Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

27 Mayıs 2012 Pazar

Allah'tan Korkanlar ve Allah'ı Sevenler



"Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur." (Fatiha:1) ki, “O, insanı bir kan pıhtısından yarattı” (Alak: 2) "Ve insana sayısız nimetler bahşetti." (İbrahim:34) "O’nun eşi ve benzeri yoktur."(Şura:11) "O her şeyden münezzeh ve yücedir."(Zümer:67) BEN ŞEHADET EDERİM Kİ, KENDİNİ İLAH KABUL EDEN YAHUT İLAHLAŞTIRILMIŞ HER TÜRLÜ DÜŞÜNCE, SİSTEM, YOL VE ŞAHISLAR, SİMGELER, İZMLER, REJİMLER, PUTLAR BATILDIR; TEK İLÂH OLARAK ANCAK ALLAH VARDIR. Bu yüzden hamd ve kulluk ancak Allah’ın hakkıdır. Ve ben şehadet ederim ki, Muhammed (sas) O’nun kulu ve Rasuludur. Allah, o resulü insanları şirk karanlığındaki bataklıklardan kurtarmak için göndermiştir. Allah’ın salat u selamı Rasulullah’ın (sas) üzerine olsun. Ve yine Allah’ın selamı, o Rasulun (sas) temiz ve mübarek Ehl-i Beytine (r.anhum), kendisi ile beraber bu davanın temellerini oluşturan Ashab-ı Kiram’a (r.anhum) ve onların izinden ayrılmadan dimdik yürüyen; kıyamete kadar mutlaka hazır olacak olan garip muvahhid Müslümanların üzerine olsun. (Âmin)


Allah’ın izni ile bu küçük risale kimlerin Allah’ı daha çok sevdiğini ve kimlerin Allah’tan daha çok korktuğunu açıklamak içindir… Ve bu iki olguya karşılık dünya hayatına dalanların nasıl bir “sevgi ve korku” arasında tercih ettiklerini göstermek içindir. Dünya hayatına karşılık Allah’ı sevmek yahut dünya hayatına karşılık Allah’tan korkmak…

“Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni gerçeğin müjdecisi ve uyarıcısı (korkutucusu) olarak gönderdik. Her millete mutlaka bir uyarıcı gönderilmiştir.” (Fatır: 23-24)“Biz seni gerçeğin müjdecisi ve uyarıcısı (korkutucusu) olarak gönderdik. Sen Cehennemliklerden sorumlu değilsin.” (Bakara: 119)
Allah’a Olan Sevgi ve Dünya Hayatı Arasında Tercih
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“İnsanlar arasında Allah'a çeşitli eşler koşanlar ve bu koştukları eşleri Allah'ı sever gibi sevenler vardır. Oysa müminler en çok Allah'ı severler. Zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'ta olduğunu ve Allah'ın azabının ağır olduğunu anlayacaklarını keşke şimdiden bilselerdi!” (Bakara:165)
Kişinin Allah’ı sevmesi, Allah’a olan iman ile doğrudan doğruya ilişkilidir. Zira eğer bir kimse Allah’ı sevdiğine iddia ediyorsa O’na hiçbir şekilde şirk koşmayıp; O’nun bizim üzerimizdeki hakkını yerine getirir. O’nun emir ve yasaklarına riayet eder. Burada kastedilen herhangi bir şekilde fıtri sevgi ya da herhangi bir şekilde eşyaya duyulan sıradan bir sevgi değildir hiç şüphesiz. Burada “Allah’a olan imanı engelleyici bir sevgi”den söz edilmektedir. Ki bu imanı engelleyici sevgi kişinin bu konudaki Allah’a eş koşmuş olduğu tağutu olmuş olur. Çünkü bir kimse kalbini Allah’tan başka bir varlığın sevgisi ile doldurursa, o kalpte Allah’ın sevgisinin yer etmesi ve derinlikleri etkilemesi ve dolayısı ile hayatına yön vermesi beklenilemez. Bir kimse, Allah’tan başka bir varlığa duymuş olduğu sevgiyi Allah’a duyulacak sevgi ile aynı seviyeye getirirse bu apaçık bir şekilde şirktir. Bir de bundan daha vahim bir durum vardır ki “kalbinden Allah’ın sevgisini silip yerine başka şeylerin sevgisini dolduran” bir kimsenin sonu ne kadar hüsrandır!
Allah’a olan sevgi imanın, imanlı kimselerin alametidir. Ayette “Oysa mü’minler en çok Allah’ı sever” diyerek bu gerçeğe dikkat çekilmektedir. Mü’minler de herhangi bir varlığı sevebilir, ancak bu Allah’ın izin verdiği sınırlar dâhilinde ve kendilerini değil şirke bulaştırıcı, o yollara dahi sürüklemeyen bir sevgidir bu. En nihayette insan, içindeki bazı fıtri duyguların önüne geçemeyebilir. Ama işte, mü’min olan kimsenin Allah sevgisi öyle bir şeydir ki, Müslüman olurken her türlü cehenneme çağırıcı sevgi, cezbedici durumu iterek Allah’ın sevgisini her şeyin önüne alıp; kalbindeki kirleri temizlemiş ve Allah’a iman etmiştir. Ve daha sonrası da, mü’min olan kişinin önüne nasıl bir engel çıkarsa çıksın her şeyden daha çok sevdiği Rabbini razı etmek için elinden gelen gayreti gösterir ve engelleri aşar biiznillah… Çünkü o her şeyi ile Rabbine teslim olmuştur. Allah (cc) ta kendisine teslim olanları yüzüstü yardımsız bırakmaz.

İmam İbni Teymiye (Allah rahmet etsin) şöyle diyor:
“İman ehlinin sevgilerinin aslı Allah'ı sevmektir. Allah'ı seven Allah'ın sevdiklerini de sever. Allah'ın sevdiğini seveni Allah da sever. Sevilenin sevdiği Allah için sevilendir. Allah bunu sever. Kim Allah'ı severse, Allah da onu sever. Allah'ı seveni de sever.” (Külliyat c:9, “Kişi Sevdiği İle Beraberdir” hadisinin şerhi)

İbni Kayyım (Allah rahmet etsin), sevgi çeşitlerinden şu şekilde bahseder:
“Dört çeşit sevgi vardır ve bunları birbirinden ayırt etmek gerekir. Doğru yoldan sapanlar ancak bunları birbirinden ayırt etmediklerinden sapmışlardır:
1- Allah sevgisi: Allah'ın azabından kurtulmak ve ödülünü kazanmak için bu tek başına yeterli değildir. Çünkü müşrikler, Hıristiyanlar, Yahudiler ve başkaları da Allah'ı severler.
2- Allah'ın sevdiklerini sevmek: Kişiyi İslâm'a sokan ve ondan çıkartan bu sevgidir. Allah'ın en sevdiği insanlar bu sevgide en düzgün ve en çok olanlardır.
3- Allah için ve O’nun yolunda sevmek: Bu Allah'ın sevdiklerini sevmenin gereklerindendir. Allah'ın sevdiklerini sevmek ancak O'nun yolunda ve O’nun için sevmekle olur.
4- Allah'la birlikte sevgi: Bu da şirksi sevgisidir. Allah için olmaksızın Allah'la birlikte bir başka şeyi seven kişi Allah'tan gayri bir ortak edinmiştir. Bu, müşriklerin sevgisidir.
Bir de beşinci tür bir sevgi var ki, o da şimdi konumuz değil. O da doğal sevgidir. Doğal sevgi insanın, tabiata uyan şeye meyletmesidir. Susuzun suyu, aç kimsenin yemeği sevmesi, uyku, eş ve çocuk sevgisi bu türden sevgiye örnektir. Bu, Allah’ı zikretmekten oyalamadığı, O’nun (c.c.) sevgisinden alıkoymadığı sürece yerilmez, aksi takdirde yerilir. Nitekim Yüce Allah (cc) şöyle buyurur:
“Ey inananlar, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın" (Münafîkûn: 9)
“Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler...” (Nûr: 37)” (ed-Dâ ve’d-Devâ / Sevgi Çeşitleri Bâbı)

“Allah’ın sevdiklerini sevmek” başlığına en güzel örnek hiç şüphesiz; Allah’ın sadece kendisinden razı olduğu İslam’ın kendisidir. Bundan sonra o kimse Allah’ın diğer razı olacağı amelleri yaparak O’nu sevdiğini gösterip; O’nu razı etmenin yollarına bakar. Kişi ilk olarak Allah’ı sevdiğini İslamiyet’i benimseyerek gösterebilir. Dolayısı ile Allah’ta bu kişiden razı olup onu sevecektir. Çünkü şurası kesin bir şekilde bilinen bir gerçektir ki“Allah katında geçerli din İslam’dır.” (Â-li İmran: 19) buyrulmaktadır. Bu ifade öyle genel bir ifadedir ki; hem fiil olarak ve hem de fail olarak Allah’ın sevdiklerini sevmeyi kapsamaktadır. Bu da Allah’a olan sevginin, velânın, muhabbetin ve teslimiyetin göstergesidir.

Kâfirlerde, Allah sevgisi o kadar azdır ki, bundan dolayı iman etme gibi bir temayülleri söz konusu olmamaktadır. Çünkü bu “sevgisizlik” ya da “sözde sevgi” onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerine sebep olmaktadır. Dünya hayatına ve çekiciliğine ve yahut rahatlığına kendini kaptıran kimse için ahiret hayatında hayırlara vesile olacak iman etme yolları tıkanmıştır. Bunu kendi heva ve hevesi ile kendisi yapmıştır. Çünkü Rabbini seven kimse bu geçici olan dünya nimetleri ne kadar çok olursa olsun, kendisi için hayır olacak olan saadet yurdu için terk eder. Burada belirtmek isterim ki, terk etmesi gereken şeyler hiç kuşkusuz kendisinin iman etmesini engelleyen unsurlardır. Eğer terk edemiyorsa kendi hidayetinin önünü kendisi tıkamış olacak ve ahiretini hüsrana uğratacaktır.

İşte kişilerin iman etmesini engelleyen en büyük faktör geçici olan dünya hayatını Allah sevgisinden, Allah rızasından üstün görmeleridir, tercih etmeye sebep görmeleridir.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Onlar ki, dünya hayatını âhirete tercih ederler, insanları Allah yolundan alıkoyarlar ve bu yolu eğri göstermeye yeltenirler. İşte onlar koyu bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim: 3)
“Fakat siz şu dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Oysa ahiret daha iyi ve daha kalıcıdır.” (A’la: 16-17)

Esas olarak dünya hayatı başlı başına bir sebep değildir. “Dünya hayatı” dediğimiz zaman, kişinin nefsine hoş gelen kadın, para, mal, evlat, makam sevgisi kastedilmektedir. Bu ve benzeri unsurlar herhangi bir varlığa duyulacak“sevgi” kapsamında değerlendirilir. Normal şartlarda mübah olan bu gibi şeylerin sevgisi tercih söz konusu olduğunda, yani Allah yolundan alıkoyduğunda şirke kadar götürücü sevgidir. İşte çoğu zaman insan bunların sevgisini Allah’ın sevgisinden üstün tutarak, dünya hayatını ahiret hayatına üstün tutup; tercihini dünyadan yana kullanmışlardır. Bunun kişiler için en güzel kanıtı küfrü, imana tercih etmeleridir. Fakat bunun aksini iddia ederek “ben öyle bir tercih yapmadım ki!” diye cevap verirler. Ancak bu sadece kendini aldatmaktan öteye geçen bir söz değildir.

Kişiler dünyaya müptela oldukları ölçüde kalplerinde kararmalar meydana gelecektir. Her günah diğer bir günahı tetikler ve bu sayede kalbi katılaşıp simsiyah bir hale gelir. Sanki artık o kalbe “Allah sevgisi” diye bir şey giremez olur. Ve dünyaya kendilerini kaptırdıkları oranda Allah sevgisinden, iman sevgisinden uzaklaşırlar. Bunun sonucu olarak ta ahirette, dünyadaki durumuna nispetle kim bilir belki küfre düşürücü bir dalgınlıktır ve ebedi cehennemi hak edecektir.

Müsetred b. Şeddâd'ın rivayetinde Rasulullah (sas) şöyle buyuruyor:
“Dünya ahirete göre birinizin denize parmak batırması gibidir. Baksın bir; parmağında ne kadar yaşlık kalıyor. Dünya o ıslaklık, ahiret ise deniz gibidir” (Ahmed b. Hanbel / Müsned – Tirmizi)
İşte bu yüzden kişilerin dünyaya ne kadar daldıklarını, kendilerini dünyaya teslim ettiklerini düşünmeleri lazımdır. Zira daha öncede belirttiğimiz üzere dünyaya daldıkça ahirette saadetten o derece uzaklaşılma yoluna girilmiş olur.
Kalbinde ve yaşantılarında Allah’ın sevgisini yer ettirmeyen bir kimse ister istemez dünyaya tamah edecektir. Kimileri kadınını, kimileri mal, mülk, evlat vs bahane ederek kendilerini aklamaya çalışırlar. Ancak durumuna göre bunlar kişinin tağutu konumuna geldiği için onları; “…Allah’ı sever gibi severler…” kavlindeki geçtiği üzere sevip şirke düşeceklerdir. Bu yüzden kişi kendisini Allah’tan, Allah’ın dininden soyutlayıp uzaklaştıracak şeylerden soyutlaması lazımdır. Kendisine mübah olanlarla yetinmesi gereklidir. Herhangi bir bahane, mazeret uydurmanın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü “sevmek” fiili kalbin sesidir ve eyleme geçirilmelidir. Bunun yanı sıra dünyadan tamamen el etek çekilmesi de emredilmemektedir. Zira insanın buna gücü yetmez ve aynı zamanda hayatını idame ettirebilmek için dünyadan mübah olacak şekilde helal yollardan, imanına engel olmayacak şekilde faydalanması da zaruridir, şarttır.

İbni Kayyım (ra) başka bir yerde şöyle demektedir:
“İnsanların en aldanmışları dünyaya ve onun peşin nimetlerine aldanan, bunu ahirete tercih edip, ahiret yerine buna razı olan kimselerdir. Hatta bunların bazıları: “Dünya peşin para, ahiret ise veresiyedir” derler.
Bunlardan kimisi: “Vaad olunan incidense peşin ödenen zerre daha iyidir” der.
Kimisi: “Dünyanın zevkleri peşin, ahiretinki ise şüphelidir; o yüzden şüphelinin ardına düşüp peşini bırakmam” der.
Bu, şeytanın en büyük aldatmaca ve kandırmacalarındandır. Dilsiz hayvanlar bunlardan daha akıllıdırlar. Çünkü hayvanlar kendilerine zarar verecek bir şeyden korktuklarında, dövülseler dahi oraya yaklaşmazlar. Bunlar ise kendilerini helâke götürecek şeylere dalarlar.
Böylesi biri ya inanıyordur, ya inanmıyordur. Eğer Allah'a, peygamberine Allah’la (c.c.) buluşmaya, O’nun (c.c.) amellerin karşılığını vereceğine inanıyorsa Kıyamet günü insanların en çok pişman olanı olacaktır. Çünkü yaptığını bile bile yapmıştır. Eğer inanmıyorsa ahirette daha az pişman olacak ve daha az hayıflanacaktır.” (ed-Dâ ve’d-Devâ / Dua ve Dünya Bâbı)

İbni Kayyım’ın dikkat çektiği husus ne kadar da güzeldir. Hayvanlar dahi bu kadarını düşünebiliyorlar. Ancak dünyanın geçici süsüne müptela olmuş insan, o kadar körleşmiştir ki artık düşünemez hale gelmiştir. Hâlbuki insanın fıtratı Rabbini tanıyıp sevmeye müsait bir şekilde yaratılmıştır.

Dünyaya ve içindekilere –kadın, mal, mülk, evlat, iş, vs…- aldanmak sadece iman etmeyi engelleyen bir sebep değildir elbette. Kendisinde bu gibi hususlarda herhangi bir hastalık bulunan ya da temayülü bulunan Müslümanlar için bile tehlikeli bir durumdur. Zira şeytan herhangi bir Müslüman’a direkt olarak şirke, küfre girmesini telkinde bulunmaz. Bu istediği isyankâr sonuca sinsi bir plan kurarak çeşitli desiselerle, süslü aldatmalarla ulaşmak ister. İşte doğrudan doğruya şeytan şunu bilir ki, bir Müslüman’a şirke girmesini istediği zaman ona “ateşe atla” demiş olacaktır ki, bu da şeytanın metodu değildir. Kendisine küfürden daha aşağı şeyleri telkin ederek, bu ilgi çekici olayları kendisine daha çok sevdirmeye çalışır. Ve o kimsenin içindeki Allah sevgisi zamanla azalır ve yerine dünya ve içindekilerinin sevgisi alır. Ve Allah korusun bu sevdiği dünyalık şeyleri kaybetmemek için dininden olur, İslam’dan çıkar gider. İşte bu yüzden Müslüman bir kimse Allah’la arasındaki olan bağı kuvvetlendirip, sürekli O’nu razı edecek amellerini arttırmalıdır ve yaratıcısına olan sevgisini her fırsatta güçlendirip Rabbine yakın olmalıdır. Çünkü Müslüman kişi Müslüman olmakla mükellefiyetlerden kurtulmuş değildir. Onu birtakım musibetler, imtihanlar beklemektedir ki Müslüman bu gibi durumlar için kendisini takviye etmesi lazımdır.

Müslüman kimse için sevgisini takviye etmesi onun imanının kuvvetlenmesine vesiledir. Ve artık bu sevgi zamanla öyle bir lezzet haline gelir ki, takva arttırır; Rabbini daha çok sever.
İbni Kayyım (r.a) şöyle diyor:
“Haz almak sevgiyi izler. Sevgi arttıkça haz da artar, zayıfladıkça o da zayıflar. Sevilene rağbet edilmesi ve ona şevk duyulması daha güçlü oldukça ona ulaşmak için haz da daha tamamlayıcı olur.
Sevgi de, şevk de onu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Buna göre O her bilindikçe O’nu sevmek de daha eksiksiz ve daha tamamlayıcı olur.
Nimetlerin tamamı eksiksiz olarak âhirete ve hazzın tamamı da ilme ve sevgiye dönüş yapınca ve Allah'a iman edince ve O'nu en iyi bilmeye çalışınca, işte bu kimseye Yüce yaratan daha sevimli olur ve O'na (âhirette) ulaşmanın hazzını duyması, O'na komşu olması, yüzüne bakması ve kelamını işitmesi, daha tamamlayıcı olur.” (el-Fevaid / Sevgi Mârifete Tâbidir Bâbı)

İşte, iman olmadığı müddetçe kişi Rabbini sevip, bu sevgiden haz alamıyor ve buna karşılık Rabbini sevmek duygusunu içine almadıkça iman etme yollarını açamıyor. Çünkü kişi sevmediği bir şeyi ne tanımak ister – ki tanıyamaz- ne de bilir. Dolayısı ile iman etmeyen insanlar Rablerini sevmedikleri, tanımadıkları müddetçe iman etmeleri gerektiğini bilemeyeceklerdir.

İmam İbni Teymiye (ra) şöyle diyor:
“Yakın olmak isteyenin yaklaşmak istediği kişiye sevgisi, onun sevgisine tabi ve bağlıdır. Bir şeyi sevmeyen kişi, ona yakın olmayı da sevmez. Çünkü yakın olmak vesiledir. Vesileyi sevmek, maksudu sevmeye tabidir. Onun için sevilene vesile olan şeyin o vesile ile kastedilen şey dışında bizzat sevgili olması mümkün değildir.” (Kalp Amelleri / Allah Sevgisinin Yanlış Tevil Edi

Sonuç olarak diyebiliriz ki; kişinin Allah’ı sevmesini engelleyen unsur dünya hayatına meyletmesi veya imanının zayıflığıdır. Buna karşılık dünyaya meyledip imanın zayıflamasının sebeplerinden birisi olarak ta Allah’a olan sevgisinin azlığıdır. Kâfir kimseler içinse bu durum Allah’a olan sevginin sadece kelimelerde kalıyor olması yahut bazı varlıkları, dünya metaının Allah sevgisine denk yahut Allah sevgisinden üstün olmasıdır. Bunlardan biri var olan imanın zayıflamasına ve zamanla kalpten kayıp gitmesine yol açarken, bir diğeri ise Allah’a iman etmeyi engelleyici bir sebep teşkil etmektedir.


Allah korkusu

Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar.” (En'am: 51)

Allah’tan korku duymak öyle bir şeydir ki, bir kimse de bu özellik olmaz ise kendisini ateşten korumaya hiçbir şekilde güç yetiremez. Çünkü Allah korkusu bir kişiyi günahlara dalmaktan alıkoyacaktır. Bir insan bilmelidir ki, dünya hayatında işlenilen her amelin karşılığı eksiksiz görülecektir. Bunun için insanın ne tür amellerde bulunduğuna dikkat etmesi gereklidir.

Allah’a giden yolları tıkayan diğer bir sebep olan Allah korkusunun olmayışı ya da eksikliği bir kimsede ne kadar fazla ise o kadar hidayetten uzaktır. Allah’a olan sevginin, O’nun muhabbetine yakınlaşma vesilesi olduğu gibi, Allah’a olan korku da O’nun gazabını hak etmekten uzaklaştırır. Bir kimse herhangi bir günah işleyeceği vakit aklına Allah’ın azabını getirmesi yeterlidir. Ancak bu söylediklerim Müslüman kimse için geçerlidir. Çünkü kâfir bir kimseye yaptığı ibadetler fayda vermediği gibi, iman etmediği müddetçe kaçındığı yasaklardan da hayır hasenat alamayacaktır. En doğrusunu Allah bilir, belki bu durum kendisinin hidayetini vesile olup yolunu kolaylaştıracaktır.

Eğer bir kimsede Allah korkusu yer etmiş ise, Allah’ı öfkelendirecek şeylerden kaçınır. Bu dünya hayatında da Allah’ı en çok öfkelendiren şey hiç kuşkusuz “Allah kendisini yaratıp, rızık verdiği halde O’na şirk koşması ve küfür içinde bocalayıp durmasıdır”. Bu Allah’ın kulları üzerindeki en büyük hakkıdır, kendisine şirk koşulmaması… İşte bunu da ancak Allah korkusundan içleri titreyen kimseler yapar yahut Allah’ın azabına duçar olmaktan korkanlar.

Müslüman bir kimse ahirette korku yahut hüsran halinde olmayacaktır. Çünkü o kimse ki dünyada iken kendisine uyarılması için gönderilmiş olan Kur’an’a uymuştur. Allah’ın Kur’an’ına ve Rasulüne tabi olan kimsede ne bir dostun ne de bir aracının olmadığı o günde Rabbinin azabından sakınmış olacaktır. Ahirette korku içinde olacaklar; Kur’an’a tabi olmayan ve Rabbinin huzurunda olmaktan korku duymayan kâfirlerdir. “Rabbimden korku duyuyorum” demelerine itibar edilmez, çünkü onlar korku alameti olan yasaklardan kaçınma fiilini gerçekleştirmemişlerdir.

Rasulullah (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Kimde şu üç şey bulunursa imanın tatlılığını tatmış olur:
- Allah ve Rasulu kendisine her şeyden daha sevgili olmak,
- Bir kimseyi sevmek fakat yalnız Allah için sevmek,
- Allah onu küfürden kurtardıktan sonra yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak.” (Buhari, Müslim)

Küfür ve şirk hali, ateşe girmek ile eş tutulmaktadır. Çünkü küfür ve şirk üzere ölen bir kimse kesinlikle içinde ebedi kalmak üzere cehenneme gidecektir. Kâfir kimseler işte çok alçakça bir cüretle Allah’ın azap yeri olan cehenneminden korkmadığını iddia eden kimselerdir. Eğer korksa idiler yasaklarından kaçınırlardı. Ve en büyük yasak ettiği şeyin şirk olduğunu bilirler ondan daha şiddetli bir şekilde kaçarlardı.

İbni Kayyım (ra) “Medâricu’s Sâlikîn” adlı eserinde şöyle der:
Şeyhülislam İbn Teymiyye'nin de bu konuda şöyle dediğini işittim:
“Övülecek olan korku seni Allah'ın yasaklarından alıkoyan korkudur.”

Bir kimse istenmeyen sonuca gitmek istemiyorsa mutlaka o sonuca götüren sebeplerden kaçınması gereklidir. Ve bir kimse korkulan sonucu bilmiyor ve ona götüren yolları da bilmiyorsa o sona gitmesi kaçınılmazdır. Zira bunları bildiği oranda ondan kaçabilir. Bu iki şeyden birinde şuur eksikliği var ise ondan da kaçamaz. İşte bu korkulan sonucun cehennem azabı olması ve bu azabın büyük olmasının bilinebilmesi için kesinlikle bu azabın sahibini bilmek gereklidir. Bu kadarı da yeterli değildir, bu azap sahibini nelere Kadir olabileceğini bilmesi gereklidir. Her durum için kişi de bir ilim ve şuur gereklidir.

Rasulullah (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Eğer mü'min, Allah-u Teâlâ katındaki şiddetli azabı bilseydi, hiç kimse O'nun cennetine girmeyi ümit etmezdi.” (Müslim-Ahmed-Tirmizi)

Ne kadar da acı bir durum! Zira Allah’ı ve azabını bilmek O’ndan daha çok sakınmayı gerektirdiği için, sanki hadiste insanların hiçbir alternatifleri olmaksızın cehennem azabından kurtuluşları olamayacaklarını ve boşu boşuna cennet umudu taşıyacakları belirtiliyor. Bu da Allah’tan ne kadar çok korkulmasını ve ne kadar çok sakınılmasını gözler önüne seriyor. Yukarıda da belirtildiği üzere bu da ancak bilgi sahibi olmakla gerçekleşecektir.

Nitekim Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Kulları içinde ise Allah'tan ancak âlim olanlar içleri titreyerek korkar” (Fatır: 28)
Nasıl ki sevileni sevmek için O’nu tanımak ve bilmek gereklidir. İşte korkmak içinde tanıyıp bilmek gereklidir.

Dünya hayatının Allah korkusuna etkisine gelince, bir kimsede daha önce belirttiğimiz gibi masiyetler, yasaklar işlendikçe kalpte kararma olur ve kalbi körelir. Bunun neticesi olarak ta Allah’a karşı olan korkuda azalma, cüretkârlıkta artma olur. Ve daha sonra korku olmadığı zamanda günahları yasakları işlemeye cesaret bulur kendisinde… Eğer o kimse Allah’tan gereği gibi korkarsa, dünya ve içindekileri kaybetmekten endişe edip korkmaz. Zaten onları kendisine veren Allah’ın kendisidir. Kaybetmekten korktuğu şeyler Allah’ın dilemesi sonucu kendisine verilmiş şeylerdir. İşte bir kişi bu ikisi arasında bir tercih yapmalıdır; “dünya ve içindeki sahip olduklarını kaybetme korkusu yahut Allah’ın azabını hak edecek bir hâle düşme” durumu… İnsanda bu gibi şeylerin endişesi kendisinin imanına engel teşkil edici bir hal alır. Sanki Allah her halde rızka kefil değilmiş gibi! Yahut kimi zamanda bu kaybedeceği şeyler illa ki; kadın, evlat, mal, mülk, rızık olmayabilir. Kimi zaman kişinin etrafından işiteceği kınamalar yahut devam ede gelen yakın bağların/irtibatın kopma tehlikesi olabilir. Ama bunları göze alıp Allah’a iman ettiği zaman Allah’ın hoşnutluğunu kazanacaktır. Bu gibi endişelerin reddedilmesi de yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkulduğunun alametidir.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Benden korkun.” (Â-li İmran: 175)
Şeytan kişiye bazı telkinlerde bulunur demiştik. Ve doğrudan doğruya şirki yahut küfrü kastetme eylemine de girişmez. Zira şeytan biliyor ki, “mü’min şirke düşmekten ateşe girecekmiş gibi korkar.” İşte şeytan bazı şeylerin kaybedilmesini bahane ederek, Müslüman olup ta kendisinde maraz olan kimseleri bu şekilde korkutur ve belli süre sonra avucunu içine alarak onu imandan eder. Ya da kâfir bir kimsenin önüne İslam nimeti gelmiş ise onu da bu gibi şeylerin derdine, tasasına düşürerek korkutur ve iman etmesine engel olur. Bu kişiler eğer Allah’tan gereği gibi korksalardı onun oyunlarına gelmezlerdi. Bu noktada kişi gerçekten derin bir tefekküre dalmalı ve bulunmuş olduğu durumu tahkik etmelidir. Allah’ın kendisine vermiş olduğu bu akıl nimetini kullanıp “O’nun rahmetini umup, azabından korkarak” değerlendirip iman mı, küfür mü ikileminden hayırla kurtulmalıdır.

Ayette açık bir şekilde her şekli ile olursa olsun şeytandan korkma işinin mü’minlerin vasfı olamayacağı belirtilmiştir. Çünkü şeytan ancak kendi dostları olan kâfirleri korkutabilir. Rabbinden korkan bir insan, O’nun muhafazasında olduğu için başka herhangi bir varlıktan korkmaz. Kaybedeceği şeyleri Allah için kaybedecektir, ancak bunun karşılığı olarak kazanacağı şeyleri de kendi hayrı için kazanacaktır. Bu Allah’la yapılan bir alışveriştir ve kul için en kazançlı bir ticarettir. Çünkü Allah’a kul olabilmek için O’ndan korkusu gereği nefsinin yahut şeytanın korkuttuklarını satmıştır, red etmiştir, beri olmuştur. Ve Allah’ta kendi haşyetinden, şirki küfrü yahut herhangi bir masiyeti red eden kuluna elbette yardım edecektir.

Sonuç olarak şunu diye biliriz ki; günahları terk etme hususunda Allah korkusu kişiye yeter. Ve bununla birlikte şayet bir kimse Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsa Allah’ın rızasını kazanmak zorundadır. İşte insan, iman etmesi hususunda Allah’ı sevmenin ve Allah’tan korkmanın ne kadar tesirli olduğu görmüş olur. Zira dünya ve içindekilere duyulan sevgi, istek, iştiyak Allah’a olan –olması gereken- sevginin yanında zerreler misalidir. Buna karşılık dünya ve içindekilerden oluşabilecek yahut elden gidecek şeylerin korkusu Allah’a olan - olması gereken – korkunun yanında keza zerreler misalidir.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Eğer inkâr ederseniz bilin ki, Allah sizin imanınıza muhtaç değildir. Fakat kulları için küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizden hoşnut olur. Hiçbir günahkâr, diğerinin günahını çekmez. Sonra dönüşünüz Rabb’inizedir. O size, yaptıklarınızı haber verir. O, kalplerde olanı bilir.” (Zümer: 7)“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabb'inin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Doğrusu ancak aklıselim sahipleri öğüt alır.” (Zümer: 9)
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.