Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

27 Mayıs 2012 Pazar

Bid'at-ı Hasene Hakkında Şüphelerin Reddi.!


Muhakkak ki bütün hamdler Allah’adır, binaen aleyh O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve mağfiret talep ederiz. Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden de ona sığınırız.

Allah kime hidayet ederse onu hiç bir kimse sapıttıramaz. Kimi de sapıttırırsa ona da kimse hidayet veremez. Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve şeriksiz olarak birdir. Ve yine de şahadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür.

‘Ey imân edenler! Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkun ve Müslümanlar olarak ölmeye çalışın.’ (Ãl-i ‘İmrân, 3/102)


‘Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini vücuda getiren, ikisinden birçok erkeklerle kadınlar üreten Rabbinizden korkun ve günah yapmak-tan sakının. Yine kendisine hürmet göstererek birbirinizden, dileklerde bulunduğu-nuz Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının. Şüphesiz ki Allah, üzerinize gözcü bulunuyor.’ (Nisâ’, 4/1)

‘Ey iman edenler Allah’tan korkunuz ve doğru söz söyleyin ki Allah size, işlerinizi düzeltip muvaffakiyet versin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, o, gerçekten büyük bir kâra kavuşmuştur.’ (Ahzâb, 33/70-71)

İmdi:

‘Muhakkak ki sözlerin en doğrusu Allah’ın Kelâmı, yol-ların en hayırlısı Muhammed sallAllahu aleyhi we sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bidat, her bidat sapıklık ve [her sapıklık da ateştedir.]’ |1|

_________________
|1| "Hutbetu’l-Hâce" ismiyle meşhur olan bu duayı, Cuma hutbelerinde ve diğer konuşmalarında okuyan Rasûlullâh sallAllahu aleyhi we sellem, bizzat sahâbelerine öğretmiştir.
|Bkz. Muslim, (867); Nesâ‘î, (3/188)|

Peygamber sallAllahu aleyhi ve selem bid’atı “seyyie” ve “hasene” olarak ikiye ayırmamış bilakis bütün bid’atleri sapıklık olarak nitelendirmiştir. Bunun aksini iddia etmek, Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’e karşı çıkmak ve O’na itaatsizliktir. O’na itaat etmemek amelleri boşa çıkarmak |Muhammed, 33| ve ebedi cehennem azabı anlamına gelmektedir. |Nisa, 14, 115|

Bazıları, "Bid'at-ı Hasene"nin İspatı Adına, Bir Takım Deliller we Şüpheler Öne Sürmüş we "Bid'at-ı Hasene"yi Hewa we Heweslerine Ambalaj Yapmak İçin Bu Delillerini Egzotik Sözlerle Donatmışlardır.

Bu Risalede Bid'atçilerin Şüphelerine Cewap Verilecektir.!


1. Şüphe;

"Kim İslâm dininde güzel bir sünnet başlatırsa, bu güzel işten dolayı kendisine sevap verilir. Ayrıca kendisinden sonra bu sünnetle amel edenlerin sevabı kadar da kendisine sevap yazılır; bu, diğerlerinin sevabından da bir şey eksiltmez. Kim de İslâm dininde kötü bir sünnet başlatırsa, kendisine hem kendi günahı hem de o işle amel edenlerin günahı kadar günah yazılır ve bu diğerlerinin günahından da bir şey eksiltmez." |Muslim (1017)| Hadisi...

Buna Bir Kaç Açıdan Cewap Verilebilir;

Birincisi; «Men senne» ile kastedilen bir Sünnet'i bizzat uygulamaktır, yoksa ortaya yeni bir şeyler çıkarmak, teşri yapmak değildir. Yani Hadis, yeni bir şeyler ortaya koymakla ilgili değil, bizzat Sünnet'te olanla amel etmeyi teşvik yönündedir. Buna delil, hadisin geliş sebebidir ki, o da meşrû kılınan sadakadır. Hadisin geliş sebebi ile ilgili şöyle bir rivayet vardır:

Cerir İbn Abdullah şöyle demektedir: Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem, hutbesi esnasında bizleri sadaka vermeye teşvik etti. Ama insanlar bu konuyu biraz ağırdan aldılar. Bunun üzerine Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in yüzünde kızgınlık ifadesi belirdi. Ensardan birisinin bir kese getirmesi üzerine insanlar da ona uydular, öyle ki, onun yüzünde sevinç görüldü ve şöyle dedi: «Kim güzel bir sünnet başlatırsa ...» |Darimi, (1/141)|

İkincisi; «Kim İslâm dininde güzel bir Sünnet başlatırsa» ifadesini kullananla, «Her bid'at dalalettir» ifadesini kullanan aynı kişidir, yâni Peygamber'dir. Binaenaleyh, Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in kendine ait bir sözü başka bir sözle tekzib etmesi |yalanması| veya sözlerinde bir çelişki olması söz konusu olamaz, bu mümkün değildir.! Dolayısıyla bizim bir hadisi alıp, diğer bir hadisten yüz çevirmemiz câiz değildir. Bu da, Kur’an'ın bir kısmını kabul edip diğer bir kısmını kabul etmeyenin haline benzer.

Üçüncüsü; Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem, «Kim bir Sünnet başlatırsa» demiş “Kim bir bid’at çıkarırsa” dememiştir. Yine, «İslâm’da...» demiştir, zira bid’atler ise, İslâm’dan değildir. Ayrıca «güzel (hasene)» sıfatını kullanmıştır, bid’at ise güzel (hasene) değildir.! Bid’at ile Sünnet arasındaki fark son derece açıktır. Sünnet, uyulan, tatbik edilen yoldur; Bid’at ise, dinde sonradan ortaya çıkarılan şeydir.

Dördüncüsü; Selef'ten hiç bir kimsenin, insanların sonradan ortaya çıkardıkları şeyleri (bid’atı) “Sünnet-i Hasene” olarak adlandırdıklarına dâir bir nakil gelmiş değildir.

Beşincisi; «Men senne» ifadesi dinde zaten mevcut olan ama ihmal edilen veya unutulan bir Sünnet'i ihyâ etmek, yeniden yaşanılır hale getirmek manâsındadır. Dolayısıyla «senne» kelimesi, bu hadiste terk edilen bir Sünnet'i ihyâ eden kimse hakkında izâfi olarak kullanılmıştır. Buna şu hadis delildir: “Kim benim Sünnet'imden bir Sünnet'i ihyâ eder ve insanlar onunla amel eder hale gelirse, amel edenlerin ecirleri kadar ona ecir yazılır; diğerlerinin ecirlerinden de hiçbir şey eksilmez. Kim de bir bid’at ihdas eder ve bununla amel edilirse, bu bid’atle amel edenlerin günahı kadar ona günah yazılır; diğerlerin günahlarından da hiç bir şey eksilmez.!” |Sünen-i İbn Mâce (209)|

Altıncısı; Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in, “Kim güzel bir Sünnet başlatır" ve “Kim kötü bir Sünnet başlatır” ifadesini yeni bir Sünnet “icat etme” anlamında kullanmaya imkân yoktur. Zira bir şeyin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu tespit etmek ancak Şer’î delillerle mümkündür. Bu durumda hadiste geçen "Sünnet", ya Şeriat'te güzel ya da çirkindir. Bu ifadelerin “sadaka” veya benzeri hayırlar olarak anlaşılması çok yerinde olacaktır. Kötü Sünnet (yol) ise, Adem oğullarının; «Zira o ölüm olayını ilk olarak Sünnet kılandır» |Buhari (335)| tarzında hadiste tenbih edildiği gibi, Şeriat'ın masiyet saydığı günahlara götüren bir mertebe olarak kalır. Dolayısıyla Bid’atler de öyledir. Zira din bunları kesin olarak zemmetmekte ve onlardan sakındırmaktadır. |Şâtıbî, İ’tisâm (1/236)|


2. Şüphe;

“Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir“ |Ahmed, Musned (1/379)| şeklindeki rivayettir.

Buna Bir Kaç Açıdan Cewap Verilebilir;

Birincisi; Bu rivayetin Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’e aidiyeti (merfû’ oluşu) sahih değildir. Aksine bu ifade İbn Mes’ûd radıyAllahu anh’a aittir, mevkûf bir rivayettir. İbn Kayyım rahimehullah şöyle der: “Bu ifade Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in sözü değildir. Bunu, hadis konusunda bilgisi olmayan kişiler ona nisbet etmişlerdir. Bu söz, İbn Mesud’dan bizzat kendi sözüyle sabittir." |el-Furûsiyye, sy: 167|

İbn Abdulhâdî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu haber Enes’den sâkıt (zayıf) bir senetle Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’e nisbet edilmiştir. Doğru olan, bu sözün İbn Mes’ûd’a ait mevkûf bir rivayet olduğudur.” |el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ (2/245)|

ez-Zeylaî ise, bu konuda şöyle demektedir: “Bu haberin merfû olarak rivayeti garibtir |zayıfıtır|; Ben bu ifadenin sadece İbn Mes’ûd’a nisbet edildiğini gördüm” |Nasbu’r-Râye (4/133)|

Kim olursa olsun, hiç bir kimsenin sözünün Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in sözü ile çatışması caiz değildir.

İkincisi; “el-Muslimûn” kelimesindeki “el” takısı "zaman" bildirmek içindir ve sahabe zamanına ve bizzat sahabeye işaret etmektedir. Rivayetin gelişi de buna işaret etmektedir. Rivayetin tamamı şöyledir: «Allah kullarının kalplerine baktı, Muhammed sallAllahu aleyhi we sellem’in kalbinin kulların kalpleri içerisinde en güzeli olduğunu gördü ve o kalbi kendisi için seçti. Risaletini de onun vasıtasıyla gönderdi. Muhammed sallAllahu aleyhi we sellem’in kalbinden sonra sair kullarının kalplerine baktı, Muhammed sallAllahu aleyhi we sellem’in ashabının kalplerinin kulların kalpleri içerisinde en güzelleri olduğunu gördü ve onları Peygamberine yardımcılar kıldı. Bu yardımcılar Allah’ın dini uğrunda mücadele ettiler. Müslümanların iyi gördüğü Allah katında da iyidir, kötü gördükleri (tasvip etmedikleri) Allah katında da kötüdür.» Bazı rivayetlerde şu ilave de vardır: «Bütün sahabîler Ebu Bekir’i halife olarak tayin etmek istediler.» |Hakim, el-Mustedrek (3/78)|

Bu da açıkça göstermektedir ki, burada “Müslümanlar”la kastedilenler sahabîlerdir. Bunların sahabiler olduğuna dair bir başka delil ise, hadis konusunda eser veren ulemanın bu rivayeti sahabîlerle ilgili bölümde zikretmeleridir. el-Hâkim’in “el-Müstedrek”inde de durum böyledir. |Bkz: (3/78)| el-Hâkim bu rivayeti "Ma’rifetu’s-Sahâbe" bölümüne almış, ancak ilk kısmını rivayet etmemiş ve rivayeti “Müslümanların iyi gördüğü ...” |Mâ Rea’l-Muslimûne Hasenen ...|" kısmından itibaren almıştır. Bu da gösteriyor ki, el-Hâkim, rivayette geçen “el-Muslimûn”dan sahabenin kastedildiği sonucunu çıkarmıştır. Durum böyle olunca, bütün sahabîlerin bid’atlerin zemmi ve çirkinliği konusunda fikir birliği içinde olduğu ortaya çıkar. Hiçbir sahabîden bid’atleri hoş gören bir rivayet varid olmamıştır.

Üçüncüsü; “el-Muslimûn”deki “el” takısının belli bir zamanı tayin için değil de bir umumiyet ifadesi olarak kullanılması durumunda bile, bununla kastedilen icmâ olur ki, icmâ da hücccettir. İzz İbn Abdüsselâm şöyle demektedir: “Hadis sahih ise, ‘el-Muslimûn’ ile kastedilen Ehl-i İcmâ’dır, doğrusunu Allah bilir." |Fetâvâ, st: 42, No: 9|

Bu rivayeti Bid’at-ı Hasene’nin varlığına delil olarak öne sürenlere deriz ki;

“Müslümanların, güzelliği üzerine ittifak ettikleri bir tek bid’at örneği gösterebilir misiniz?"

Şüphesiz bu mümkün değildir. Müslümanların güzel olduğu konusunda ittifak ettikleri bir tek bid’at yoktur. Aksine, İslâm’ın ilk asırlarında bütün bid’atlerin dalâlet vesilesi olduğu hususunda icmâ hasıl olmuştur. Allah’a sonsuz şükürler olsun ki bu icmâ hâlâ devam etmektedir.

Dördüncüsü; Abdullah İbn Mes’ûd radıyAllahu anh gibi mümtaz bir sahabînin sözü ile nasıl bir bid’at güzel gösterilmek istenebilir? Ki O, sahâbiler içinde bid’atler konusunda en hassas olan ve insanları şiddetle bundan nehyeden ve sakındıran bir zattı. İbn Mes'ud radıyAllahu anh şöyle demiştir; «"Ey insanlar! yakında siz rivayet edeceksiniz, size de rivayette bulunacaklar. sonradan ortaya çıkarılmış bir bidat gördüğünüz zaman ilk duruma (sahabenin üzerinde olduğu yola) sarılın." |Darimi 174: İbn Batta el-İbane 161, 192: el-Lalkai 1/42 Hakim 1/114|» Bunun dışında bid’atlerden nehyeden daha birçok sözü vardır.


3. Şüphe:

“Hadiste geçen “Bütün bid'atler sapıklıktır” sözü genelleştirilemez. Çünkü Allah Teala; “O (rüzgâr), Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder.” |Ahkaf 25| buyurmuştur. Bu ayette geçen her şey lafzı rüzgârın her şeyi yıktığını ifade etmediği gibi bu hadiste kastedilen de bütün bid'atler değildir.”

Buna Bir Kaç Açıdan Cewap Verilebilir;

Burada geçen “her şey” ifadesi de umumidir.

Nitekim İbn Cerir Taberi rahimehullah Tefsirinde der ki; “Bu fırtına, Rabbinin emriyle herşeyi harap etmektedir. Böylece Hud kavmi tamamen helak olup gitti.” |Taberi Tefsiri (13/26-27)|

Kurtubi rahimehullah der ki; “Yani Ad kavminin insanlarından ve mallarından üzerinden geçtiği herşeyi bu hale ge­tiriyordu. İbn Abbas radıyAllahu anh dedi ki: "Üzerine gönderildiği herşey", demektir.” |Ahkami'l-Kur'an, (16/206)|

Diğer müfessirler de bu şekilde söylemişlerdir.

Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye rahimehullah der ki;

“Peygamberimiz sallAllahu aleyhi we sellem “Her bid'at dalalettir. (sapıklıktır)” sözünü sadece özellikle yasaklanmış bid'atlere yormak, bu sözle sırf bu tip bid'atlerin kastedildiğini ileri sürmek caiz değildir. Böyle düşünürsek bu hadisi anlamsız saymış oluruz. Çünkü her hangi bir küfür, her hangi bir fasıklık veya başka bir günah yasaklanınca bu yasaklamadan anlarız ki, ortada mubah sayılmış bir haram vardır. Bu haram bid'at olabileceği gibi öyle olmayabilir de. Şimdi eğer ister Peygamberimiz zamanında işlenmiş olsun, ister öyle olmasın dinde özel hükümle yasaklananlar dışında münker (kötülük) yoksa ve ister bid'at olsun, ister olmasın sırf yasaklanan şeyler münker (kötülük) ise “bid'at” ın hiç bir önemi, hiç bir özel etkinliği kalmaz. Yani ne varlığı bir davranışın kötü olduğunu ve ne de yokluğu bir hareketin güzel olduğunu göstermez. Böyle olunca da Peygamberimizin sallAllahu aleyhi we sellem: “Her bid'at dalalettir (sapıklıktır)” sözü: “Her adet bir sapıklıktır” veya: “Gerek Arapların ve gerekse Acemlerin (arap olmayanların) her geleneği sapıklıktır.” gibi bir söz olur ve anlamı da: “Bu adet ve gelenekler içinde yasaklananlar sapıklıktır” şeklinde olur. Bu da normal yorum sınırlarını aşan bir belge tahrifi ve saptırması olur ki, başlıcaları şunlar olan bir takım zararlı gelişmelere ve yıkımlara yol açar.

1 - Söz konusu zararların ilki, bu hadise karşı olan güvenin zayıflamasıdır. Çünkü ayrı ve özel bir delil ile yasaklandığı bilinen bir davranışla ilgili hüküm, bu hadisin içeriğinden olmayan söz konusu yasakla bilinmiş olur. O zaman da bu hadisin hiç bir anlamı kalmamış olur. Oysa Peygamberimiz bu sözleri büyük bir kalabalığa seslenirken ve genel karakterli bir konuşma içinde söylemiştir.

2 - Böyle olunca “bid'at” terimi, özü ve sözü bakımından hiç bir etkisi olmayan içi boş bir kelimeye dönüşür. Bu takdirde de bu söz veya kavrama dayanarak hüküm vermek, diğer etkisiz kavramlara dayanmakta olduğu gibi, aslında dayanaksız bir yargıya varmak olur.

3 - Bir şey söylerken böyle bir terim kullanmak, eğer bu terimle başka bir kavram kasdediliyorsa -ki konumuz bakımından bu “başka” kavram yasaklanmış belirli davranıştır- belirtilmesi gereken bir anlamı belirtmekten kaçınmak ve göründüğü gibi anlaşılmaması gereken bir sözü söylemek olur. Çünkü “bid'at” ile “özel hükümlü yasak” arasında “genellik” ve “özellik, belirlilik” ilişkisi vardır. Yani her bid'at hakkında özel bir yasaklayıcı hüküm yoktur. Bunun yanında, her hakkında özel yasaklayıcı hüküm bulunan davranış da bid'at değildir. Böyle olunca her hangi bir terimi söylerken aslında başka bir terimi kasdetmek, sadece aldatmaca amacı güden konuşmacılara yaraşabilecek katıksız bir lâf cambazlığıdır. Tıpkı “kara” derken "at" ve “at” derken "kara" demek istemek gibi.

4 - Böyle bir yorumun yolaçacağı bir başka sakınca da şudur. Eğer Peygamber Efendimiz sallAllahu aleyhi we sellem “Her bid'at dalalettir. (sapıklıktır)” ve “Sonradan ortaya atılmış şeylerden uzak durunuz” sözleri ile özel hükümlerle yasaklanmış kötülükleri kasdettiğini düşünecek olursak, o zaman Rasûlullah'ın bu hadisle neyi anlatmak istediğini tümü ile hiç kimse tarafından bilinmeyen ve ancak seçkin alimler tarafından kısmen bilinebilen bir davranış biçiminin (özel hükümlü yasaklar) kavranmasına havale etmiş olması gerekir ki, bu olabilecek bir şey değildir.

5 - Eğer Peygamberimizin sallAllahu aleyhi we sellem bu sözleri ile sadece özel hükümle yasaklanmış davranışlar kasdedilecek olursa bu sözlerin kapsamların çok küçük bir kısmı göz önüne alınmış olur ki bu küçük kısım da özel hükümlü yasaklar olur. Çünkü eğer özellikle yasaklanan belirli bidatler ile haklarında özel yasak bulunmayan bidatler, biribiri ile karşılaştırılacak olursa, hakkında özel yasak bulunmayan bidatlerin kesin bir çoğunluk oluşturduğu görülür. Oysa genel karakterli bir sözle, bu sözün kapsamının çok küçük kısmını veya bir kaç ender muhtevayı kasdetmek caiz değildir.Gerek bu saydığımız sakatlıklar ve gerekse burada sözünü etmediğimiz daha birçok sakıncalar kesinlikle bu yorumun yanlış olduğunu ve söz konusu hadisi bu anlama getirmenin caiz olmamasını gerektirir. Hadise böyle anlam veren kimsenin, giriştiği yoruma gerekçe oluşturacak bir delile dayanıp dayanmamış olması önemli değildir. Çünkü böyle bir manalandırma yapan kimsenin, yorumuna gerekçe saydığı delili açıklamadan daha önce söz konusu hadisin istediği anlamı vermeye elverişli olduğunu açıklaması gerekir. Oysa saydığımız sebepler, elimizdeki hadisten böyle bir anlam çıkarabilmeyi engeller niteliktedirler.”

|İktizau's-Sırati'l-Mustakim, sy: 274-275|

 4. Şüphe;

Bid’atleri güzel göstermeye çalışanların dayandıkları delillerden biri de, Ömer radıyAllahu anh’in, «Bu ne güzel bid’attir» |Buhari(2010)| şeklindeki sözüdür.

Buna Bir Kaç Açıdan Cewap Verilebilir;

Birincisi; Faraza bu sözün bid’atleri güzel göstermeye delil olarak kullanılabileceğini kabul etsek bile -ki bu mümkün değildir-, hiç kimsenin sözünün Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in sözü ile çatışması caiz değildir. Bu sözün, Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’den sonra ümmetin en faziletli insanı olan Ebu Bekir’e ve ondan sonra ümmetin en faziletlisi olan Ömer’e yahut başkasına ait olması durumu değiştirmez.

Abdullah İbn Abbas radıyAllahu anh şöyle demektedir: «Neredeyse gökten başınıza taş yağacak!. Ben size Allah’ın Rasûlü sallAllahu aleyhi we sellem böyle söylüyor diyorum, siz ise, bana Ebu Bekir ve Ömer şöyle söyledi diyorsunuz»

Ömer İbn Abdulaziz şöyle der: «Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in Sünnet'ine karşı hiç kimsenin re’yi geçerli değildir.»

İmam Şâfiî de şöyle der: «Müslümanlar, Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’den bir Sünnet açıkça beyan edildikten sonra, bu Sünnet'in terk edilip başkasının sözüyle amel edilemeyeceği konusunda icmâ etmişlerdir.»

|Bkz: İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkıîn (2/282)|

Ahmet İbn Hanbel şöyle der: «Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in sözünü reddeden kişi, helâkin eşiğindedir.» |Tabakatu’l-Henâbile (2/15) İbâne (1/260)|

İkincisi; Ömer radıyAllahu anh, bu sözü insanları teravih namazı için topladığın da söylemiştir. Teravih namazı ise, bid’at değil, Sünnet'in tâ kendisidir. Bunun delili Aişe radıyAllahu anh’ın rivayet ettiği olaydır: “Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem bir gece mescitte namaz (teravih namazı) kılarken, Ashab da onunla birlikte namaz kıldı. Ertesi günün gecesi de böyle yaptı ve cemaat arttı. Üçüncü veya dördüncü günler de böyle oldu. Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem ashabının yanına çıkmadı. Sabah olunca Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem, Ashabına, ‘Yaptığınızı gördüm, teravih namazının size farz olmasından korktuğum için yanınıza gelmedim’ dedi. Bu, Ramazan ayında idi» |Buharî (1129)|

Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem, teravih namazını cemaatle kılmayı terk etmesinin illetini belirtmiştir. Ömer radıyAllahu anh ise, bu illetin ortadan kalktığını görerek, teravih namazını cemaatle kılınmasını tekrar iade etmiştir. O halde Ömer radıyAllahu anh’ın bu uygulaması, aslında Nebi sallAllahu aleyhi we sellem’in uygulamasına dayanmaktadır.

Üçüncüsü; Ömer radıyAllahu anh’ın bu uygulamasının bid’at olmadığı ortaya çıktığına göre, sözünde geçen «bid’at» kelimesi nasıl anlaşılmalıdır?

Ömer radıyAllahu anh’in bu ifadesinde ki bid’at kelimesiyle şer’i anlam değil, lugavî anlam kastedilmiştir.

Lügatte bid’at; Geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan şeydir. Teravihin cemaatle kılınması, bir uygulama olarak Ebu Bekir radıyAllahu anh’in hilâfeti döneminde ve Ömer radıyAllahu anh’in hilâfetinin ilk dönemlerinde mevcut değildi. Bu sebeple lugavî tanımlamaya uygun olarak bu yenilik (bid’at) sayılabilir; zira bunun geçmiş örneği yoktur. Ama meseleye şer’i açıdan bakıldığında, durum farklıdır. Zira bu uygulama Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in tatbikatında dayanağı vardır. |Bkz: Lisanu’l-Arab(6/8)|

eş-Şâtibî şöyle der:

“ Bu itibarla bunu bid’at olarak adlandıran kişinin -ki isimlendirme konusunda bir tartışma söz konusu değildir- bundan dolayı (Şer’î) bid’at anlamında Ömer radıyAllahu anh’in sözünün ifade ettiği manâ ile istidlâl etmesi caiz değildir. Zira bu, kelimeyi esas amacından saptırmak olur.” |İ’tisâm (1/250)|

Bu konuda büyük imamların sözleri şöyledir:

İbn Teymiyye şöyle der:

“Ömer radıyAllahu anh’in bu güzel uygulamayı bid’at olarak adlandırması, tamamen lugavî bir adlandırmadır; şer’i değildir. Bunun sebebi, bid’at kelimesinin, lugat açısından geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan her şeyi içermesidir. Şer’i olan bid’at ise, hakkında şer’î bir delil olmaksızın yapılan uygulamalardır.” |İktidâu’s-Sırâti’l-Mustakîm, sy: 276|

İbn Kesîr şöyle der:

Bid’atler iki türlüdür;

1- Bid’at kavramı bazen şer’î bir konu hakkında kullanılır. Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in; «Sonradan ortaya çıkarılan her şey bid’attır ve her bid’at de sapıklıktır» ifadesi bunun örneğidir.

2- Bid’at, bazen de lugavî anlamda kullanılır. Ömer radıyAllahu anh’ın, insanları teravih için topladığı ve onların da buna devam etmesi üzerine söylediği «Bu ne güzel bid’attir» sözü de bunun örneğidir. |Tefsir, (2/117)|

İbn Receb şöyle der:

“Selefin bazı bid’atları hasene addetmesi şer’î anlamıyla değil, lugavî anlamıyladır. Ömer radıyAllahu anh’in «bu ne güzel bid’attir» sözü bu cümledendir. Ömer radıyAllahu anh’in kasdı, bu uygulamanın bu şekilde daha önce mevcut olmadığı, ancak dinde aslının bulunduğunu ifade etmekti.” |Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem, sy: 28|

Muhammed Reşid Rızâ‘da şöyle der:

“Bid’at" kelimesi iki şekilde kullanımı vardır;

1- Lugavî kullanımdır ki; Yeni bir şey, geçmiş örneği olmayan şey manâsına gelir. Bu durumda ef’âl-i mükellefin adı verilen beş hüküm söz konusu olur. Ömer radıyAllahu anh’in, insanların toplanıp teravih için imama tabi olduklarını görünce, «bu ne güzel bid’attir» demesi bu cümledendir.

2- Şer’î ve dinî anlamdaki kullanımdır. Yani Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem döneminde mevcut olmayan ve dini kaynaklarda delili bulunmayan akîde, ibâdet, dinî bir yasaklama ve saire gibi alanlar için olan kullanımdır. Hadiste geçen «sonradan ortaya çıkan şeyler bid’attir ve bütün bid’atler sapıklıktır» ifadesi bu anlamdadır. Bid’atin bu ikinci (şer’î) anlamda gündeme gelmesi şüphesiz sapıklıktır. Zira Allah Teâlâ dinini tamamlamış ve kulları için olan nimetini kemale erdirmiştir. Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’den sonra hiç kimsenin dine, akîde ve ibâdet konusunda bir şey sokmaya, dinî bir şiar ihdâs etmeye veya ondan bir şey eksiltmeye, dinî bir uygulamanın niteliğini değiştirmeye (cehrî kıraat olmayan namazlarda cehrî kıraat ihdâs etmek gibi), mutlak bir hükmü zaman ve mekân açısından olsun, bireysel ve toplumsal açıdan olsun, Şarî’den bir delil gelmedikçe kayıtlandırmaya yetkisi yoktur. |Tefsîru’l-Menâr (9/660)|


5. Şüphe;

Allah Teala Hadid Suresi 27. Âyetinde şöyle buyuruyor; “Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” Bazıları bu ayeti bid'atlerden bazısını güzel göstermek için delil getiriyorlar.

Cevap;

Bu ayette bid'atları güzel göstermeye hiçbir yol yoktur. Eğer Allah Teala’nın “Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar” ifadesi “uydurdukları” lafzına raci olursa o halde ayetin anlamı; “Allah onlara yazmadı (emretmedi) fakat onlar Allah’a daha fazla yakınlaşmak için uydurdular” demek olur ki, bu onlara bir kınamadır. Bu uydurdukları şeye riayet de etmedikleri için daha fazla kötülenmişlerdir.

Şayet “onu biz yazmadık” lafzına raci olursa, bunun anlamı; “Onu uydurup devam ettikleri için Allah onlara onu farz kıldı fakat hakkını gözetmediler” demek olur. Yani Hüküm koyucu olan Allah tarafından meşru kılındığı ifade edilmiş olur. Bu takrir anlamına gelir. Bunun benzeri bizim Şeriatımızda Takrîrî Sünnet denilen şeydir. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, ashabından birinin yaptığı veya söylediği bir şeye karşı çıkmaz ise, bu Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in takriri ile dinen meşru hale gelir. Sünnet'te bunun örneği çoktur. Fakat Allah Rasulü'nün vefatından sonra dinin eklemeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah Azze ve Celle dini tamamladığını ve kemale erdirdiğini beyan etmiştir. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem de bizleri cennete yaklaştıracak veya cehennemden uzaklaştıracak hiçbirşeyi açıklamadan bizi terk etmemiştir.

Neticede bu ayet, bizden öncekilerin Şeriatına ait hükümlerdendir. Usul ilminde tercih edilen görüşe göre onların Şeriatı bizim için bağlayıcı değildir. Bunun pek çok delilleri vardır. Onlardan birisi de Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in; “Benden önceki peygamberlere verilmeyen beş şey bana verildi.” Buyurup en sonunda da; “Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilmiş iken ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim.” buyurmasıdır. |Sahihayn|

Geçmiş şeriatlarda mevcut olan hükmün bizim için bağlayıcı olmasını kabul edenler ise şu iki şartı öne sürmüştür;

1- Güvenilir nakil ile Allah’ın onlar için bu şeriattan razı olduğunun sabit olması,

2- Bizim Şeriatımızda ona muhalif bir hüküm bulunmaması.

Bidatleri güzel görmeye çalışanlar için bu ayette bir delil olmadığı anlaşılmış oldu. Zira İslam dini, her bid'atin sapıklık olduğunu, her sapıklığın da cehennemde olduğunu beyan etmiştir.


6. Şüphe;

Bazıları Kur’an’ın Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’den sonra toplanmış olduğunu ileri sürerek bid'atlerde güzellik aramaya delil getirdiler.

Buna Bir Kaç Açıdan Cewap Verilebilir;

Birincisi; Şüphesiz Kur’an Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem zamanında sahifelerde yazılı idi. Allah Teala; “Bu delil, tertemiz sahifeleri okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygmaberdir.” |Beyine, 2| buyurarak bunu bildirmiştir. Yine Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in; “Kim benden Kur’an dışında bir şey yazmışsa onu imha etsin” |Muslim| emri de Kur’an’ın yazılmış olduğuna delildir. Lakin o zamanda sahifeler bir arada değildi.

Buhari’nin rivayet ettiği Kur'an’ın cem edilme haberinde Zeyd Bin Sabit radıyAllahu anh demiştir ki;

“Kur’an'ı bir araya getirmek için kemiklerde ve levhalarda yazılı olan ve insanların ezberlemiş olduğu ne varsa araştırdım.”

İkincisi; Sahabeler bu işe kendi nefislerinden değil, Allah Teala’nın onu korumayı vaad ettiği gibi bir araya getirme vaadini de gerçekleştirmek için girişmişlerdi; “Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir.” |Kıyamet 17| Bu iki ayeti bir araya getirirsek bize çok büyük bir esas belirir; gaye meşru kılınmış ve vesile eksik bırakılmamıştır. Kur'an’ın korunması gayesini Allah meşru kıldığı gibi, bunun vesilesinin onun bir araya toplanması olduğunu da Allah açıklıyor. Nitekim Peygamber zamanında Kur'an kemikten ve kumaştan sahifelerde yazılıydı ve insanların ezberinde idi. Sahabeler, Kur’an hafızlarından birçok kimsenin Yemame gününde öldürüldüğünü görünce diğer vesilelere yöneldiler. O da Kur’an'ın bir araya toplanması idi. Bu Allah’ın Kur'an'ı koruma ve cem etme hakkındaki vaadinin gerçekleşmesi demektir.

Üçüncüsü; Kur’an'ın cem edilmesi hususunda sahabeler icma etmişlerdir. Sahabenin icması ise şüphesiz Hüccet'tir. Zira onlar sapıklık üzerinde ittifak etmeyecekleri bildirilen topluluktur. Nitekim Tirmizi’nin rivayet ettiği hadiste: “Ümmetim sapıklık üzerinde icma etmez” buyrulmuştur.

Dördüncüsü; Sahabenin Kur'an'ı korumak adına sarıldıkları vesileler zaruri bir işti veya Müslümanların Kur'an hakkında ihtilaf etmelerinden doğacak zararı def etmek için idi. Bu durumda bu, “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir” kaidesine dâhil olmaktadır. Yine “kötülüklerin önünü tıkamak” kaidesine dahildir. Bu kaideler Kitab ve Sünnet kaynaklıdır. |el-Bid’a ve Eseruha's-Seyyie Fi'l-Umme, sy: 55-60|

“O halde bunu neden Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem yapmadı?” denilecek olursa deriz ki; “Çünkü mani sözkonusu idi. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in hayatı boyunca Kur'an nazil olmaya devam ediyordu ve Allah Azze ve Celle dilediği ayeti nesh ediyordu. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in vefatı ile bu mani kalkınca sahabeler (Allah onlardan razı olsun) ittifakla bu işi yerine getirdiler.

Sahabelerin güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir.

 7. Şüphe;

Bazıları şöyle der; “Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in; “Kim emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa, o reddolunur” sözü, “Her bid'at sapıklıktır” sözünü tahsis etmiştir. Bundan da şu anlam çıkar; “İstisnasız olarak bid'at sapıklık olsaydı hadiste; “Kim dinimizde bir şey çıkarırsa o reddolunur” buyrulurdu. Ama hadiste öyle değil de “Kim emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa” buyruluyor. Demek ki sonradan çıkarılanlar iki çeşittir; dinden olmayıp dinin kaidelerine ve delillerine muhalif olanlar, ki bunlar merduttur. İşte bunlar sapıklık bid'atidir. Bir de dinden olan, dinde aslı bulunan, delil ile desteklenen şeyler vardır ki bunlar sahihtir, makbuldür. İşte bunlar da "|Sünnet-i Hasene| Güzel Sünnet" adını alır.”

Cevap;

İlmin kaidelerinden bilinmektedir ki, Nebevi Hadisler birbirini tefsir eder. Birinde kapalı olan anlamı diğer hadis açıklar. Bu rivayet de sözkonusu kuruntuları gidererek aşağıda geldiği gibi meseleyi açıklığa kavuşturuyor;

Birincisi: Aynı hadisin diğer bir rivayet metninde; “Kim emrimiz olmayan bir ameli işlerse o reddolunur” buyruluyor. İşte bu hadis kendi kendini apaçık şekilde izah ediyor, sonradan çıkma bir amel ile amel etmenin merdud olduğunu ortaya koyuyor.

İkincisi; Selef-i Salihin'in bu hadis hakkında uygulaması ve anlayışları -ki onların sözüne tutunan sapıtmaz- bu şekilde olmamıştır. Onlardan pek çoğundan rivayet edilmiştir ki; Onlar, keyfiyet ve sıfat olarak aslı meşru olup da sonradan çıkarılan amelleri bid'at olarak değerlendirip, şiddetle karşı çıkmışlardır.

|Ali el-Halebî, İlmu Usuli'l-Bid’a, sy: 34-36|


8. Şüphe;

Gudayf İbn el-Haris’ten şöyle rivayet edilmiştir: “Abdu’l-Melik İbn Mervan beni huzuruna çağırdı ve şöyle dedi: “Ey Ebu Esma, biz insanları iki şey üzerine birleştirdik. Bunlardan birisi Cuma günü minberde ellerini kaldırarak dua etmek, ikincisi de sabah ve ikindi namazından sonra kıssa anlatmak. Ben de şöyle dedim: “Bunlar bana göre bid’atlerinizin en iyisidir. Ancak bunların hiçbirisini kabul etmiyorum". Abdu'l-Melik İbn Mervan sebebini sorunca, şöyle cevap verdi: “Çünkü Nebi sallAllahu aleyhi we sellem, «Bir kavim bir bid’at ihdas ettiğinde, onun mukabili bir Sünnet ortadan kalkar» buyurmuştur. O halde bir Sünnet'i tatbik etmek bir bid’at ihdas etmekten daha hayırlıdır.” |Ahmed, Musned (4/105)|

Buna Bir Kaç Açıdan Cewap Verilebilir;

Birincisi; Bu rivayet sabit, sağlam bir rivayet değildir. Bilakis isnadı zayıf olup iki açıdan illetlidir:

1. Hadisin senedinde Ebu Bekr İbn Abdullah İbn Ebi Meryem vardır. Bu şahıs rivayette zayıftır. Ahmet İbn Hanbel, Yahya İbn Main, Ebu Zur’a, Ebu Hâtim, Nesaî ve ed-Darekutnî onu zayıf addetmişlerdir. |Tehzîb’l-Kemâl (33/108)| İbn Hacer de Onun zayıf olduğunu söylemiştir. |et-Takrîb (7974)|

2. Yine isnat zincirinde “an” eda sigasıyla rivayet eden Bakiyye İbn el-Velid bulunmaktadır. İbn Hacer şöyle der: “ O, zayıf ve mechûl ravilerden hadis rivayet ederken çokça tedlis yapan birisidir. |Tarifu Ehli’t-Takdis (sy: 121)| Ayrıca İbn Hacer, bu zatı müdellislerin dördüncü mertebesinde zikretmektedir. Bunlar da, rivayetinde işittiklerini tasrih etmeleri müstesna, hadisleri hiçbir şekilde hüccet olarak kabul edilmeyeceği noktasında ittifak edilen kişilerdir. Bunun sebebi de zayıf ve meçhul ravilerden çok tedlis yapmalarıdır. Bakiyye İbn el-Velid’in tedlisi tesviye türünden olup, en kötü tedlis türlerinden biridir. Bu tarz bir rivayet, ancak isnadın başından sonuna kadar işitildiğinin söylenmesi durumunda kabul edilebilir. Sadece kendisinin ravinin işittiğini söylemesi yeterli değildir. Zira isnadın başka bir yerinde de hazf yapmış olabilir. Dolayısıyla burada bizzat kendisi ‘an’ sîgasıyla rivayet etmişken, bu rivayet nasıl kabul edilsin?!

İkincisi; Bu rivayet doğru kabul edilse bile, kim olursa olsun hiç kimsenin sözünün Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem’in sözü ile karşı karşıya getirilmesinin caiz olmadığı defalarca tekrar edilmiştir.

Üçüncüsü; Gudayf İbn el-Haris’in sahabeden olup olmadığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir kısmı onu Sahabe’den sayarken bir kısmı da onu tabiinden saymıştır. |Usdu’l-Ğabe (4/340) Siyeru A’lami’n-Nubela (3/453) el-İsabe (3/453)|

Dördüncüsü; Gudayf İbn el-Haris söz konusu bid’atlere uymayı reddetmiştir. Şayet bid’atları hasen olarak görseydi amel etmekte tereddüd etmezdi.

Beşincisi; “Bunlar bid’atlerinizin en iyisidir.” ibaresi nisbî bir ifadedir. Kastedilen, bunların sair bid’atlere göre daha az kötü ve daha az muhalif olmalarıdır. İbn Hacer şöyle demiştir: “Sünnet'te aslı olan bir bid’at konusunda tavrı böyle olan bir sahabînin, aslı olmayan ve Sünnet'e muhalif olan bir şey konusundaki tavrı nasıl olurdu?” |Fethu'l-Bari (13/254)|

Altıncısı; Gudayf İbn el-Haris, «Bir topluluk bir bid’at ihdas ettiğinde onun mukabili bir Sünnet ortadan kalkar» mealindeki hadisle söz konusu bid’atlere karşı çıkmıştır. Şayet bu bid’atler "Hasen (Güzel)" olsaydı, o Sünnet'in bir misli kaldırılmazdı. Zira bir Sünnet'in ortadan kalkması bir cezalandırmadır. Güzel olan şeyler içinse ceza söz konusu değildir.


9. Şüphe;

Bazıları Osman İbn Affan radıyAllahu anh’ın Cuma günü Şer’i ezandan önce bir ezan daha eklemesini bid'atleri güzel görmek için delil getirdi.

Buna Bir Kaç Açıdan Cewap Verilebilir;

Birincisi; İnsanlar çoğaldığı ve evleri mescidden uzaklaştığı için Osman radıyAllah anh maslahat gereği bunu yapmıştır. Bu ezanın kalabalıklaşan halkın hazırlanabilmeleri için faydalı olacağını görmüştür. |Usame Kassas İşrakatuş Şir’a Fil Hukmi Ala Taksimil Bid’a, sy: 40| Sahihi Buhari’de Saib İbn Yezid radıyAllahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir; “Cuma günleri ezan, Rasûlullah sallAllahu aleyhi we sellem döneminde diğer namazlardaki gi­bi idi. Peygamber sallAllahu aleyhi we sellem minbere oturdu mu birisi ezan okurdu, Ebu Bekir, Ömer ve Kûfe'de Ali (radıyAllahu anhum) de böyle yapıyorlardı. Da­ha sonra Osman radıyAllahu anh insanların Medine'de kalabalıklaşması üzerine "ez-Zevrâ" diye adlandırılan evinin üzerinde okunan üçüncü bir ezan ilave etti. |Buhari (1/310)|

Kurtubi dedi ki; “el-Maverdi dedi ki: Birinci ezan sonradan ortaya çıkarılmıştır. Medine'nin genişleyip ahalisinin çoğalması esnasında insanlar hutbeye yetişmek üzere hazırlansınlar diye bunu Osman İbn Affân çıkardı.” |Kurtubi (18/100)|

Kim bu illeti görmezden gelir ve Osman radıyAllahu anh’ın başlattığı ezanı mutlak olarak alıp buna tutunursa kendisine uyan olmaz. Aksine bu illete ibret nazarıyla bakılmazsa, Osman radıyAllahu anh‘ın Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in ve ondan sonraki iki halifesinin sünnetine muhalefet ettiği anlamına gelir.

Bunun için İmam Şafii rahimehullah “el-Ümm” şöyle demiştir;

“Atâ radıyAllahu anh Osman radıyAllahu anh’ın sonradan çıkardığı bu işe karşı çıkar ve şöyle derdi; “Bunu Muaviye radıyAllahu anh sonradan çıkarmıştır. Ne olursa olsun, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve selem zamanındaki uygulama benim için daha sevimlidir. Müezzinlerden bir cemaat imam minber üzerinde iken ezan okusa ve bugün olduğu gibi imam minbere oturunca müezzinlerden önce bir ezan okunsa bunu çirkin bulurum…” |el-Umm (1/173)|

Şeyhulislam İbn Teymiye rahimehullah der ki;

“Doğrusunu Allah bilir, ama bizim anladığımıza göre bu konuda bağlı kalınması gereken temel kural şudur: İnsanlar sadece yararlı olduklarına inandıkları şeyleri, yenilik olarak ortaya atarlar. Herhangi bir yeniliğin zararlı olduğunu düşünseler onu ortaya atmazlar. Çünkü böylesine ters bir tutuma ne akıl ve ne de din yönünden gerekçe bulunamaz. Şimdi, eğer Müslümanlar bir şeyi yararlı görürler ise, bu şeye ihtiyaç hissettiren sebebe bakılır. Eğer bu ihtiyaç hissettiren sebep, Peygamberimizden (salât ve selâm üzerine olsun) sonra ortaya çıkmış yeni bir şey olur da Peygamberimiz kesin bir yasaklama belirtmeden o şeyi yapmamış ise böyle bir durumda söz konusu ihtiyaç duyulan yenilik ortaya konup uygulanabilir. Peygamber Efendimiz zamanında da ihtiyaç haline geldiği halde çeşitli engeller yüzünden ortaya atılmayan ve Peygamberimizin ölümünden sonra önleyici engelleri ortadan kalkan yararlı yenilikler hakkında da aynı kural geçerlidir. Fakat ihtiyaç niteliği kazandıracak bir sebebi olmayan veya kulların bazı günahları sebebi ile ihtiyaç haline geldiği ileri sürülen yeniliklere gelince, bunları ortaya çıkarıp benimsemek caiz değildir. Şunu hiç unutmamak gerekir ki, gerektirici sebebi Peygamberimiz zamanında da var olan bir davranış eğer buna rağmen o zaman işlenmemiş ise her ne kadar bize göre yararlı ise de aslında yararlı değildir. Buna karşılık gerektirici sebebi (gerekçesi) Peygamberimizden sonra -Allah'ın emrine karşı gelmek söz konusu olmaksızın- ortaya çıkan yenilikler yararlı olabilirler.” |İktizau's-Sirati'l-Mustakim (2/594)|

Neticede bu iş (Mesalihi Mürsele), zaruri bir emrin korunması veya dinde giderilmesi gereken bir sıkıntının bulunmasına bağlıdır. Bid'at ise böyle değildir. Zira bid'atçi bu bid'atle Allah’a daha fazla yakınlaşma maksadını gütmektedir. Halbuki Allah’a yakınlaşma için yeni bir fiile ihtiyaç sözkonusu değildir.

İkincisi; Şüphesiz Osman radıyAllahu anh raşid halifelerdendir.

Nitekim Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem; “Sizden yaşayacak olanlar pek çok ihtilaf görecektir. Size Sünnet'imi ve hidayet olunmuş raşid halifelerimin sünnetini tavsiye ederim. Ona azı dişlerinizle sıkıca sarılın. Sizleri sonradan çıkan şeylerden sakındırırım! Zira her sonradan çıkan bidattir. Her bidat da sapıklıktır.” |Ebu Davud|

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.