Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

21 Eylül 2012 Cuma

Hüküm Allah'ındır


"Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir."
(Maide Suresi, 5/44)
"Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir."
(Maide Suresi, 5/45)
"Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir."
(Maide Suresi, 5/47)
Bu dinin, zorunlu kıldığı bir gerçek vardır. Allah'ın şeriatına itaat etmek, O'nun Resulü'ne tabi olmak ve O'nun indirdiği kitapla yönetmek ve yönetilmek gerçeği...

Bu, İslam'ın getirdiği tevhid akidesinden kaynaklanıyor. İnsanların kulluk yapacakları, emirlerine uyacakları, şeriatını uygulayacakları, değerlerini ve ölçülerini alacakları, hükmüne başvurup sonra da razı olacakları uluhiyetin birliği...
İnsanların hayatında ve bütün ilişkilerinde hâkimiyeti Allah'a veren otoritenin tekliği...
Çünkü kâinatın üzerinde yegâne egemen güç tek başına Allah'tır. İnsan bu koca kâinatta bağımsız bir varlığa sahip değildir.
Yüce Allah, gizli kapalı hiçbir şey bırakmamıştır. Hayatta karşılaşacakları problemlere çözüm bulmak için başka bir kaynağa muhtaç bırakmamıştır kullarını...
"Size kitabı açıklanmış olarak indiren O'dur." (Enam Suresi, 6/114)
Buna rağmen insanın Allah'tan başkasının hükmüne ihtiyacı var mı?
"Size kitabı açıklanmış olarak indirdiği halde, Allah'tan başka hükmedici mi arayacak mışım?"
Bu, Resulullah'ın lisanı ile yöneltilen kınama amaçlı bir sorudur. Ve bu soru hiçbir konuda Allah'tan başkasının hükmüne gerek olmadığını göstermektedir. Her konuda hâkimiyetin yüce Allah'a ait olduğunu ve O'nun birliğinin kabul edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Hayatın hiçbir meselesinde Allah'tan başkasının hükmüne imkân vermeyen kesin bir vurgulamadır bu...
"Beşeriyet sürekli gelişme kayd etmektedir, bu nedenle ihtiyaç duyduğu şeyleri bu kitapta bulamamaktadır."
Bunu söylerken de şunu da beraberinde söylemelidir:
"Ben bu dine inanmıyorum, Allah'ın dediğini yalanlıyorum..."
Allah'ın şu sözü ise meseleyi daha güzel açıklıyor:
"Ey Resul, ağızlarıyla inandık diyen, kalpleriyse inanmayanların küfre koşuşmaları seni üzmesin..."  (Maide Suresi, 5/41)
Böylece sorunun özü ortaya konmuş oluyor...
Bir tek ilah vardır ve yalnızca bir tek malik vardır. Buna göre, bir tek hükmedenin, bir tek kanun koyucunun ve bir tek tasarruf sahibinin bulunması gerekir. Sonuç itibariyle, bir tek şeriatın, metodun ve kanunun olması zorunludur.
Demek ki, Allah'ın indirdiklerine tabi olmak, itaat etmek ve onunla hükmetmek imandır, İslam’dır.
Allah'ın indirdiklerine karşı çıkmak O'ndan başkasıyla hükmetmek küfürdür, zulümdür, fasıklıktır.
Bu, Allah'ın bütün insanlardan bağlılık sözü aldığı ve bütün resulleri onunla gönderdiği dinin kendisidir.
Allah'ın dini, onun indirdikleriyle hükmedilmesidir. Bu, Allah'ın gücünün ve hâkimiyetinin göstergesidir."La ilahe illallah" ın hayata yansımasıdır.
Yönetenler Allah'ın indirdikleriyle hükmedecek, yönetilenlerse sadece Allah'ın hükmünü kabul edip uyacaklar, diğer şeriat ve hükümleri reddedecekler.
Yaratan Allah'tır; kâinatı ve insanı O yaratmıştır...
Göklerde ve yerde ne varsa insanın emrine vermiştir. Yüce Allah yaratma hususunda tektir. Azında da çoğunda da hiç bir şekilde ortağı yoktur.
Aynı zamanda maliktir...
Çünkü yaratan O'dur ve yarattığına malik olması kaçınılmazdır. Göklerin ve yerin, ikisinin arasındakilerin mülkiyeti Ona aittir. O, malikiyet hususunda da tektir. Mülkünde de az veya çok olsun hiç bir şekilde ortağı yoktur.
Şüphesiz yüce Allah, Razık'tır. Hiç kimse ne kendisi ne de başkası için az ya da çok olsun rızıklandırma imkânına sahip değildir.
Yüce Allah, evren ve insan üzerinde mutlak egemenliğe ve tasarrufa sahiptir. Çünkü O, "yaratan" dır, "malik" tir ve "rızık veren" dir. Sonsuz güç O'nundur. O olmadan, yaratma, rızık, fayda ve zarar olamaz. O, şu varlıklar âlemindeki hâkimiyetiyle tektir.
"Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kimmiş?"
(Maide Suresi, 5/50)
Bütün sosyal sistemler ve rejimler karşısında, Allah'ın şeriatının mutlak üstünlüğünü kabul etmek de iman-küfür meselesinin kapsamına girer. Hiçbir insan, herhangi bir meselenin çözümünde beşeri sistemlerin Allah'ın şeriatından daha üstün ya da denk olduğunu iddia edemez. Şayet böyle bir iddiada bulunursa, mümin ve Müslüman olduğunu iddia edemez. Çünkü o, insanların durumunu Allah'tan daha iyi bildiğini, meselenin düzen ve idaresinde O'ndan daha sağlam hükümler edindiğini iddia etmektedir, aynı şekilde, bu fikri ileri sürerken beraberinde şu iddiada da bulunmaktadır:
İnsan hayatının ihtiyaçları yenilenip durmaktadır.
"Yüce Allah, şeriatını vaaz ederken bu ihtiyaçları bilmiyordu" veya "biliyordu da gerekli ahkâmı vaaz' edemiyordu." Bu iddia ile iman ve İslam davası bir arada bulunamaz. Sözle bu davayı sürdürse dahi...
Allah'ın şeriatı;
1- Kapsamlı bir düzendir:
Allah'ın şeriatı, beşer hayatı için kapsamlı, mükemmel bir sistemdir. Düzenleme ve gelişmeye müsait oluşuyla, beşer hayatının her tarafını, her halini ve vaziyetini kuşatmıştır. Ve o, insan varlığının ve ihtiyaçlarının, insanın da içinde yaşadığı kâinatın hakikati ve kâinata ve insana hükmeden değişme yasalarının tabiatı hakkında mutlak bilgiye dayanan eksiksiz bir sistemdir. Bu yüzden insan hayatı ile ilgili hiçbir konuyu göz ardı etmez, insanlar arasında bir çatışmaya sebep olmadığı gibi, insan ve kâinat arasında da bir çatışmaya imkân vermez.
2 - Mutlak adalete dayalı bir düzendir:
Öncelikle, yüce Allah mutlak adaletin ne ile ve nasıl gerçekleşeceğini en iyi bilendir.
İkincisi, yüce Allah her şeyin Rabbidir. Ve o, varlıklar arasında mutlak adaleti sağlamaya maliktir. Aynı şekilde, hevadan, temayülden, zaaftan, cehaletten, kusurluluktan, aşırılıktan; ifrat ve tefritten uzak bir nizam yerleştirmeye kadirdir. İster bir fert, bir sınıf, bir millet ya da bir ırk olsun, şehvetin, tutkunun, zaafın, hevanın esiri, bunlardan öte, cehalet ve kusurla malûl insanın uydurduğu hiçbir sistemin çözemediği problemleri Allah'ın nizamı çözmüştür.
Bütün bunlar, hevesler, şehvetler, tutkular, arzular, hatta cehalet ve noksanlıklarla dolu insanın bu problemleri tüm boyutlarıyla bir nesil boyunca bile düşünüp araştırabilme gücüne sahip olamayışı da beşeri sistemlerin yetersizliğine yeter delildir.
3 - Kâinatla uyumlu bir düzendir:
Çünkü bu düzeni koyan, bütün kâinatın ve insanların sahibi ve hepsinin yaratıcısı olan yüce Allah'tır. İnsan için bir kanun koyduğu zaman, yaratıcısının emriyle kendisine boyun eğdirilmiş varlık unsurları üzerinde egemenliği bulunan bir unsur için hüküm koyar gibi teşride bulunur.
4 - İnsana hürriyetini kazandıran bir düzendir:
Sonra o, insanın insana kulluk yapmaktan kurtulduğu yegâne sistemdir. İslam düzeninin dışındaki bütün düzenlerde insanlar insanlara kulluk yapmakta, insanlar insanlara itaat etmektedir. Yalnızca İslam nizamında insanlar, kula kulluktan kurtulup ortaksız Allah'a kul olma şerefine nail olurlar. Dolayısıyla gerçek anlamda ve yalnız o zaman hür olurlar.
İslam, kanun koymayı sadece Allah'a bırakmakla, insanı kullara kulluktan kurtarıp bir olan Allah'ın kulluğuna yükseltmiştir. Bununla insanın hürriyetini ilan etmiştir. Bu konu inancın en önemli ve en büyük konusudur.
Cahiliye, tarihteki herhangi bir dönem değildir. O, bir durumdur. Bir kurum ve sistemde ilkeleri mevcut olduğunda cahiliye mevcut demektir. O temelde hüküm ve kanunu Allah'ın hayat için koyduğu şeriat ve metoda döndürmeyip beşerin heva ve hevesine havale etmekten ibarettir. Bu heva ve heveslerin, bir ferdin, bir sınıfın, bir milletin veya bütün insanların, heva ve hevesi olması, sonucu değiştirmez. Tamamı, Allah'ın şeriatına döndürülmedikten sonra!  Hevadır, hevestir...
"Hak onların hevalarına tabi olsaydı, gökler, yer ve-ikisinde bulunanlar fesada uğrardı." (Müminun.71)
Allah'ın indirdiklerini dışında, bir şeyle hükmetmenin anlamı, şer, fesat ve sonuçta iman dairesinden çıkmaktır. Bunu Kur'an söylüyor...
Şeriat indirme ve kanun koyma hakkına sadece yüce Allah sahiptir.
"Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma." (Maide.48)
Bu hitap, hüküm için kendisine başvuran ehli kitapla ilgili meselede adaletle hükmetmesi için Resulullah'a yöneliktir. Fakat bu hakikat, sadece bu olaya özgü değildir. Aksine kıyamete kadar kalıcı ve geneldir. Bu son merciyle ilgili herhangi bir şeyi değiştirecek yeni bir risalet ve resul de gelmeyecektir.
Şüphesiz bu din kemale ermiştir. Allah'ın Müslümanlar üzerindeki nimeti de tamamlanmıştır. Yüce Allah insanların hayatı için bir metot olarak ondan hoşnut olmuştur. Bundan sonra, onda herhangi bir şeyi iptal etmek, değiştirmek, başka bir hükme başvurmak suretiyle geçersiz kılmak, ya da başka bir şeriata uymak suretiyle bir kenara bırakmak, hiçbir surette doğru bir davranış olmayacaktır. Yüce Allah, ondan insanlar için hoşnut olurken, onun bütün insanlığı kapsayacağını biliyordu.
Yüce Allah, birçok mazeretin ileri sürülebileceğini, Allah'ın indirdiklerini değiştirmek ve yönetilenlerin yönetenlere tabi olmaları konusunda birçok bahanenin aranacağını şüphesiz biliyordu. Hiçbir değişikliğe uğratmadan Allah'ın indirdikleriyle hükmetmenin zorluğu hakkında birçok mazeretin ileri sürüleceğini de biliyordu. Buna rağmen yüce Allah peygamberini insanların heva ve heveslerine uymaktan ve Allah'ın kendisine indirdiği hükümlerin bazısından uzaklaştırmak suretiyle fitne çıkarmalarından sakındırıyor.
Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kâfirlerin, zalimlerin ve fasıkların ta kendileridirler. Allah'ın hükmüne göre yönetilmeyenler de mümin değildirler...
Bu mesele, Müslüman’ın vicdanında açık ve kesin bir şekilde yer etmelidir. Ta ki kendi zamanındaki insanlara tatbik ederken bir tereddüde düşmesin. Gerek dosta, gerek düşmana karşı olsun, bu hakikatin sonucuna tam bir teslimiyetle uysun.
"Cahiliye hükmünü mü istiyorlar, yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kimmiş?" (Maide Suresi, 5/50)
Bu mesele, Müslüman’ın vicdanında kesin bir şekilde yer etmezse, hayat ölçüsü istikamet bulmaz, metodu berraklaşmaz, vicdanında hak ile batılı ayırmaz ve doğru yolda bir adım bile atamaz. Bu meselenin bütün insanlarca gizli kalması ve sindirilmemesi normal olsa bile, bu meseleyi berraklaştırmadan Müslüman olmak veya bu vasfa sahip olmak isteyipte bu hakikati ruhlara sindirmemek normal bir tutum değildir.
İnsanlar, ahirette hesaba çekileceklerini bildikleri halde, yeryüzünde Allah'ın şeriatından başka bir şeriatla hükmettiklerinde, öbür dünyada, hükmettikleri ve hükmüne tabi oldukları beşeri sisteme uygun cezalandırılacaklarını mı, yoksa hükmetmedikleri gibi hükmüne de başvurmadıkları İlâhî şeriata uygun hesaba çekileceklerini mi zannediyorlar?
Kesinlikle, yüce Allah, onları şeriatına göre hesaba çekecektir, kulların şeriatına göre değil. Onlar her ne kadar, hayatlarını, ilişkilerini şiarlarını, ibadetlerini, dünyadayken Allah'ın şeriatına göre etmedilerse burada Allah'ın şeriatınca evvelâ bu konuda hesaba çekilecekler.
O gün onlar, yeryüzünde Allah'ı ilah olarak kabul etmedikleri, insanlardan birçok rabler edindikleri, dolayısıyla inkâr ederek, ya da şirk koşarak küfre girdikleri, ibadetlerinde, şiarlarında Allah'ın şeriatına uydukları halde, iktisadi, siyasi veya toplumsal düzen itibariyle Allah'ın şeriatından başkasına uydukları için hesaba çekileceklerdir. Allah kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Ondan başkasını dilediği için af eder.
"Allah kendisine şirk koşulmasın affetmez. Bundan başkasını dilediği için bağışlar." (Nisa Suresi, 4/48)
Yalnız O hükmeder. Yalnız O, hesaba çeker. O, hükmünde gecikmediği gibi cezayı da ihmal etmez.
"Dikkat edin hüküm yalnız O'nundur. Ve O, hesaba çekenlerin en çabuğudur."  (Enam Suresi, 6/62)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.