Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

24 Mart 2019 Pazar

SÖZLEŞMELER VE İMZA MESELESİ

Hâmd ve Hüküm Allâh sûbhânehû we-teâla’ya aittir.

Konuyu İslam hukuku açısından değerlendireceğimizden dolayı şu kâideyi bilmemiz gerekli olacaktır. ‘’Akitlerde maksat ve manaya itibar edilir, lafızlara değil. Bir işte maksat ne ise hüküm ona göredir.’’ Bu usul kaidesinden anlaşılacağı üzere, sözleşmelerde asıl olan lafızlar değil, o ibarelerin hangi niyet ve amaçla konduğu ve bunların hangi manaya geldiğidir. Demek ki, herhangi bir sözleşmedeki bir sözün hangi mana ve maksat için olduğunu bilinmeden onunla ilgili bir hükümde bulunulamaz. Bizim metodumuz da akitlerdeki mana ve maksadı anlayıp ona göre hükmü tespit etme üzere olacaktır.

İslam âlimleri arasında yazının söz gibi olup olmadığıyla ilgili bir ihtilaf vardır. (Birçok fıkıh kitabında bu ihtilaf uzun uzun anlatılmaktadır. Konuyu uzatmamak için onları buraya almadık. Dileyen fıkıh kitaplarına müracaat edebilir.) Bu ihtilafın nedeni nasslar değildir. Yazıyı söz gibi kabul etmeyenler, içinde yaşadıkları dönemin etkisiyle böyle bir kanaate varmışlardır. Onlara göre yazının değiştirilme, tahrif edilme gibi bir riski vardır. Bizim söz konusu ettiğimiz sözleşmeler için böyle bir ihtimal düşünülemez. Dolayısıyla böyle bir ihtilafı gündeme getirip yazılı sözleşmeleri hükümsüz saymak, vakıa ile bağdaşmaz. Böyle bir iddiada bulunmak ya hakkı anlayamamak ya da hakikati gizlemekten başka ne olabilir!
Doğalgaz, elektrik, su ve Mobil Hat… Gibi sözleşmeleri tek taraflı bildirimler olarak değerlendirmek de doğru bir yaklaşım değildir. Bir sözleşmede icap ve kabul varsa ona tek taraflı bildirim denemez. (Konunun detayı fıkıh kitaplarından okunabilir, Google’dan değil.) Söz konusu olan sözleşme metinleri şirketlerin sunduğu icap metinleridir, onları imzalayan müşterinin imzası ise kabul anlamını taşır. Gözünü kapatan kendine karanlık yapar, güneşi kapatmış olmaz.

Zaruretten dolayı küfür içerikli sözleşmeler imzalanabilir, diye fetva verenler de vardır. Zaruretten dolayı bir ruhsat söz konusu olacaksa, ancak bu nass ile olur. Yoksa kişisel maslahatla olmaz. Domuz eti yeme haram kılınmıştır. Muztar durumda olan için yeme ruhsatı da nass ile belirlenmiştir. Yine ikrah durumunda küfür sözü söyleme ruhsatı da nass ile meşru kılınmıştır. Nassa dayanmayan her ruhsat heva ürünüdür. Rehberi heva olanın kendisini bulacağı yer dalalettir.
Ayrıca bu konuyla ilgili birçok iddia yazılıp çizilmektedir. Bunların tamamını burada serdetmenin manası yoktur. Konu açıklandıktan sonra, İnşâAllâh bu iddialar da cevap bulacaktır.

Sözleşmelerin içerikleri birbirinden farklı olduğu için, haliyle de hükümleri de birbirinden farklı olacaktır. Bunların bir kısmı açık açık küfür içermektedir. Mahiyetleri ve maksatları tamamıyla küfür ihtiva ettiği için bunların hükümleri de gün gibi ortadadır. Bunlarla ilgili bir örnek verip geçelim.   Azıcık haberi olan herkes bunların küfür olduğunu bilir.
Asli devlet memurluğuna atananların imzaladıkları  yemini örnek vermemiz yeterli olacaktır. İnşâAllâh

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını Milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin millî, ahlâkî insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan millî, demokratik, lâik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”

Bu metin, memur olmak isteyenlerin TC.’nin resmi dinini kabul etmelerini istemektedir. Bu metnin tamamı Allah’ın dinini ret anlamı taşır. Bu metni imzalayan Kemalizm dinine girdiğini beyan etmektedir. Bu hem içerdiği mana itibariyle, hem de lafzen küfürdür. Bu metni imzalayan Tâğut’un dinine girmiştir. Namaz da kılsa, oruç da tutsa, ben İslam’a hizmet için yaptım da dese halis muhlis müşrik olur.
O halde kim Tâğût’u inkâr edip Allah’a iman ederse, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır.’’[1]
Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.’’ [2]
Bir kısım sözleşmeler de içerik olarak küfür anlamı taşımadıkları halde ihtilaf konusu olmaktadır.

Tartışmanın sonuçlanamamasının sebebi, konuyla ilgili görüş belirtenlerin meseleye vakıf olmamalarıdır. Hukuki bir konu olması hasebiyle vakıanın hukuki zeminde anlaşılması gerekmektedir. Maalesef meseleye hüküm bina etme cüretinde bulunanların araştırma ihtiyacı duymadan konuşup yazmaları insanların kafasını karıştırmıştır. Aslında bu konuyu bulandırmaktan başka bir şey değildir.

Bunların bazıları ne olursa olsun bu sözleşmeleri her durumda imzalamanın küfür olduğunu söylüyorlar.Bazıları ise, bunlara küfür hükmünü verdikten sonra, işin içinden kendileri de çıkamamakta ve sonuç olarak da sözleşmelerin bazı kelimelerini veya harflerini çizerek ya da değiştirerek tahrifat yaptıklarını iddia etme gibi, komik bir duruma da düşmekteler. Mesela Doğalgaz sözleşmesini imzalarken yetkili firmanın haberi olmadan harf değişimi yaparak veya çizgi çekerek kendilerini kurtardıklarını düşünmekteler. Hâlbuki bu sözleşme metinleri bu şirketlerin genel merkezlerinde hazırlanmakta ve müşteriye bir değişiklik yapma hakkı tanımamaktadır. Şirket görevlisinin bile bu maddeler üzerinde tasarruf yetkisi bulunmaz. Onun vazifesi ise müşteriye metni imzalatmaktır. Kendileri de biliyor ki, tahrif adı altında yaptıklarının, kendi kendilerini aldatma dışında, bir kıymeti yoktur.
Dijital ortamdaki anlaşmaları bazı programlarla sadece ekranda kendilerine kapattırarak, yani yanında bulunan kitabın üzerine bir örtü atıp kitap yok demek gibi, bir buton üzerindeki yazıyı kapatıp üzerine başka bir yazı yazarak, tabii ki bu yazı sadece kendilerine gözüküyor, bu yazdıkları yazıya tıkladıkları zaman karşı tarafa butona yazılan ilk yazıyı kabul ettiğini  bildiren birtakım insanlar da kendi kendilerini kandırmacayla avunmakta, başkalarını da bundan dolayı tekfir etmekteler. Bu durum insana Osmanlı bankasındaki saati hatırlatmaktadır. Osmanlı’da güya faiz yasak olduğu için, bir hile ile bir saat üzerinden sattım aldım yapılarak, aslında bir alış satış yok ama görünüşte bir saat alınıp satılıyor gibi yapılarak, faizli işlemler yapılıyordu.

Böylelerine, dürüst olun, kendinizi kandırmayın, sözleşmeleri de imzalamayın ki, samimi olduğunuzu bilelim, demekten başka ne söylenebilir. Peki, bu harf değişimleri ve çizgi çekmeler hakikatte bu sözleşmelerdeki hükümleri değiştirmekte midir? Hayır!  Bunu kendileri de biliyor. Eğer bunlar dinlerinde dürüstseler, sözleşme yaptıkları şirketlerin yönetimleriyle oturup anlaşarak, bu sözleşme maddelerini değiştirmeliler. Bunun da olamayacağı da bilindiğine göre, kişi kendi kendini kandırmakla ne dünyevi ne de uhrevî hükmü değiştirebilir.
Şöyle garabetlerle de internette karşılaşıyoruz; Adam Facebook, Blogspot, WordPress gibi firmalarda hesap açmış, sonradan bunun küfür olduğu kanaatine varmış. Kendisini küfre soktuğunu düşündüğü anlaşmayı reddettiğini firmaya bildirip yeni bir anlaşma yapması lazım. Bu da karşı taraftaki firmalar tarafından kabul edilebilecek bir şey değil. Ne yapması lazım? Tabii ki, hesabı kapatması lazım. Yok, yok, bu arkadaşlar uyanık, ne yardan ne de serden geçerler. Bunu yapmayıp firmayla yaptıkları anlaşmayı olduğu gibi bırakıp okuyucusuna, yani bize, bu sözleşmelerdeki küfür maddeleri reddettiklerini bildirmektedirler. Bu ne yaman çelişkidir… Bu ne anlayışsızlıktır… Ne büyük tutarsızlık…

Kafayı kuma gömersem, avcı beni görmez misali…  Aklı olan görüyor: kral çıplak…

Bilgisayar dilinde “onaylama” tuşu giriş anlamı taşır, dolayısıyla buna bir hüküm bina edilemez, diyenlere ise sadece gülünür. Bunların amacı dinin hükmünü tespit edip ona itaat değil, konumlarını meşrulaştırma çabasından başka bir şey değildir.

Meseleyi anlamadan hüküm verenin çözümü de ancak bu kadar olur…
Bu, dini ciddiye almamadır…

Helal, haram, küfür, şirk hükmü vermenin hakikatini kavrayamamadır…
Su, elektrik, gaz, internet, telefon… Gibi sözleşmelerdeki şu maddenin ‘’İhtilaf vukuunda İstanbul mahkemeleri ve icra daireleri yetkilidir.’’ anlaşılması aslında meselenin de anlaşılmasını sağlayacaktır:
Bu madde ufak tefek farklarla beraber mana olarak çoğu mal ve hizmet alımı sözleşmelerinde yer almaktadır. Öncelikle, bu madde sözleşmelerde yer almasa Türk mahkemeleri meseleye bakamaz anlamını taşımaz. Bu maddenin yer almadığı bir sözleşme neticesinde ihtilaf doğduysa ve bu da mahkemeye intikal etmişse Türk mahkemeleri soruna bakar. Sözleşmeyi yapan taraflardan biri,  bizim sözleşmemizde yetkili mahkeme belirlemediğimiz için, sizin bunda yetkiniz yoktur, diyemez. Çünkü T.C. kendi sınırları içerisinde kendi mahkemeleri dışında bir mahkeme tanımamakta ve bu konuda cehaleti de mazeret saymamaktadır.
Şunun çok iyi anlaşılması gerekir: Bu madde, T.C.  mahkemelerini  kabul anlamını taşımamaktadır. Bu madde Türk hukukuna göre sözleşmelere konmaktadır ve aynı kanunlarda Türk mahkemelerinden başka mahkeme ve kanunlarından başka kanunlarla yargılanma suç olarak değerlendirilmektedir.

Bazı kimselerin şöyle demesi ‘’Eğer mahkemeyi kabul etme anlamı taşımasaydı,“ yetkilidir“ sözü sözleşmelerde yer almazdı,’’ iddiası da  bu kavramın ne anlama geldiğini bilmemekten ileri gelmektedir. Meselenin can alıcı noktalarından biri de budur. Hukukta bu kelimenin anlamı bilinirse mesele büyük oranda aydınlanacaktır:
“ Hukuk usulü muhakemeleri kanunu hükümleri uyarınca, yetki, uyuşmazlığa hangi yer mahkemesince bakılacağı hususudur.“
“Hukukta yetkili mahkeme, davanın hangi mahkeme alanına girdiğini belirtir.“Demek ki hangi mahkemenin hangi davaya bakabileceği yetkisini biz değil, T.C. vermiş. Bunu kanunla belirlemiş. (HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU, 6100 nolu Kanun vb. gibi kanunlara bakabilirsiniz.)

Bazıları kalkıp, bu kanunlardan bize ne, diyebilir. Bizim hükmünü anlamaya çalıştığımız da zaten bu kanunlardır. Söz konusu olan sözleşmelerdeki yetki maddesi bu kanunlara göre oraya konmuştur. Bu madde kime göre konmuşsa onun yüklediği anlama göre ancak, tanımlayabilir ve hükmünün ne olduğunu anlayabiliriz. Bizim, Atatürkçülüğün hükmünü anlayabilmemiz için, Atatürk ve ilkelerini bilmemiz gerekmektedir. Onu da kimden öğrenmemiz gerektiği bellidir. Lat putunun hükmünü anlayabilmek için de Mekke müşriklerinin ona ne anlam verdiklerini bilmemiz lazım. Yusûf Sûresinde müşriklerin edindikleri düzmece ilahlar için Allah şöyle buyurmaktadır:
Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.’’ [3]
Bu ayetten de anlaşıldığı üzere Allah’a şirk koşulan düzmece ilahların aslında bir hakikatleri yoktur. Müşrikler, bu varlıkları kendi zanlarınca ilahlaştırmaktalar. Allah da bu vakıaya göre hükmünü koymuş ve bunların batıl oluşunu bize belirtmiştir.

Görüldüğü gibi yetki kelimesi, mahkemenin hükmünü kabul ettirme anlamını taşımıyor, ihtilaf konusunun T.C. mahkemelerinden hangisinin kapsamına girdiğini ifade etmektedir.
Peki, bu madde  sözleşmelere niçin konmaktadır?
.   Bunun iki sebebi var:
1. Mahkemenin yerini bildirmek. Bu firmalar çeşitli yerlerde açılmış olan davalarla uğraşmak istememektedir. Onun için mahkeme yeri belirlemektedirler.
2. İstinaf mahkemeleri, icra mahkemeleri, aile mahkemeleri…  Gibi birçok T.C. mahkemeleri vardır. Sözleşmeleriyle ilgili ihtilafın hangi mahkemenin alanına girdiğini belirtmekteler.

Böylece anlaşılmış oldu ki, bu madde, mahkeme yeri ve çeşidini bildirmektedir. Bu madde sözleşmelerde yer almasa da bu firma ve kişiler inançlarına uygun olarak aynı mahkemelerden hüküm isteyecekler. Müslüman açısından da bu maddenin sözleşmelerde yer alıp almaması bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü Müslümanın Tâğut’un mahkemesine başvurma ve ondan hüküm istemesi akidesi gereği küfürdür.
Vakıa anlaşıldığına göre, bu mesele için getirdikleri delilin de bu meseleye delalet etmediği ve bu mesele için delil olmadığı da anlaşılmış olmaktadır.
‘’Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur.’’  [4]
Vakıayı anlamadan veya yanlış değerlendirerek hüküm koymak büyük bir cürümdür. Üstelik bu meselede küfür hükmüne varanlara baktığımızda, yazılarını çeşitli fıkhi kaidelerle süslemektedirler. Alakasız ve gereksiz birçok lafla adeta insanları lafa boğmaktalar. Kendilerini meseleye hâkimlermiş gibi göstererek riyakârlığa da gidebilmektedirler. Bu durum insana ehli kitabın şu halini hatırlatmaktadır:
Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Hâlbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.“ [5]
Bir meselenin hükmünü tespit edebilmenin birinci şartı vakıayı (menat) anlamaktır. Vakıayı anlamayan fıkıh usulünü yutsa, İslam ahkâmını bilse de doğruya varamaz. Usul kaidelerine göre de öncelikle vakıanın anlaşılması gereklidir.

Demek ki, sözleşmelerdeki maddelerin, ihtiva ettiği anlama göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Yukarıda anlatıldığı gibi bazı sözleşmelere imza atmak insanı küfre sokar, bazıları için ise küfür söz konusu olmaz. Vakıayı bilip ona göre değerlendirmek gerekmektedir.
Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.“ [6]
Son olarak, Hâmd Âlemlerin Râbbi olan Allâh’a aittir. Doğrusunu O bilir.
[1] Bakâra Sûresi 256.Ayet
[2] Al-i İmrân Sûresi 85.Ayet
[3] Yusûf Sûresi 40.Ayet
[4] Şûra Sûresi 10.Ayet
[5] Al-i İmrân 78.Ayet
[6] İsrâ Sûresi 36.Ayet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.