Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

27 Mayıs 2012 Pazar

Parti ve Partiçilerin İslam İle Bir İlişkisi Kalmamıştır


Çünkü particiler küfürlerini açıktan ve utanmaksızın, Allah’u Teala’dan da korkmaksızın işlerler. Küfürlerinin başlangıç noktası parti kurmak suretiyledir ki partilerini kurmak içinde bir tüzüğe sahip olmak zorundadırlar yine bu tüzük de Tağut’un kanunlarınca belirtilen bir takım yaptırımları kabul ettiklerini yazılı bir şekilde beyan ederek tastikli kafir olarak küfürü içinde yuvarlanıp gitmete adım atarlar.

Peki kafirliklerinin tescili olan bu tüzükte neler yer alır, nasıl olursa bir tek tüzük ile bu insanlar İslam dairesinden çıkarak (girmiş ise) kafirliklerini katmerleştirirler, şimdi onları ele alalım vesselam; Şimdi kendisinin imanlı, ihlaslı ve moda tabir ile muhafazakar olduklarını iddia eden, yani kendini İslam’a yakın sayan bir partinin parti tüzüğünden birebir alıntılar ile bunların nasıl tastikli kafir olduklarını görelim biiznillah;


Bu tüzük hükümlerine göre kurulmuş olan partinin adı; XXXX partisi’dir. diye başlıyor, yani bakın bizim partimiz bu tüzükte yer alan amaçlar doğrultusunda kurulmuştur. Şimdi İslam2ı hakim kılmak! adına çalıştıklarını yazamazlar ya! (bu destekçilerinin iddiası) tamam onun böyle olduğunu kabul edelim. Peki şimdi gelecek sözleri yazarak, bunu da imzalayarak ve bunu da amaçları olarak lanse ederek nasıl Müslüman kalabileceklerini de ayrıca tartışacağız vesselam.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, başta ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ ile ‘İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ olmak üzere TBMM tarafından onaylanmış uluslararası belgeler, Siyasi Partiler Kanunu, seçim kanunları, diğer ilgili kanun ve mevzuat çerçevesinde, Tüzüğü ve Programına göre teşkilatlanmak ve faaliyette bulunmak üzere kurulmuş siyasi bir teşekküldür.

Yani bu parti Allah’u Teala’nın bize inkar etmekle emrolunduğumuz Tağut ve onun yılmaz bekçilerinin hazırlamış olduğu anayasa ve yetmedi Avrupa İnsan Hakları ve ona bağlı olan mahkemelerin de kanunlarına, nizamlarına göre ve ilgili kanunlar doğrultusunda kurulan bir partidir.

Türk Milleti’nin en önemli yönetim kazanımının, Cumhuriyet olduğuna ve egemenliğin, kayıtsız ve şartsız milletimize ait bulunduğuna inanır. ‘Milli irade’ nin tek belirleyici güç olduğunu kabul eder.

İnsan yazarken bile tüyleri diken diken oluyor ki, yazmaksızın kopyala yapıştır ile Tüzüklerinden almak bir nebze de olsun bizi teselli edebiliyor. Bakın ne diyor bu parti, türk milletinin en önemli kazanımıymış cumhuriyet… Cumhuriyet gelince ne oldu, Hilafet kaldırıldı, kaldırıldığı gün resmi bayram ilan edildi, bir milletin dili kendisinden zorla sökülüp alındı, sarığı başından atıldı, atmayuanlar asıldı ve yerine şapka getirildi. İslam’ın en izzetli ve şerefli kıyafeti olan çarşaf atıldı, kılık kıyafet kanunu ile sarıkla beraber o dönem yasaklandı. Haremlik selamlık yerine bir aradalık getirildi ve okullarda karma eğitim, yetişkin kız erken bir arada yanyana oturtuldu ve cumhuriyetin tüm melanetlerini saymaya kalsak sayamayız ki hepsi Şeriata ve dolayısı ile İslam’a zıt hükümleri getirdi.

Şimdi bu adı muhafazakar ve İslam’ı hakim kılacak olan parti ne diyor, cumhuriyet yüce bir kazanımdır!!!

Devam ediyor, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyor ve bunu da imzalıyor. Peki Allah’u Teala ne diyor?

“Hüküm ancak Allah’ındır” (Yusuf Suresi 40. Ayet Meali) Yani Hakimiyet hakkı sadece Allah’u Tealanın tasarrufundadır ve yaratmış olduğu mahlukunun üzerindeki yegane güç ve otoritedir. Malum o dur ki “Hükmetmekte emretmekte Allah’u Teala’ya aittir” Bunlar daha işin başında Allah’u Teala’nın hakimiyet hakkını gaspedip bu hakkı insanlara vermekle dakika bir gol bir dercesine kafirliğin karanlığına adım atmışlardır. Allah’u Teala’nın Hükmeden, Hakim, Hakem sıfatlarını kendilerine veya yücelttikleri kavramlara geçirmişlerdir.

Bilineceği üzere fıkıhta bir kaide vardır ki “Allah’u Teala’nın zati veya subuti sıfatlarını bir mahlukta görmek onu Rab edinmektir.”

Yetmedi, bakın arkasından ne geldi yukarıda, milli iradenin tek belirleyici güç olduğunu kabul ediyorlar. Katmerli kafirlik diye buna denir ki milletin iradesine değil Yaradan (azze ve celle) neyi irade etmiş ona bakılır ve yegane belirleyici güç ancak O’dur. Aksini düşünelim, yani particilerin dediğini, halk neye irade etti Şeriat’ın ilgasına, Allah’u Teala’nın hükümlerinin iptaline, bu durumda olacak olan ne, sen parti olarak neyi taahhüd ediyorsun? Halkın iradesini ki o zaman sen bu halkın iradesine göre hükmedeceksin ve Allah’u Teala’nın hükmü nedir, ne irade etmiştir bakmayacaksın ki zaten bunu hem söylüyor hem de imzalıyor, yarın da başa geçince yapacaksın, yaptın da… daha oraya gelmedik.

Millet adına egemenlik yetkisi kullanan kurumların ve kişilerin gözetmeleri gereken en üstün gücün ise, hukukun üstünlüğü ilkesi olduğunu savunur. Akıl, bilim ve tecrübenin yol gösterici olduğunu benimser.

Hukuk dediği beşeri hukuk, Allah’u Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de vaz’ettiği miras, sosyal, siyasi ve ekonomik hukuku yani Şeriat’ı değil. Ve burada EN ÜSTÜN GÜÇ’e vurgu yapılıyor. Sıradan, sokakta geçen birisi yahut bir çocuğa sorulsa en üstün güç nedir? diye sanırım cevabı Allah (azze ve celle) olacaktır. Ama particilere göre en üstün güç hukuk, peki bu hukuk kimin hukuku? Şeriat’ı kerih gören, Allah2ın yasakladığını sebest, serbest bıraktığını yasaklayan yani Allah’u Teala’nın karşısında klendini yegane otorite gören firavunlarca hazırlanmış hukuk… Şimdi bunların tabi olduğu ve tek otorite kabul ettikleri güç bu gücünü nereden alıyor? Tağuttan peki burada Allah’u Teala’nın emirleri nerede? Üstelik bunu yaparken akıl ve bilimi de yol gösterici olarak kabul ediyor. Ne acı değil mi? Yani bunun türkçesi heva ve heves, bunlar heva ve hevese, insanların çoğunun rızasına uyana tabi oluyorlar. Yine tüzükten devam edelim ki en sonunda zaten bir iki çift kelam daha edeceğiz yoksa bu kadar üstün körü geçmeyeceğiz sadece anlaşılması gereken anlaşılsın ve o kafirliğin pası ile paslanmış beyinlere biraz kan gitsin.

Milli irade, hukukun üstünlüğü, akıl, bilim, tecrübe, demokrasi, bireyin temel hak ve özgürlükleri ve ahlakiliği, siyasi yönetim anlayışının temel referansları olarak kabul eder.

Bunlar işlerini milletin iradesine göre ve Allah’u Teala’nın “kaçının” dediği tağutun hukukuna göre ve heva, heves, deneme yanılma ile elde edilen tecrübe ve en önemlisi “demokrasi” ile, bireye Allah’u Teala’nın tanıdığı hakların üzerinde haklar vermek sureti ile (kişi isterse dinini inkar edebilir, mürted olma izni vb…) siyasi yönetim anlayışını da bu referanslar üzerinden alır.

Sulh içinde bir arada yaşamanın, insana verilen değerle mümkün olacağına inanır.

Sulh ancak yeryüzünde fitne ortadan kalkıncaya ve “La İlahe İllallah Muhammedun Resulullah” deyinceye kadar savaştıktan sonra olabilecek bir şeydir. Küfürle, kafirler bir Müslüman’ın yaşaması caiz değildir, (batıl kanunlar altında ve bu kanunlara karşı gelmeksizin gerek kalben, gerek madden çalışmaksızın) her şeyi ile onlardan ayrılması gerekir ki Müslüman bunun için çabalar ve çalışır.

insanların farklı inanç, düşünce, ırk, dil, ifade etme, örgütlenme ve yaşama gibi doğuştan var olan tüm haklara sahip olduklarını bilir ve saygı duyar.

Müslüman farklı dine mensup olan bir kişinin dinine, daha ötesine gitmişler… düşüncesine saygı duymaz. Allah’u Teala’nın kerih gördüğü, inançsızlık, O’nu inkar ve hele hele O’nun Resulünü (s.a.v) inkar eden ehli kitaba saygı duymaz bunu caiz göremez.

millet adına egemenlik yetkisi kullanan yasama, yürütmeve yargı erkleri ile devlet şeması içinde kamusal işlev gören bütün kişi, kurum ve kuruluşların; yetki kullanımlarında ve görev ifa etmelerinde, ikinci maddede atıf yapılan belgelerde yer alan hukuk devleti normlarına uygunluğu gözetir olmaları gereğini vurgular ve bu gerekliliğe uygunluğu, meşruiyetin esası kabul eder.

Millete egemen olan yegane güç Allah’u Teala’dır demiştik, Allah’u Teala’nın ne hükümde ne de başka bir şeyde ortağı yoktur. O’nun hükmüne ve iradesine ortak olmayı istemek bile kafirliktir. Değil bunu sözleri ile ve imzası ile belgelemek…

bireylerin inandıkları gibi yaşama, düşündükleri gibi ifade etme haklarının tartışılamaz olduğunu, inanç ve düşüncenin hukuka uygun olarak tanıtım ve propagandasının, bireylere ve sivil toplum kuruluşlarına ait bir hak ve yetki olduğunu, her bireyin her kurumda ve yaşamın her alanında eşit ve ortak hakları bulunduğunu, dolayısıyla devletin, hiçbir inanç ve düşünceden yana veya karşı tutum sergilememesi gerektiğini, Anayasa’da yer alan laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin, bu anlayış ve bakışın güvencesini teşkil ettiğini vurgular. Devletin ve parti tüzel kişiliğinin bu alanda yüklenebileceği işlevin, sadece hak kullanımlarını sağlayıcı ve güvence altına alıcı özgür ortam hazırlamaktan ibaret olması gereğini kabul eder. Temel hak ve özgürlüklerin, oylama konusu olamayacağını savunur.

Nasıl ki inananların inandıkları gibi yaşamaya hakkı vardır öyle ise inanmayan yahut başka dine tabi olanların da istedikleri gibi yaşamaya hakkı vardır. Evet Resulullah (s.a.v) de Mekke ve fethinin ardından herkesin inandığı gibi yaşamaya devam edebileceğini bildirmiş ama bunu da kurallara bağlamıştır. Kalkıp bir kişi inançsızlığının yahut hristiyanlık ve Yahudiliğin propagandasını yapamaz bu caiz değildir her şeyden evvel küfre rıza göstermektir. Bir Müslüman ile bir ehli kitap asla ve asla aynı haklara sahip olamaz. Devlet eğer kendini İslam’dan sayıyorsa İslamdan yana olmakla mükelleftir eşit davranamaz veya başka bir dini yüceltecek tavır içinde olmaz. Bunları da delillendireceğiz inşaallah ki akıl bile bu konuda delile ihtiyaç duymaz. Laiklik yani dini devletsizleştirme ve devleti de dinsizleştirme olan laiklik ilkelerini ve yukarıda saydığımız tüm hakları korumayı savunacağını söyleyen bir kişi veya zümre Müslüman kaldığını iddia ediyor.

herkesin ve özellikle gençliğin; güven içinde, gelişmiş, kalkınmış, refah düzeyi yüksek, her yönden güvenli bir Türkiye sevdalısı olma ülküsüne bağlı, moral değerlerle bezenmiş bireyler olmalarını önemser.

Bakın vatan sevgisi ve vatan sevdası yani milliyetçilik ve millet olma kavramı ümmet olmanın tam karşısında olan kavramlardır. İslam’da aslolan Ümmet olabilmektir, milletin millete, milliyetin milliyete üstünlüğü yoktur. Sevdalanacak olan İslam ve onun Ümmeti olma yoluna sevdalanması gerekir, küfürden önceki Evs ve Hazreç gibi olmaya değil ki bu iki kutlu kavim sonra tek bayrak, İslam bayrağı altında bir araya gelmiştir.

Parti Tüzüğü ve Programı, Genel Başkan dahil, her üyeyi ve partinin bütün organlarını bağlar. Partiye üye olmak veya görev üstlenmek; partinin amaç ve hedeflerini benimsemek, hayata geçirilebilmeleri için gücü ve becerisi ölçüsünde katkıda bulunmak demektir. Partili hiçbir görevli, partinin amaç ve hedeflerine aykırı davranış ve çalışmalar içine giremez. Partili her birey; parti içinde çalışmalara katılarak, siyasal ve toplumsal hayatla ilgili bilgi ve yeteneklerini geliştirme ve siyasete aktarma hakkına sahiptir.
Partideki görevlendirmelerde ve seçimlerde; parti içi demokrasi ve üyelik hukuku kuralları gözetilerek liyakat, ehliyet ve güven, en başta aranacak belirleyici ölçütler olarak kabul edilir. Üye olan herkes, çalışmalarında bu ilkelere göre davranacağını kabul ve taahhüt etmiş sayılır.

Yani bu şartlara bağlı kalacaklarına dair hem kendileri hem partilileri adeta yemin etmiş ve bunu da kabul etmiş sayıldıklarını dile gitiriyorlar. Tüzükten alınan bu satırlar sadece bir bölümü ki daha içinde onlarca küfür olan demokrasiye, atatürke bağlılık ifade eden cümlelerle dolu ki şimdi yüzeysel olarak ele aldığımız ve kendilerinin deklare ettikleri küfürlerini Allah’u Teala’nın kitabı ve Resulullah (s.a.v)’in sünnetinden alalım biiznillah.

Yukarıda uzun uzadıya ve tam metinlerle verdiğimiz ve bu partici zihniyetin neyi taahhüt ettiğini şimdi özetle ve toplu olarak ele alalım;
1.Bizim için iki tane anayasa vardır bir tanesi yerli müşrik ve kafirlerin anayasası bir de yabancı müşrik ve kafirlerin insan hakları beyannamesi ve onun uzantısı olan insan hakları mahkemesi.
2.En önemli kazanımımız cumhuriyettir ve egemenlikte tartışmasız milletindir. Milli irade yani halk da tek belirleyici güç ve iradedir biz de bu iradeyi halk adına hayata geçirmek için kurulduk.
3.Milli iradenin de kaynağı laiklik, demokrasi ve beşeri hukuktur. Akıl bilim ve tecrübe de bizim yol göstericimizdir.
4.Yurtta sulh cihanda sulh ilkemizdir.
5.Herkes istediği dine tabi olmakla, İslamdan ayrılmak ile de olsa özgürdür. Ve partimiz tüm inançlara ortak mesafededir hepsi hukuk karşısında eşittir. İsteyen herkes beğenmediği görüşe karşı eleştiri hakkına sahiptir.
6.İsteyen istediği dinin propagandasını yapar, buna uygun görüşleri açıktan her yerde söyler ve bu yolda çalışmalar yürütür. Ve bu kişiler herkes ile eşit hakka sahiptir (vatandaşlık aslolandır)
7.Devlet hiç bir zaman hiç bir dinden yana bir başka dine karşı tavır alamaz.
8.Kanun önünde herkes eşittir ve laiklik de bunun teminatıdır.
9.Gençlik tamamen türkiye sevdalısı olarak yetiştirilecek ve bunun için eğitim sistemi bu amaçlar doğrultusunca kullanılacaktır.
10.Bizler laik, demokratik ve bir hukuk devleti olan bu sisteme ve cumhuriyete sıkı bağlar ile bağlıyız.

İşte bu özet sadece bir bölümünü aldığımız ve kendisinin İslamcı! yahut ondan yana olan insanların partisinin tüzüğünden alınmıştır. Yani en düzgün görüleninden ki hiç bir itiraza zemin kalmasın. Şimdi maddelere göre daha bunlar parti aşamasındayken sistem onların kafir olmasını yani kendi dinlerine tabi olmasını garantiye almak için tüzükte varolması zorunlu ilkeri nasıl yazıp taahhüt ediyorlar görelim biiznillah;

1 – Müslüman için tek bir anayasa vardır o da Allah’u Teala’nın Kur’anında bizlere hükümler olarak sunduğu ayetleridir. Hiç bir kişinin bu kanunları (hükümleri) beğenmeme yahut tercihe edip etmeme hakkı yoktur. Allah’u Teala neyi yasaklamış ise o yasak neyi serbest bırakmışsa o serbesttir. Bunun dışında hele hele Allah’u Teala’nın kanunlarına zıt kanunlar ihdas etmek, bunları uygulamaya koymak, koyacağını söylemek bile küfürdür.

“Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman; mü’minlerin sözü, sadece: İşittik ve itaat ettik, demekten ibarettir. Ve işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.” (Nur Suresi 51. Ayet Meali)

“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab suresi 36. Ayet meali)

Allah’u Teala net bir biçimde kulun seçme hakkı olmadığını belirtiyor ki inanansan inanır ve itaat edersin. Allah (azze ve celle)’nin Kur’anında belirlediği miras hukuku, ekonomik hukuk (faiz vb..) sosyal hukuk dururken sen kalkıp başka hukuklara tabi olamazsın, onların yaşamasına katkıda bulunamazsın hele hele onları hiç yüceltmezsin. Ama particiler ne diyor, bizim için iki tane hukuk vardır ve bunun içinde İslam’dan Kur’andan ve Allah’u Tealadan hiç bir şey yoktur. Bunu birinci madde söylüyor onların tüzüğü söylüyor biz değil… Kanun koyma ve hükmetme meselelerinde zaten detaylı makaleler sitemizde yer alıyor basireti olan zaten şu kadarcıkla da olsa anlayacaktır. Bizim anayasamız Kur’an sistemimiz Şeriat’tır diyen kalkıp da kendine tağut’un kanunlarına bağlıyım ve öyle de kalacağım deme hakkı yoktur. Kimse bu küfür sözünü söyleme serbestisine sahip değildir, sahibiz diyenler delilini getirmekle mükelleftir.

2 – Cumhuriyet en büyük tağut olan atatürk’ün kazandırmış olduğu bir değer(sizlik)tir. Cumhuriyetle beraber neler getirilmiştir.?

a) Devletin resmi Din’i İslamdır ibaresi anayasadan çıkarıldı. Yani devlet dinsizleştirildi, yahut dinden soyutlandı.

b) Dini devletten devleti de dinden ayıran laiklik ilkesi kabul edildi. Yani devlete ait ne varsa referansını dinden almayacak dinsizlikten alacak.

c) Kur’anın daha iyi anlaşılabilmesini sağlayacak olan Kur’an alfabesi kaldırıldı.

d) Sarık ve İslam’i giyim kuşam kıyafet devrimi adı altında kaldırıldı, sarık takan ve şapka tamyan yüzlerce kişi idam edildi.

Sadece birisi bile cumhuriyet rejiminin kafir bir rejim olduğunu anlatmaya yetmiyor mu ki buraya daha koyulası onlarca maddeyi de koymadık. Şimdi ne diyordu tüzük? Biz bu cumhuriyeti bir kzanım olarak görüyor ve onun bekası için çalışacağız diyor.

3 – İradeyi ne Allah’u Teala’nın bize emrettiği hükümlerden, emir ve yasaklardan alırız ne de Resulullah (s.a.v) sünneti nedir diye bakarız. Biz dini devlete devleti de dine karıştırmayız (ki devlet dine alabildiğince karışır) Biz Kur’an hukukuna değil beşeri hukuk sistemine ve onun anayasasına bağlıyız. Biz aklımızın ve tecrübelerimizin ürünü olan çağdaş anayasaya sıkı sıkı bağlıyız.

“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sad Suresi 26. ayet Meali)

Bakın Allah’u Teala, Resulullah (s.a.v) den önce de tüm peygamberlere dediğini demiş. İnsanlar arasında adaletle yani Bizim sana emrettiklerimiz ile hükmet diyor. Heva ve heves yani tecrübeler ve akıl ürünü olan kanunlara tabi olma sonra saparsın diyor. Heva ve heves, arzular ve insanın şahsi iradesine bırakılacak kadar hafif meseleler değildir Allah (azze ve celle)’ın emir ve yasakları.

“Heva ve hevesini ilah edinen ve Allah’ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?” (Casiye Suresi 23. Ayet Meali)

Emir ve yasaklarını beşeri hukuktan alanlar Allah (azze ve celle)’ın emir ve yasaklarından üstün tutmak sureti ile alanlar her ne kadar bilgiye dayalı olarak kanunları insan yararına koyduklarını iddia etseler de yine işin içinden çıkamazlar ki “Kim Allah’dan daha güzel hüküm verebilir” yahut kimin kanunu O’nun kanunundan daha yerli yerinde ve eksiksizdir. Öyle ise akıl ve tecrübe ürünü olan ve devamlı yamalanmöak zorunda kalınan bu kanunlara tabi olmak, hevesi ve hevayı ilah edinmek sapıklığın ta kendisi değilde nedir? anlamayanlara kızmamak gerek ki ayet zaten devamını getiriyor “Hallerinden memnun olmalarından ötürü onların kalpleri ve gözlerine perde çekildi.”

“Onların arasında, seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıkınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara “Az önce ne demişti?” diye sorarlar. Bunlar, Allah’ın kalplerini mühürlediği, heva ve heveslerine uyan kimselerdir.” (Muhammed Suresi 16. ayet Meali)

Allah’u Tealanın emirleri ve onun iradesi karşısında hiç bir irade yoktur, her irade O’na teslim olmakla mükelleftir. Demokrasi ve laikliğin insanlara tanıdığı “Gerçek İrade” ancak şeytanın ve küfrün iradesidir. Madem ki “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab suresi 36. Ayet meali) öyle ise senin iraden ancak Allah’u Tealanın çizdiği sınırlar dahilindedir.

4 – atatürkün meşhur sözü olan bu söze sadık kalacaklarına dair ve bunu bir ülkü yapacaklarına dair tüzüklerine koyuyorlar.

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.” (Bakara Suresi 193. Ayet Meali)

Savaş barışın bundan daha iyi şartını koyan bir söz olabilir mi? Yani sen Allah’u Teala (haşa) yanlış mı söyledi diyorsun da yurtta ve dünyada barışı sağlamak adına üstelik şartlarını Allah (azze ve celle) belirlemişken. O’ndan daha mı akıllısın yahut O’ndan daha mı şefkatlisin. Madem ki seni yoktan vareden bu konuda söylenecek sözü söylemiş senin ne haddine ki bu şartların dışında bir barış ilkesi ihdas ediyorsun. Biz kalkıp topyekün savaşın demiyoruz tabiki, onun da kendi içinde hükümleri var ama kalkıp ölçümüz budur dersen o zaman biz de deriz ki sen yalancı bir kafirsin.

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saff suresi 4. Ayet Meali)

Bunu da anlayacak basirete sahip olanlar anlayacaktır ki tüzüklerinde Allah (azze ve celle) neyi söylemişse bunlar hem zaten sözün söylenmiş olduğu bir konuda söz söylemedensizliğini göstermiş hem de Allah 8azze ve celle) neyi söylemişse bunlar tüzüklerinde bile hepsinin aksini söylemiş. Üstelik Peygamber (s.a.v)’in sünnetini terk edip atatürkün sünneti olan yurtta sulh cihanda sulh sünnetine sarılmışlar.

5 – Kişi isterse İslam olsun diğer dinler olsun farketmez seçmekte, çıkmakta özgürdür. Yani mürted olma serbestisi vereceklerini tüzükleri söylüyor. Konu haddinden fazla uzadığından buraya mürted’in hükmünü alamıyorum, tabi mürtedin hükmü uygulanması içinde İslam’ın devlet olması gerek ama bunlar bu serbestliği vermekle haddi aşıyor ve kendileri mürted oluyor farkında değiller.

Ayrıca bir Müslüman ile bir kafir eşit olamaz eşit görmek küfürdür, çünkü;

“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir (necis) pisliktir.” (Tevbe suresi 28. Ayet Meali) Kim bir pisliği gerek hüküm gerekse de davranış ve tutumları ile bu pisliklerle bir görürse o Allah (azze ve celle)’nin hükmünü reddetmiştir ve kafir olmuştur. Müslümana kafirin ve küfrün hühmü olan bu tağutun hükümlerini uygulamak zulümdür ve her zulumün ısrarı insanı küfre götürür.

6 – Hiç bir Müslümanın ehli kitabın dininin propagandasının yapılmasına müsade etmesi düşülemez. Onları Din gibi görüp ona göre muamele yapamaz. Yaparsa yine Allah (azze ve celle)’nin hükmüne karşı gelmiş olur.

“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara Suresi 120. Ayet Meali)

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide Suresi 51. Ayet Meali)

“Kim, İslam’dan başka bir din ararsa; ondan asla kabul olunmaz. Ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardandır.” (Al’i İmran Suresi 85. ayet Meali)

Müslüman ile kafiri gerek sosyal, gerek ekonomik gerek dini, gerek kültürel anlamda gerekse de kanun önünde eşit tutmanın fıkıhtaki hükümlerini yazmak yerinde olurdu ancak diğer konulara bırakmak ve bu konuyu okumaktan sıkılınacak hale getirmeyi uygun görmüyoruz.

7 – 8 – Bu mesele diğer meselelerde zaten geçtiğinden tekrar ele alma gereği yoktur.

9 – Gençlik Türkiye sevdalısı değil ümmet sevdası ile yetiştirilmelidir ve kimse ülkesi, milliyeti sebebi ile ona bağlanmaksızın sadece Muhammed (s.a.v) ümmeti olmanın şerefi ile şereflenip bu sevda ile yetişmelidir. Kavmiyetçilik İslam’ın ilk reddettiği meselelerdendir. Unutmayın ki üstünlük ancak takva iledir.

10 – demokrasiye ve laikliğe bağlılıklarını dile getirenler işin sonunda da ağızlarındaki baklayı çıkardılar ve demokrasi ile laikliğe tabi olmanın, onu yaşatacağına söz vermenin ve bir de bunu yazmanın katmerli kafirlik olduğunu sitemizde demokrasi ve laiklik kelimeleri ile yapacağınız aramalardan makalelere ulaşabilirsiniz. Hiç bir Müslüman hem laik hem Müslüman hem demokrat hem de Mümin olamaz olduğunu söylemek zanndan ibarettir.

Buraya kadar o da özetlemek ve tüzüklerinin bir kaç maddesini almakla bu kafirlerin nasıl birer katmerli kafir olduklarını daha parti kurmak sureti ile dinden çıktıklarını izah etmeye çalıştık. Nasip olursa bir de bunların meclise girmeleri var ki orada artık üzerilerinde hiç bir şüpheye yer bırakmaksızın azılı birer kafir olduklarını daha ne göreceğiz inşaallah. Allah (azze ve celle) nezdinde hiç kimsenin küfür sözü söyleme hürriyeti yoktur. İster iyi niyetle ister kötü niyetle küfür sözünü söyleyen alimlerin cumhuruna köre küfürdür.

Biz küfür sözü söyleriz (yazı da söz gibidir) ve Müslüman olarak kalırız diyenlerin söyleyebilecekleri ve verebilecekleri hiç bir delil yoktur. bu işe gönüllü girmişlerdir ve burada ikrah da zaten yoktur sokulamazda. İkrahın şartları da sitemizde mevcuttur aksini iddia edenler bakabilirler.

Kendi elleri ile tağutun anayasasına, onun kurumlarına bağlı kalacaklarını hatta bu uğurda geliştirmek adına uğraş vereceklerini taahhüt edenler mi islamı hakim kılacak. İslam’ı hakim kılmanın yolu Resulullah (s.a.v) metodudur ve bu metod bir sonraki konumuzda ele alınacaktır inşaallah. İslam2a götürecek aracında islamdan olması gerekir küfür trenine binenin durağı içindekiler şeriat dese de varacakları yer cehennemdir çünkü tren küfür trenidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.