kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). O, dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin; sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Hâla sakınmayacak mısınız?” (Araf 65)

        "Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin; sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” (Araf 73)

        "Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin; sizin ondan başka ilahınız yoktur.” (Araf 85)

        Ayetlerde görüldüğü gibi her bir peygamberin kavminde Allah (cc)’ın haram kıldığı içki, zina, tartıda hile vs. gibi ameller bulunmasına rağmen onlar davetlerine bu kelime (tevhid) ile başlamışlardı...

Allah,  Peygamberimiz (sav)’e şöyle emreder En’am suresinde;

        "İşte bunlar Allah’ın hidayet ettikleridir. Sen on-ların hidayetine uy." (En-am 90)

        Evet, Resulullah (sav) bu peygamberlerin yoluna uymuş ve kendisi de kavmini ilk olarak bu kelimeye davet etmiştir. Mekke toplumu, cahiliyyenin en karanlık dönemini yaşıyordu. Haramlar ve İslam şeriatında rezillik diye vasfedilen her şey bu toplumda övünme aracıydı. Buna rağmen peygamberimiz (sav) insanları öncelikle ahlaka değil, Kelime-i Tevhid’e davet etmiştir. Bugünün davetçileri de onun sünnetine ve tüm Resullerin davetine uymak istiyorlarsa onların başladığı yerden davetlerine başlamalıdırlar.
        Tabi şeytanın en büyük aldatması olan; “Bu toplum müslümandır, bu toplumun ahlak ve tezkiyeye ihtiyacı vardır.” gibi sözler hakikatten bir şey yansıtmaz. Bu zihniyette olan insanlar ya şirkin ne olduğunu anlamamış veya anlamamazlıktan gelmişlerdir…

Her iki toplumu karşılaştıracak olursak:

        Peygamberimizin geldiği toplumda insanlar, salih insanların heykeli diye putlardan yardım diliyorlardı, bizim toplumumuzda ise salih insanların yatırları diye insanlar yatır ve türbelerden yardım diliyorlar. Acaba eskilerin putu boyuna uzun bizimkilerin ki ise enine uzun olunca bu fiil şirk olmaktan  çıkıyor mu?!

       Peygamberimizin (sav) geldiği toplumda insanlar kanun koyma yetkisini o günün şartlarında yapılmış, derme çatma bir yapı olan Dar’un-Nedve’ye veriyor, bizim toplumumuz ise bu yetkiyi modern dünya kriterlerinde inşa edilmiş bir bina olan Meclis’e veriyor. Acaba birinin derme çatma, diğerinin modern oluşu kanun yapma yetkisini Allah (cc)’tan başkasına vermeyi şirk olmaktan çıkarıyor mu?

          Yine o toplumda insanlar, hayatlarının gelecek günlerinde ne ile karşılaşacaklarına dair haberleri, gaybı bildiklerine inandıkları kâhinler ve fal okları aracılığıyla tespit ediyorlardı, bizimkiler ise gazetelerin burçlar kısmına bakıp bu ihtiyaçlarını gideriyorlar. Hatta ne idüğü belirsiz cinci hocalara, sözüm ona medyumlara ve falcılara gidiyorlar. Arada ne fark var ki, bu dönemde yapılanı şirk olmaktan çıkarıyor?

        O gün savaşlar, sevgiler, dostluk ve düşmanlıklar; kabile, vatan, para ilkesi üzerine kurulurken, bugün değişen nedir?

        Daha verebileceğimiz birçok örnek ve yapabileceğimiz birçok kıyas sonucunda iki toplum arasında hiçbir farkın olmadığı görülecektir. Eğer iki toplumda aynı şirk ve küfür bataklığında yüzüyorsa, neden biz de Resullerin başladığı kelimeden başlamıyoruz? Yoksa biz onlardan daha iyi davetçi olduğumuza inandığımızdan dolayı mı onların davet metodundan yüz çeviriyoruz? Veya biz de Mekkeli müşrikler gibi bu kelimenin hak olduğunu, bazı manalarının anlatılabileceğini kabul ediyoruz da, yükünü ve getirilerini mi kabullenmiyoruz?

        Tevhidden başlamama sebebimiz ne olursa olsun, eğer iki toplum arasında fark olmadığı halde davetçilerimiz Resullerin metodundan yüz çevirip, kendi bildikleri davet metodunu uyguluyorlarsa, bu onlara açıktan muhalefet ve amellerin boşa çıkması demektir.

        “O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur 63)

        İbni Kesir: “Onun emrine muhalefet, O’nun davetine ve menhecine muhalefet etmektir” der. “İsabet edecek olan fitneyi de; küfür, nifak ve bidat olarak tefsir” eder.

        Zadu’l Mesir’de İbnu’l Cevzi Resule muhalefet edenlere isabet edecek olan fitnede üç görüş olduğunu söyler:

        a) sapıklık    b) küfür    c) dünyada bir bela

        Şeyh Şankiti tefsirinde, Kur’anda fitnenin dört manada kullanıldığını belirttikten sonra kendisi şunu tercih eder: Buradaki fitne sapıklıktır. Yani Resule muhalefet edenlerin Allah (cc) sapıklıklarını artıracaktır. (İsmi geçen tefsirlerden Nur süresi 63. ayetin tefsirine bakılabilir. Aynı şekilde İmam Ahmet’ten, Resule muhalefet edenlere isabet edecek olan fitnenin şirk olduğuna dair rivayetler vardır)

        Acaba davetçiler Resulullah (sav)’ın emrine davet noktasında neden muhalefet ediyorlar? Keşke Allah (cc)’tan korksalar ve kıyamet gününde bu yaptıkları davetin boşa gideceğini bilselerdi. Bugün şirkin her türlüsüne bulaşmış olan halk, bu sahte davetçiler sayesinde kendilerinin Müslüman olduklarını zannediyor ve şirklerinde debelenmeye devam ediyorlar. Kendisine sadece namaz, oruç, kumar vs anlatılan toplum, dini anlamda yaşadığı problemin sadece bu alanda olduğunu zannediyor ve ne de olsa Allah Müslümanları affeder düşüncesiyle hakkı araş-tırma gibi bir eğilim de göstermiyor. Bugün insanlara tevhidden bahsetmeyen bu topluluğa yüce Allah (cc)’ın şu ayetini hatırlatıyoruz:

        “Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle derler). Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür.” (Nahl 25)

        Yine şunu hatırlatmak isteriz ki, Resuller dahi dini yayma noktasında tercih hakkına sahip değillerdi. Onlara, tevhid daveti vahyedilmiş ve bu davetin olduğu gibi insanlara ulaştırmaları kendilerinden istenilmişti.

        “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide 67)

Son olarak;

        Bir amelin Allah katında kabul edilmesi için, amelin ihlâsla yapılması ve sünnete uygun olması şarttır. Yoksa bu amelin Allah katında hiçbir değeri olmaz. Davet de bir ameldir. Bu amelin kabul olup ecrinin alınabilmesi için davetçide ihlâs ve davet metodunun sünnete uygunluğu şarttır. Peygamberimiz (sav) Buhari ve Müslim’in Aişe annemizden rivayet ettikleri bir hadisi şerifte:
        “Kim bizim yapmadığımız bir ameli yaparsa, o amel Allah katında reddedilir.” buyurmuşlardır. Davet metodunda Resulullah (sav)’ takip etmeyen bir insanın yapmış olduğu amel kabul edilemez.

Yüce Allah ayeti kerimede;

        “Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın. (Kehf 110)
        İbni Kesir: Ayette geçen salih amel ve şirk koşmama amelin kabul şartlarıdır. Amelde ihlâs olacak ve Resulullah (sav)’in şeriatı üzere olacak.

        Başka bir ayette;

        “Bilakis, kim Muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse (Allah’a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de onlar üzüntü çekerler’’ (Bakara 112)

        İbni Kesir: Sait bin Cübeyr (ra)’den; ihlâs ve Resulullah (sav) ‘e tabi olacak. Sonra İbni Kesir bu ayette de amelin kabul şartının iki olduğunu zikreder ve yukarda zikrettiğimiz hadisle de bunu destekler. Ve der ki; amelde ihlâs olsa da eğer o amel sünnete uygun değilse o amel makbul değildir. Aynı şekilde sünnete uygun olan amel de ihlâslı değilse, o amel de makbul olmaz…

        Bu delillerle dayanarak diyoruz ki; zamanımızda davet yükünü omuzlamış olan davetçiler bu amellerinin boşa gitmemesi için Resulullah (sav)’in davet metodunu incelemek zorundadırlar. İnceleyenler de çok net bi şekilde göreceklerdir ki O’nun davetinin temeli, başı, sonu hiç tevhitsiz olmamıştır. O ilk geldiğinde kelime-i tevhidle davete başlamış, vefat edeceği anlarda da ümmetini kabirleri mescit edinmekten sakındırmıştı. (Buhari Kitabu’l Cenaiz 1324 - Müslim Kitabu’l Mesacid 531)  Ölüm anında dahi ümmetine tevhid ve tevhid esaslarını telkin etmekten geri durmamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.