Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

27 Mayıs 2012 Pazar

Bütün Bid'atler Sapıklıktır.!



1- İnanılması ve bilinmesi mutlaka şart olan din esaslarından biri; İslam’ın Allah Teala tarafından bina edilmiş ve tamamlanmış olmasıdır. İnsanlara düşen şey ancak dinlemek ve itaat etmektir. Bu apaçık ortada olan bir gerçektir.

Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;

“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.” (Maide 3)

Bu ayeti kerime şeriatın tam ve kâmil olduğunu, ihtiyacı olan herkese Allah’ın indirdiğinin yeterli olduğunu gösterir. Nitekim Allah Teala; “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat 56) buyurmuştur.


İmam İbni Kesir Tefsirinde der ki;

“Bu, Allah Teala’nın bu ümmete lutfettiği en büyük nimettir. Allah bu ümmetin dinini kemale erdirmiştir. Artık dinlerinden başka bir dine ve peygamberlerinden başka bir peygambere ihtiyaç duymayacaklardır. Bu yüzden Allah peygamberini, peygamberlerinin sonuncusu kılmış, insanlara ve cinlere elçi göndermiştir. Onun helal kıldığından başka helal, onun haram kıldığından başka haram yoktur. Onun getirdiği dinden başka da din yoktur.” |Tefsir, (2/19)|

Dinin yeterli olmadığını, kemale erdirilmediğini ve sonradan çıkarılan bidatlere ihtiyaç olduğunu iddia etmek çirkin bir cürettir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı ve onlardan sonraki âlimler asla böyle bir anlam çıkarmamışlardır. İbn Mesud radıyAllahu anh diyor ki; “Tâbî olunuz, bidat çıkarmayınız. Bu size yeter. Her bidat sapıklıktır.” |Lalkaî, es-Sunne (1/96)|

İmam Buharî, Huzeyfe İbn el-Yeman radıyAllahu anh’den rivayet ediyor; “Ey Kurrâlar topluluğu! İstikamet üzere olunuz. Böyle olursanız öne geçersiniz. Sağa sola ayrılırsanız büyük bir sapıklığa düşersiniz.” |Buhari (7282)|

Sözün kısası, bidati güzel görüp ona devam eden kimselere göre “Din tamamlanmamıştır” ve onlara göre Allah’ın; “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım” (Maide 3) ayetine itibar edilmez” demektir.(!) |Şatıbi, el-İ'tisam (1/147)|

Şayet böyle olursa, bidatçi; “Din tamamlanmamıştır, onda eksik kalan bazı şeyleri eklemek gerekir.” demiş gibi oluyor. Zira dinin kemale ermiş olduğuna iman etseydi, bidat çıkarmazdı. Böylece bunu diyen kimse dosdoğru yoldan sapmış olur.

2- Şüphesiz Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, risalet görevini eksiksiz olarak, hakkıyla yerine getirmiştir. Allah Teala buyuruyor ki; “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl 44) O da bunu yapmış ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbinin katına intikal etmiştir. Din kemal bulmuş olup ziyadeye ihtiyacı yoktur.

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem de şu hadisinde buna işaret etmiştir; “Benden öncekiler içinde hiçbir peygamber yoktur ki, ümmetine bilmedikleri hayrı göstermek ve bilmedikleri kötülüklerden onları sakındırmak üzerine vazife olmasın.” |Müslim|

Ebu Zerr radıyAllahu anh’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Sizi cennete yaklaştıracak her şeyi ve sizi cehennemden uzaklaştıracak her şeyi size açıkladım.” |Taberani (1647)|

Yine buyurdu ki; “Sizleri gecesi de gündüzü gibi olan bir aydınlık yolda bıraktım. Benden sonra kim bu yoldan saparsa helak olur.” |İbn Mace|

Aişe radıyAllahu anha dedi ki; “Kim size peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vahiyden bir şey gizlediğini söylerse onu tasdik etmeyin. Zira Allah Teala buyuruyor ki; “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Maide 67)” |Sahihayn|

Bazı müşrikler Selman el-Farisî radıyAllahu anh’e; “Görüyoruz ki arkadışınız size hela edeplerine kadar her şeyi öğretiyor” deyince, o da; “Evet, bize kıbleye dönmememizi, sağımızla intinca etmememizi, üç taştan azıyla yetinmememizi, kemik ve tezekle de istinca etmememizi öğretti.” Demiştir. |Muslim|

İbnul Macişun der ki; “İmam Malik’in şöyle dediğini işittim; “Kim güzel bularak islam’da bir bidat çıkarırsa, Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem’in risalet görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Zira Allah Teala; “Bugün dininizi kemale erdirdim” buyurmuştur. O gün dinden olmayan bir şey bugün de dinden olamaz." |Şatıbi, el-İ'tisam (1/64)|

3- Şeriat koymak beşerin değil, alemlerin Rabbinin hakkıdır. Şayet şeriat koyma insanlara bırakılsaydı, şeriat nazil olmaz, peygamber gönderilmezdi. Bu yüzden dinde bidat ortaya koyan, kendini Allah’a denk görmüş olur. Böylece ihtilaf kapısını da açar.

Allah Teala buyuruyor ki; “Rabbinizden size indirilene uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az ibret alıyorsunuz!” (A’raf 3)

“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?” (Şura 21)

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’am 153)

Tabiinin büyüklerinden imam Mücahid radıyAllahu anh dedi ki; “Bu ayette geçen “Sizi ondan ayıracak yollara uymayın” kavlindeki “yollar” bidat ve müteşabihlerdir. |Beyhaki, el-Medhal|

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kim bu işimizde (dinimizde) olmayan şeyler çıkarırsa o reddolunur.” |Sahihayn|

“Kim emrimiz üzere olmayan bir şeyle amel ederse o reddolunur.” |Muslim|

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, kendi nefsinden şeriat koyucu değildir;

Allah Teala buyuruyor ki; “Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik.” (Nisa 105)

“İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl 44)

“O hevayu hevesinden konuşmaz, o ancak kendisine bildirilen bir vahiy ile konuşur.” (Necm 3-4)

“De ki: "Ben, ancak Rabbimden bana vahyolunana uyuyorum.” (A’raf 203)

“Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.” (En’am 106)

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, Allah’ın emretmediği şeyler yapanları kötülemiştir; İbn Mesud radıyAllahu anh rivayet ediyor; Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Allah Azze ve Celle’nin benden önce gönderdiği her peygamberin kendi sünnetine uyan ve emrine sarılan seçkin havarileri ve ashabı vardı. Bunlardan sonra gelenler ise yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler oldular. Onlarla eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden mümindir, kalbiyle cihad eden mümindir. Bu kadarını da yapmayan kimse de artık hardal tanesi kadar bile iman yoktur.” |Muslim|

Kim kendiliğinden bir ibadet yaparak bidat çıkarırsa, bu sapıklık kendisine reddolunur. Zira şüphesiz Allah, kendisine yaklaştıraak olan ibadetleri koymaya hak sahibi olandır.

İbn Kayyım der ki; “Bilinmektedir ki, Allah ve Rasulü'nün bildirdiğinden başka haram, Allah ve Rasulünün kötü gördüğü dışında kötülük olmadığı gibi, Allah’ın vacip kıldığından başka farz da yoktur. Allah’ın koyduğundan başka şeriat olamaz. İbadetlerde asıl olan, onun meşru olduğunu gösteren bir delil olmadığı müddetçe o ibadetin geçersiz oluşudur. Akidler ve muamelelerde asıl olan ise, yasaklığına dair bir delil olmadığı müddetçe sahih olmasıdır. (Eşyada asıl olan mübahlıktır)” |İ'lam, (1/344)|

İbn Teymiyye der ki; “Şer’î bir delil olmaksızın hiç kimse için bir ibadet veya bir yakınlık vesilesi edinme imkanı yoktur.” |Fetava (31/35)|

İmam İbn Kesir, Kur'an okuma sevabının ölüye hediye edilmesi meselesindeki ihtilaf hakkında der ki; “Kuran okuma ölünün amelinden ve kazancından değildir. Bu sebepledir ki, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem ümmetini ölüler için Kur'an okumaya, ne açık bir ifadeyle ne de îmâ ile teşvik etmemiştir. Sahabelerin hiçbirisinden de bu konuda bir nakil yoktur. Şayet bu hayırlı bir amel olsaydı, şüphesiz onlar bu hayırda bizi geçerlerdi. Allah’a yaklaştıran ameller ancak nass ile sabit olur ve bu hususta kıyas ile veya birtakım görüşlerle karar verilemez.” |Tefsir, (4/401)|

Sahabe ve Tabiinden salih selefimiz işte bu yol üzere idiler.”

Ali İbn Ebu Talib radıyAllahu anh der ki; “Şayet din, görüş ile olsaydı mestlerin üzerini değil, altını mesh ederdim. Fakat ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mestlerinin üzerini mesh ettiğini gördüm.” |Ebu Davud|

Ömer İbn el-Hattab radıyAllahu anh Haceru'l-Evsed'i öptükten sonra şöyle demişti; “Şüphesiz biliyorum ki, sen faydası ve zararı olmayan bir taşsın. Şayet Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.” |Sahihayn|

Bir kadın Aişe radıyAllahu anha’ya; “Bizden biri temizlenince namazını neden kaza etmiyor?” diye sorunca; “Sen harûrî (Hâricî) misin? Biz Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in zamanında hayız olduğumuz zaman bize bunu emretmezdi.” |Sahihayn|

Nafi anlatıyor; İbni Ömer radıyAllahu anha’nın yanında birisi hapşırdı ve “Elhamdulillah ve's-Selamu ala Rasulih” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer radıyAllahu anha; “Ben de derim ki, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği böyle değildir. Biz deriz ki; “Elhamdulillahi ala kulli hal” |Tirmizi|

Bu nebevî hadisler ve seleften gelen rivayetler, şeriatı anlamadaki doğru yolu açıklamaktadır. Şüphesiz aklın bunun aksini güzel görmesine veya şahsi görüşün bunun zıddını süslemesine mecal yoktur. Şüphesiz şer’î naslar bu şekilde varid olmuştur.

İmam Şafiî radıyAllahu anh der ki; “Kim bir konuda istihsan ile (Şahsi görüşle güzel bularak) hükmederse şeriat koymuş olur.” |Gazzalî, el-Menhul (sy: 374)|

 4- Şüphesiz bidat çıkarmak, hevaya tabi olmaktır. Zira akıl, eğer şeriata tâbî değilse, onda heva ve şehvetten başka bir şey yoktur. Bilirsin ki hevâya uymak, apaçık bir sapıklıktır.

Allah Teala’nın şu kavlini görmez misin; “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sa’d 26)

Neticede hüküm, hak ve heva olmak üzere iki şık arasındadır. Bir üçüncü şık yoktur. Yine Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;

“Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” (Kehf 28)

“Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir!” (Kasas 50)

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” (Casiye 18)

İbni Mesud radıyAllahu anh’den; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize bir çizgi çizdi ve buyurdu ki; “İşte Allah’ın yolu” sonra bu çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizerek buyurdu ki; “İşte bu yollardan her birinin üzerinde şeytan vardır ve kendisine çağırır.” Sonra şu ayeti okudu; “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’am 153) |Darimi, Ahmed|

İbn Mesud radıyAllahu anh dedi ki; “Şüphesiz bizler, uyarız, yenilik çıkarmayız, tâbî oluruz, bidat çıkarmayız. Emre sarıldığımız sürece sapıtmayız.” |Lalkaî, Şerhu Usuli İ'tikad (1/96)|

5- Amelin kabul olunması için ihlâs yeterli değildir. Zira şüphesiz, İslam iki dînî esas üzere kuruludur; ortağı olmayan tek Allah’a kulluk etmemiz ve dinde meşru olan, Rasulün emri olan şeyle ibadet etmemiz.

Yani sahih amel iki şart ile makbul olur; ihlâs ve Rasule tâbi olmak.

Fudayl bin Iyaz radıyAllahu anh der ki;

“Şüphesiz amel samimî olup doğru olmazsa kabul edilmez. Yine amel, doğru olup samimi olmazsa kabul edilmez. Samimi olması; yalnız Allah için yapılmasıdır. Doğru olması ise sünnete uygun olmasıdır.” |Ebu Nuaym, Hilye (8/95)|

Bunun delilleri çoktur.

İbadetin Allah’a has kılınması şu ayetlerle vaciptir; “Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.” (Beyine 5)

Bir adam Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e gelerek; “Hem sevabını hem de övülmeyi umarak savaşan kimse hakkında ne dersin?” dedi. Buyurdu ki; “Ona karşılık yoktur” adam bunu üç sefer sordu ve hepsinde aynı cevabı aldı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sonunda şöyle buyurdu; “Şüphesiz Allah ancak kendisi için halis olarak yapılan ameli kabul eder.” |Nesai|

Rasule tabi olmanın gereğine gelince; Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur; “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmran 31)

“Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.” (A’raf 158)

Enes radıyAllahu anh anlatıyor:

Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm'ın zevce-i pâklerinin hâne-i saâdetlerine bir gurub erkek gelerek Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın (evdeki) ibadetinden sordular. Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kim, biz kimiz? Allah O'nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir (bu sebeple O'na az ibadet de yeter) dediler. İçlerinden biri: "Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım" dedi. İkincisi: "Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terk etmeyeceğim" dedi. Üçüncüsü de: "Kadınları ebediyen terk edip, onlara hiç temas etmeyeceğim" dedi. (Bilâhere durumdan haberdar olan) Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm onları bularak:

"Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Halbuki Allah'a yemin olsun Allah'tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazan oruç tutar, bazan yerim: namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi beğenmezse benden değildir" buyurdu. |Sahihayn|

Muaviye radıyAllahu anh Kabe’nin dört rüknünü selamlayınca İbn Abbas radıyAllahu anh; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu iki rüknü selamlamazdı” dedi. Muaviye radıyAllahu anh; “Bu ikisi Kabe’den ayrı değil ki” dedi. İbn Abbas radıyAllahu anh; “Sizin için Allah Rasulünde en güzel örnek vardır” dedi. Bunun üzerine Muaviye radıyAllahu anh; “Doğru söyledin” dedi. |Sahihayn|

Amr İbn Yahya’dan; “babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: "Babam dedi ki; "Sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'un kapısının önünde otururduk. Çıktığında, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Musa el-Eş'arî yanımıza geldi ve; "Ebû Abdirrahman (yani Abdullah b. Mesûd) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık.

Sonra Ebû Musa ona şöyle dedi: "Ey Ebû Abdirrahman! Biraz önce mescidde yadırgadığın bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a şükür, hayırdan başka bir şey görmüş değilim." (Abdullah) "Nedir o?" diye sordu. O da; "Yaşarsan birazdan göreceksin. Mescidde halkalar halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (İdareci) bir adam, (halkadakilerin) ellerinde de çakıl taşları var. (idareci): "Yüz defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar. Sonra, yüz defa La İlahe İllallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La ilahe İllallah diyorlar. Yüz defa Sübhanallah deyin diyor, onlar da yüz defa Sübhanallah diyorlar."
Abdullah İbn Mes'ûd; "Peki onlara ne dedin?" dedi. "Senin görüşünü bekleyerek -veya "senin emrini bekleyerek"- onlara bir şey söylemedim." dedi.

Dedi ki; "onlara kötülüklerini hesab etmelerini emredip (bununla) iyiliklerinden hiçbir şeyin de zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya!" dedi. Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm nedir?"

Dediler ki; "Ey Ebû Abdirrahman! Bunlar çakıl taşları. Onlarla Allahu Ekber, La ilahe İllAllah ve SubhanAllah deyişleri sayıyoruz."

(Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki; "Artık kötülüklerinizi sayıp (hesab edin)! Ben, iyiliklerinizden hiç bir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz! Peygamberinizin -sallAllahu aleyhi ve sellem- şu sahabesi içinizde hâlâ bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri, henüz eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, sizler kesinlikle ya Muhammed'in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır-) veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız."

Onlar; "Vallahi, ey Ebû Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) İstedik" dediler.

O da şöyle karşılık verdi; "Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir. Resûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişti ki; Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun bu okuyuşları sadece dilde kalacak, onların köprücük kemiklerini ileriye geçmeyecek. Vallahi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir." Sonra Abdullah onlardan yüz çevirdi.

(Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b. Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalardaki (insanların) tamamını, en-Nehrevân olayında, haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken gördük." |Darimi, Taberani|

Bu kıssa, alim sahabelerin, ibadetlerin vesile ve maksatları hakkındaki anlayışlarını göstermektedir. Bir topluluk, Allah Azze ve Celle’yi tesbih, tekbir, tehlil ve tahmid ile zikrediyor, bu zikredişlerini saymak için taş kullanıyorlar. Bu amellerinde niyetleri Allah’a ibadet etmek olduğu halde İbni Mesud radıyAllahu anh bunları sünnete muhalif bir bidat görerek onlara karşı çıkmıştır. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapmamıştır. Onların niyetlerinin güzel oluşu, yaptıklarının sahih olduğunu göstermiyor. Zira niyetin güzel olması, bidatı sünnete çevirmez ve çirkini güzel yapmaz. Güzel niyetin yanında sünnete ve selefe uyma şartı da kaçınılmazdır.

Said İbn el-Museyyeb radıyAllahu anh, fecrin doğuşundan sonra namaz kılmaya devam eden birini gördü ve onu uyardı. Adam; “Ey Ebu Muhammed! Namaz kıldım diye Allah bana azab eder mi?” diye aklınca haklı bir gerekçe zikretti. İbnül Müseyyeb; “Hayır, fakat Allah sana Sünnet’e aykırı hareket ettiğin için azab eder.” Dedi. |Darimi|

Elbanî der ki; “Said İbn el-Müseyyeb’in bu veciz cevabı, bidatleri güzel görene karşı ve sünnet ehlini “zikri ve namazı inkâr etmekle” suçlayanlara karşı kuvvetli bir silahtır. Hâlbuki sünnet ehli sadece sünnete muhalif olan namaz, zikir v.b. şeylere karşı çıkmaktadır.” |el-İrva (2/236)|

Birisi İmam Malik’e; “Ey Ebu Abdullah! Nerede ihrama gireyim?” dedi. O da; “Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in girdiği yer olan Zul-Huleyfe’den itibaren” dedi. Adam; “Ben, kabrin yanında, Mescidin yanından girmek istiyorum” dedi. İmam Malik; “Öyle yapma! Fitneye düşmenden korkarım.” Dedi. Adam; “Bunda ne gibi bir fitne olabilir ki? Ben daha fazla mesafeden ihrama gireceğim.” Deyince İmam Malik; “Hangi fitne senin kendini Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i fazilette geçmiş görmenden daha büyük olabilir? Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “O’nun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitnenin veya elim bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur 63)” |Hatib, el-Fakih (1/148)|

6- Sahih deliller bidati mutlak olarak kötülemektedir. Bidatın; “hasene=güzel” ve “seyyie=kötü” diye ikiye taksim edilmesinin delili yoktur.

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem; “Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.” Buyurmuştur. |Muslim, Nesai|

Yine şöyle buyurmuştur; "Sizden kim Benden sonra yaşarsa birçok ihtilaflar görecektir. Bu yüzden sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerin sünnetine sarılmanız gereklidir. Ona azı dişlerinizle ısırır gibi sarılıp, bırakmayın. Sizleri sonradan çıkarılanlardan sakındırırım. Zira şüphesiz her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır." |Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed, Darimi|

“Kim şu emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa o reddolunur.” |Sahihayn|

“Kim emrimiz olmayan bir şeyle amel ederse, o reddolunur.” |Muslim|

Bu hadislerde olduğu gibi bidatler arasında bir ayrım söz konusu değildir. Nekre (belirsiz) olarak gelen izafe umum ifade eder. ancak bir istisna varsa o başka. Peki burada istisna nerede? Bazılarının istisna iddialarına cevap inşallah ileride gelecek.

Bu, bütün salih selefin anlayışıdır.

Nitekim İbn Ömer radıyAllahu anha şöyle demiştir; “İnsanlar güzel görse de bütün bidatler sapıklıktır.” |Lalkai (126)|

İbni Mesud radıyAllahu anh şöyle demiştir; “Ey İnsanlar! Sizler hadis anlatıyorsunuz ve size hadis anlatılıyor. Bir bidat gördüğünüz zaman ilk duruma sarılın.” |Lalkai (1/77)|

İşte bu iki sahabe bidati umum manada almışlar, güzel-çirkin ayrımı yapmamışlardır. Usul ilminde sabit olmuştur ki; şeriatın küllî delili, pek çok yerde, farklı zamanlarda ve farklı durumlarda tekrar ederse, o tahsis edilmez ve sınırlandırılmaz. Böylece delilin getirdiği hüküm, mutlak olarak genellik ifade eder. Bidati kötüleyen ve ondan sakındıran hadisler de bu kabildendir. Nitekim peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, minber üzerinde Müslüman topluluğuna pek çok zaman ve farklı hallerde bütün bidatlerin sapıklık olduğunu belirtmiş, ne bir ayette, ne de bir hadiste bu konudaki genelleştiren ifadeyi sınırlandıran bir delil gelmemiştir. Bu da genel ifadenin, mutlak oluşunu gösterir.

Salih Selef de bidatin kötülenmesinde icma etmiş, bundan hiçbir şeyi istisna etmemişlerdir. Sabit olan icma; bütün bidatlerin kötü oluşunu, hiçbir bidatin güzel olamayacağını göstermektedir.

 7- Bidatın güzelinin de olduğunu iddia edenlerin, yapılan işin zahirde taat olduğunu mazeret göstermeleri geçersizdir. Aslında o tam aksine masiyettir. Zira mücerred akıl, mesela öğlen namazını neşeli zamanlarda beş rekat kılmayı daha güzel görür. Bu, diğer farzlar için de aynıdır. Bidati güzel görenin, güzelini çirkininden ayırmaya şiddetli bir ihtiyacı vardır. Biz ittifakla diyoruz ki; zahiri taat olan her şey taat olmadığı gibi, zahiri masiyet olan her şey de masiyet değildir. Neticede bidatçi, isabet ettiği güzel bidat ile hatta ettiği çirkin bidat arasında döner durur. Durum böyle olunca, bu bidatin güzel olduğunu iddia etmek ancak Kitab ve Sünnet’ten bir delil ile mümkün olabilecektir. Hâlbuki Kitab ve Sünnet’ten delil bulunan şey bidat değildir. O halde “güzel bidat” iddiası batıldır.

Herhangi bir amelin “güzel bidat” olduğunu iddia edene; “bir bidatin güzel mi, yoksa çirkin mi olduğunu nereden anladığını sorarız.
Güzel zannedilen pek çok amelin aslında çirkin bidat olduğuna sıkça şahid oluruz.

Ukbe bin Amir radıyAllahu anh’den şu rivayet gelmeseydi anlayamazdık; “Üç vakit vardır ki, Resülullah aleyhissalatu vesselâm bizi o vakitlerde namaz kılmaktan veya ölülerimizi mezara gömmekten nehyetti: Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar, Öğleyin güneş tepe noktasına gelince, meyledinceye kadar, Güneş batmaya meyledip batıncaya kadar." |Muslim|

Sahihayn’daki rivayette Aişe radıyAllâhu anhâ anlatıyor: "Allah namazı (ilk defa farz ettiği zaman iki rek'at olarak farz etmişti. Sonra onu hazer için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk farz edildiği şekilde sabit tutuldu." Bu hadis ulaşmasaydı, seferde namazı tam kılmanın caiz olmadığını anlayamazdık.

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, abdest alırken azalarını üçer kere yıkadıktan sonra; “İşte abdest budur. Kim bundan fazla yaparsa kötülük ve zulüm etmiş olur.” Buyurmuştur. |Ebu Davud| Bu hadis olmasaydı abdest alırken azaları beş kez yıkamanın, akıl güzel gördüğü halde caiz olmadığını anlayamazdık.

İbni Abbas radıyAllahu anh rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Dikkat edin! Ben rükû ve secdelerde Kuran okumaktan nehyolundum” |Muslim| Bu hadis olmasaydı bu fiilin caiz olmadığını nereden anlayacaktık? Şeriatta taat zannedilen birçok şey aslında masiyettir ve ceza gerektirir.

8- İnsanların çoğu, genel manada gelen nasları bidatleri için delil getiriyorlar. Bu ise büyük bir hata olup, usul ilminin önemli kaideleri ile çelişmektedir.

Mesela; birkaç kişi mescide namaz kılmak için gelseler, içlerinden biri öne geçip onlara cemaatle tahıyyetul mescid namazı kıldırsa, içlerinden bazısı da buna karşı çıksa, diğerleri de kişinin cemaatle kıldığı namazın yalnız başına kıldığı namazdan daha faziletli olduğuna dair hadisleri delil getirse, iki ayrı görüşe bölünmüş olmazlar mı? Bunlardan birisi bu istidlale uygun, diğeri muhaliftir. Halbuki bu delil başka bir konuda varid olmuştur. Peki, burada ayırıcı kavil hangisidir?

İbn Teymiyye, Tefsir Usulü’ne Giriş adlı eserinde diyor ki;

“Şu bilinmelidir ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashabına Kuran’ın manalarını, onun lafızlarını nasıl açıkladıysa öyle açıklamıştır. Çünkü Allah Teala’nın; “Biz sana zikr’i indirdik ki, insanlara ne indirildiğini açıklayasın.” (Nahl 44) ayeti, hem lafzın, hem de mananın açıklanmasını içine alır.

(Tabiîn’den) Ebu Abdurrahman es-Sulemî demiştir ki;

“Osman bin Affan ve Abdullah bin Mesud gibi, bize Kuran okutanlar bildirmişlerdir ki, onlar peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den on ayeti ilim ve amelce öğrenmeden geçmezlerdi. Onlar bize dediler ki; “Bizler Kuran’ı ilim ve amel ile birlikte öğrendik.” |Taberi (1/80) Kurtubi (1/39)|

Bundan dolayıdır ki, onlar, bir sureyi bellemek için uzun bir müddet o sure üzerinde dururlardı. Enes radıyAllahu anh şöyle demiştir;

“Bizim zamanımızda birisi Bakara ve Al-i İmran surelerini okuduğu zaman gözümüzde büyürdü.” |Sulasiyatu Musnedi'l-İmam Ahmed (2/276)|

Abdullah İbn Ömer radıyAllahu anh, Bakara suresini öğrenmek için birkaç yılını, bir rivayete göre sekiz yılını vermiştir. Bunu İmam Malik rivayet etmektedir. |Muvatta (1/205) Kurtubi (1/39)|

Çünkü Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur;

“Sana bu mübarek Kitab'ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sad 29)

“Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi?” (Nisa 82)

“Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi?” (Müminun 68)

Bu ayetlerde sözedilen “tedebbür; iyi düşünmek”, Kur’anın manalarını anlamadan gerçekleşmez.

Yine Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur;

“Akıl erdiresiniz diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” (Yusuf 2)

Bir söze akıl erdirmek için, onu anlamak gerekir. Malumdur ki, her söz mücerred lafızlarından öte, manasının anlaşılması için söylenir. Kuran ise anlaşılmaya daha layıktır.

Tıp, hesap gibi fen dallarıyla ilgili kitap okuyan bir topluluğun, okuduklarını anlamak istememeleri düşünülemez. O halde kurtuluşlarına, din ve dünya saadetlerine sebep olacak olan Allah Kelamı nasıl olur da anlaşılmak için okunmaz?” |Usulit Tefsir (sy: 8-9)|

İmam Şatıbî de el-Muvafakat’ta genel manadaki delillerle selefin anlayışına muhalif istidlalde bulunanlara ve delili, varid oluş sebebinden başka konulara hamledip onunla amele çağıranlara reddiyede bulunarak der ki;

“İlk nesillerin hiçbir şekilde amel etmedikleri deliller: Sonra gelenlerin (müteahhirûn) kendi kuruntularına bunları delil olarak kullanmaları asla yerinde değildir ve onlar hiçbir şekilde de­lil olamazlar. Zira eğer delil olsalardı, sahabe ve tabiîn nesillerinin değerlendirmelerinden uzak kalıp da şunların onu anlaması gibi bir sonuç asla ortaya çıkmazdı. İlk nesillerin amel ettiği veya terk ettiği şey, delil sanılan şeyin gereğine nasıl ters düşer ve onunla nasıl çatışa­bilir?

Sonra gelen nesillerin bu türden delillerle amel etmeleri, ilk nesillerin icmâına muhalefet olmaktadır. İcmâa muhalefet eden her kim olursa olsun hatalıdır. Zira Muhammed ümmeti hata üzerinde görüş birliği etmez. Onların üzerinde bulundukları fiil ya da terk, sünnettir ve muteber bir durumdur, hidâyettir. İnsan ya hata eder ya da isabet eder. Selefe muhalefet eden kimseler hata üze­rindedir. Bu kadarı delil olarak yeterlidir…

İşte bu noktadan hareketledir ki, Ehl-i Sünnet âlimleri Râfızîlerin “Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem kendinden sonra halife olmak üzere Hz. Ali'yi tayin etti” şeklindeki iddialarına kulak asmamışlardır. Çünkü bütün sahabenin bu iddia aksine hareket etmiş olmaları, onun batıl ve dikkate alınmayacağına açık bir delildir. Çünkü sa­habe hata üzerinde görüşbirliği etmez. Çoğu zaman bid'at ve sapık mezhep sahiplerinin Kitab ve Sünnet ile iddialarını desteklemeye çalıştıklarını görürsün; bunlar keyfî yorumlar yaparlar, onların müteşâbihlerine sarılarak havayı bulandırmak ve böylece halka karşı kendilerinin hak üzere oldukları intibaını vermek isterler.” |Muvafakat (3/72)|

Yine aynı eserde der ki;

“Bundan dolayı, şer’i deliler üzerinde duran kimselerin, mutlaka o delillerden selefin ne anladıklarını gözönünde bulundurmala­rı bir mecburiyettir. Onların amel edegeldiklerine uygun düşen mana, doğru olmaya en layık olandır; ilim ve amel için en uygu­nudur.” |Muvafakat (3/77)|

Hafız İbn Abdilhadi der ki;

"Bir ayeti veya bir hadisi, Selef zamanında onların bilmediği ve ümmete açıklamadıkları halde te'vil etmek caiz değildir. Aksi halde "selefin bu gerçeği bilmedikleri ve bu konuda sapmış oldukları, sonraki asırlarda çıkmış olan bu iddia sahibinin ise hidayet üzere olduğu" gibi bir anlam çıkar." |Sarimul Menkî, sy: 318|

İbn Kayyım diyor ki; "Allah'ın Kitabındaki bir ayeti Selef ve imamların açıkladıklarına muhalif şekilde yorumlayan kişi iki halden biri içindedir; ya kendisi hata etmiştir ya da bunu kendisinin söylediklerine muhalif olarak açıklayan selef hata etmiştir. Akıl sahibi bir kimse, bu kimsenin hata yapmaya Seleften daha layık olduğunda şüphe etmez. Bu konuda "Onlar bu işin ehli ise, biz de onun ehliyiz" diyerek gururlanan kişi, küstahlık ederek kapıları kendi yüzüne kapamıştır. Doğru yola eriştirecek olan Allah'tır." |Savaikul Mürsele, (2/128)|

Derim ki, bu kaideyi anladıysan, bahsettiklerimiz içinde hangi fırkanın hidayet üzere olduğu ortaya çıkmış demektir.

İşte bu umumi delil, Selef r.a'un amelinde veya anlayışında varid olmayan bir şeyin (Farz namazlar ve teravih gibi cemaatle kılınan namazların diğer nafilele namazlara kıyaslanarak cemaatle kılınamayacağı gibi) cemaate delil getirilmesinde geçerli olmadığını gösteriyor. Öyleyse, umumun bir parçasında geçerli olan olan şey, bütün parçaları için geçerli olmayacaktır.

Selefin uygulamasında bunun bir başka örneğini görelim;

Ebu Davud, Sünen'inde Mücahid radıyAllahu anh'den rivayet ediyor; "İbni Ömer radıyAllahu anha ile beraber idim. Bir adam öğle veya ikindi vaktinde tesvib yaptı. Bunun üzerine İbni Ömer radıyAllahu anh; "Benimle gel de gidelim. Zira bu bidattir" dedi.

Tesvib; Onların mescidlerin kapılarında durup "Namaza! Namaza!" diye nida etmeleridir. |Tartuşi, el-Havadis vel Bid'a (sy: 149)|

Birisi gelip; "Namazı hatırlatmakta ne zarar var? Allah Teala; "Hatırlat, zira hatırlatmak müminlere fayda verir" (Zariyat 55) buyurmuştur." Derse, onun sözü kabul edilmez, bu anlayışı reddolunur. Çünkü Selef radıyAllahu anhum bu ayeti genele yorumlayarak anlamamıştır. Malumdur ki, İbn Ömer radıyAllahu anh Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e uymada en dikkatli olan ve sünneti en iyi gözeten sahabelerden biridir.

Nafi anlatıyor; İbn Ömer radıyAllahu anha’nın yanında birisi hapşırdı ve “Elhamdulillah ves selamu ala Rasulih” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer radıyAllahu anh; “Ben de "Elhamdulillah ves selamu ala Rasulillah diyorum ama, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in bize öğrettiği böyle değildir. Biz deriz ki; “Elhamdulillahi ala kulli hal” |Tirmizi|

Burada İbn Ömer radıyAllahu anh, "Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salat ederler, ey iman edenler siz de ona salat ve selam verin"(Ahzab 56) ayeti umum ifade ettiği halde, bu adama karşı çıkıyor. Demek ki ayet umum ifade etmesi yanında, sahabenin ve onlardan sonra gelen salih selefin anlayışı önceliklidir.

Allah ona rahmet etsin, İmam el-Evzaî ne güzel demiş;

"Sünnet üzere olmaya sabrediniz! Sahabelerin durduğu yerde durunuz ve onların söylediklerini söyleyiniz. Onların açıklama yapmadığı şeyi açıklamaya çalışmayın. Salih selefin yolunu tut! Onlara geniş gelen şey sana da geniş gelir." |Beyhaki Medhal (233)|

Bunun üzerine diyoruz ki; Öncekilere muhalefet etmekten şiddetle sakın! Faziletli gibi görünse bile buna yanaşma! Onda bir fazilet olsaydı selef bunu yapmaya daha layıktır. Yardımcımız Allah'tır.

9- Bidat'a "bidat-ı hasene" demek, kötülük getirir.

Birincisi; bir bidatın güzel görülmesi, onlar tarafından; Allah'ın kulları için tamamladığı ve razı olduğu bu dinde müstehap görülmesi demektir. Böyle bir iddianın batıl oluşu ise ortadadır. Zira ne Allah kullarına bu bidatı emretmiş, ne de Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem emretmiştir. Raşid halifeler, diğer sahabeler ve onlara tabi olan Tabiin de bunu yapmamışlardır. İşte böylece, kim bir bidati dinde güzel bulursa, Allah'a, Kitabına ve Rasulüne bilmeden iftirada bulunmuş olur.

İkincisi; Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem ve ashabının bazı amelleri terk etmeleri de övülmüş, güzel ve bereketli sünnetlerdir. Zira Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem ve ashabı ondan uzak durmuşlardır.

Üçüncüsü; bidatı hasene diye iddia ederek yerleştirmek isteyenler, ne Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in övülmüş, mübarek sünnetinde ne de Sahabelerinin fiilinde olmayan bir şeyle amel etmeyle, Sünnet ile amel etmenin kazandırdığı şeyin kazanılacağını iddia etmiş olurlar. Bunu ise, akıl ve din sahibi biri söylemez."

|Şeyh et-Tuveycirî, er-Reddul Kavî Ale'r-Rıfai, (sy: 16-17)|

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.