Bismillahirrahmanirrahim...
Hamd ‘’Hakimiyet-egemenlik kayıtsız şartsız Allah’a aittir’’ diye buyuran Rabbul Alemin’edir. Salat ve selam Muhammed’edir. Kur’an’dan uzak düşüp nefsimizin esaretinde yaşamaktan Allah’a sığınırız.
Allah(s.w.t) Kur’an’da gençlerden bahsederken şöyle buyuruyor:
‘’... Onlar Rablerine yürekten iman etmiş bir takım gençlerdi, biz de onların imanlarını güçlendirmiştik.’’ (Kehf suresi 13. Ayet)
Rasulullah(s.a.s) de gençlerden, ‘’ihtiyarlar beni yalanlayıp engel olurken gençler beni tasdik edip destek oldular’’ diye bahsederdi. Nitekim İbrahim(a.s) da Allah’a şirk koşan toplumuna karşı tevhidi haykırırken genç biriydi ve müşrikler onu genç olmasıyla eleştirir ve tecrübesiz olarak tanıtırlardı. Bunu Kur’an müşriklerin dilinden şöyle aktarır:
İçlerinden bazı müşrikler, “İbrahim adında genç bir adamın, (kanunlarına itaat edip boyun eğdiğimiz)ilahlarımız hakkında ileri geri konuştuğunu duymuştuk!” dediler(Enbiya suresi 60. Ayet)
Allah’ın ve Elçisinin Kur’an’da ve Sünnette gençlerden böyle övgü ile bahsederken müşriklerin ve tağutların da gençlerden bu kadar çekinmelerinin sebebi hiç süphesiz gençliğin doğası gereği fıtratından gelen eleştirel bakış açısı, meseleleri akıl terazisinden geçirme yeteneği ve özgür bir ruha sahip olmasından ötürü idi. Nitekim Allah’ın da bizden istediği bundan başkası değildi.
Peki onlar, Kurân’ı hiç inceleyip üzerinde düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde, kilitler mi var? (Muhammed suresi 24. ayet)
Yine Allah(s.w.t) buyuruyor ki:
Andolsun Biz bu Kurân’ı, iyice anlayıp öğüt alabilmeniz için kolaylaştırdık, öyleyse yok mu onu okuyup öğüt alan?(Kamer suresi 17. ayet)
İşte tam da bu noktada durup düşünmeli insan, ne için geldik bu dünyaya, nasıl yaşıyoruz, ne kadar uyuyoruz Peygambere, ne kadar itaat ediyoruz Allah’a ve siyasi hayatımıza Allah ne kadar mudahale ediyor? Sahi izin veriyor muyuz Allah’a bu noktada?! Ekonomi ve iktisada dair Allah’ın bir çift sözü var mı acaba? Yoksa İslam sadece camilerde kılına bir kaç rekat namaz ve çeşitli ibadetlerle sınırlı kul ile Rabbi arasına sıkıştırılmış bir vicdan meselesi miydi? Soruları daha da çok artırabiliriz, artırmalıyız da!!
İşe kendimizi ve toplumumuzu tanımak, Kur’an terazisinden geçirip Rasulullah(s.a.s)’in gözünden okumak ile başlanmalıydı. Tıpkı Ashab-ı Kehf gibi, Allah’ın övdüğü gençler...
‘’Ve sarsılmaz bir cesaret ve kararlılıkla yüreklerini perçinlemiştik. Hani o gençler, Allah’ın kanunlarına göre halkı yönetmeyen yöneticilerinin karşısına dikilerek haykırmışlardı: “Bizim Rabbimiz kanun koyucu ve egemenimiz göklerin ve yerin sahibi olan Allah’tır! Bu yüzden biz, O’ndan başka birinin egemenliğini asla tanımayacak; hiçbir zaman yalvarıp yakarmayacağız-boyun eğmeyeceğiz! Aksi halde, saçma bir söz söylemiş oluruz!”
“Ama şu bizim halkımız, Allah’tan başka ilahlara-egemenlere kulluk-itaat ediyorlar; oysa bu konuda açık bir delil göstermeleri gerekmez miydi? O halde, Allah adına yalan uyduranlardan daha zâlim kim olabilir?”
Bu gençler Allah’a hem göklerin hem de yerlerin ilahı olarak iman etmiş, kainatı eşşiz bir şekilde yaratan Allah’sa, o halde gökte gezegenler sünnetullaha göre nasıl ki işliyorlarsa yeryüzünde de insanlar Allah’a, O’nun egemenlğine boyun eğmeli ve O’nun kanunlarına göre sosyal hayatlarını düzenlemeli şeklinde itikad etmişlerdi. Böylece hem ağaçtan, taştan, tunçtan olan putları red ediyor hem de etten ve kemikten yaratılmış, kendilerini Allah’tan bağımsız birer kanun koyucu makamında gören yönetici tabakasını da red ve inkar ediyorlardı.
Ne var ki, Allah(s.w.t) Kur’an’da insanlığın kurtuluş reçetesini, bu denli açık ve net bir şekilde hem ayetlerle hem de yaşamış bir takım örnek insanların tevhid mücadelelerini aktararak anlatmışken, insanlar halen gaflette... İnsanlar Kur’an’ı okumadan, okuyan da anlamadan babalarından ve atalarından duydukları bir din ile yaşayıp hayatlarına devam ediyorlar.
Günümüzde müslümanlık, babadan oğla geçen bir kültür olarak düşünülmekte, ‘’ elhamdulillah müslümanım’’ dedikten sonra artık cennetin garantilendiği tasavvur edilmekte, hele hele cumadan cumaya veya beş vakit namazı kılınıyorsa dördörtlük müslüman tescili alınmakta... Heyhat bu ne gaflet... Tevhid olmadan, şirkten beri olmadan, tağut red edilmeden ibadetlerin bir anlamı mı oluyor muş?
Allah(s.w.t) buyuruyor ki:
İnsanların hesâba çekilme vakti iyice yaklaştı; fakat onlar, an be an yaklaşmakta olan tehlikeye karşı hâlâ umursamaz bir tavır içindeler ve tevhidden habersiz bir şekilde yüz çeviriyorlar!(Enbiya suresi 1. ayet)
Şirkten temizlenip Allah’ı tevhid etmek üzerine bina edilmemiş bir iman geçersizdir Allah katında;
İnsanların çoğu ancak Allah’a şirk koşarak iman ederler.(Yusuf suresi 106. ayet)
Şirk koşan insanların ise imanlarının ve hatta amellerinin boşa çıkacağını Rabbimiz Kur’an’da ısrarla vurgu yapmıştır;
Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan daha hafif günahları ise, dilediği kimseler için bağışlayabilir. Allah’a ortak koşanlar, O’na iftira ederek korkunç bir günah işlemişlerdir!(Nisa suresi 48. ayet)
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu: "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.(Zümer suresi 65. ayet)
Bu ayetler olanca açıklığı ile hiç yorum ve tartışmaya yer vermeden kesin ve net bir şekilde imanın ve yapılan güzel amellerin kabul şartının Allah’a şirk koşulmaması ön şartına bağlanıyor. Ne varki yukarıda da bahsettiğimiz gibi toplumsal bir hastalık gibi bulaşan bizdeki gaflet bu ayetleri bile doğru bir şekilde anlamamıza engel oluyor. Lakin şirk derken hemen akıllara ‘Allah’tan başkasına tapmak, Allah’tab başkasına kurban kesmek veya Allah’tan başka yaratıcının olduğuna inanmak’ şeklinde düşünülmektedir. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Evet bu bahsedilenler şirk kategorisine girmektedirler, fakar şirk bununla sınırlı değildir. Şirkin yüzlerce çeşidi vardır. Allah’a inandığı ve O’na ibadet ettiği halde dua ederken bir azizi, kutsal ruhu veya evliya dedikleri bir zatı araya koyar ve vesile edinirse kişi şirke girer. Yine Allah’a inandığı halde Allah’ın insanların hem dünya hem de ahiret saadetleri için indirmiş olduğu Kur’an anayasa kaynağını bir kenara bırakarak yerine yeni yeni kanunlar icad edenleri, Allah’ı değilde başka rejimleri dayanak alarak kanun yapanları destekler ve onaylarsa şirke girmiş olur.
Allah(s.w.t) buyuruyor ki:
Yoksa Allah’ın izin vermediği şeyleri insanlar için kanun koyan ortakları mı var? (Şura suresi 21. ayet)
Hüküm-egemenlik Allah’a mahsustur. Allah kendisinden başkasına itaat-kulluk yapmamanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çocu dinin bu gerçeğini bilmezler(Yusuf suresi 40. ayet)
Bu konunun önemine binaen tefsirlerden biraz alınta yapalım;
Fizilal-i Kur’an adlı tefsirde Yusuf suresi 40. ayetin açıklamasında şu önemli hususlar yer alır:
‘’Hüküm koyma yetkisi, sadece ve sadece Allah'ın olmalıdır. İlahlığının her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah'a özgüdür. Zira egemenlik ilahlığın niteliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir grup, bir ulus, isterse uluslararası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun- ilahlığın nitelikleri noktasından herkesten önce Allah'a savaş açmış demektir. İlahılığın baş niteliği durumundaki egemenlik noktasında yüce Allah'a savaş açan ve egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, yüce Allah'ı apaçık bir biçimde inkâr etmiştir demektir(Velev ki Allah’ın varlığına inanıp O’na ibadet ediyor olsa bile). Böyle bir kimsenin kâfir olduğu noktasında dinin kesin hükmü için, sadece bu ayetteki ifade bile yeterlidir!
Kişiyi dosdoğru dinin çerçevesinin dışına çıkaran, ilahlığın baş niteliği konusunda Allah'a savaş açmış bir konuma getiren böylesi bir iddia için, sadece putperestlikte tek bir kalıp yoktur. Bir başka deyişle böylesi bir iddiaya kalkışan kişinin ille de, "Sizin için, kendimden başka bir tanrı tanımıyorum!" ya da -tıpkı Firavun gibi açıkça- "Sizin en yüce rabbiniz benim!" demiş olması şart değildir. Sadece, Allah'ın kanunlarını egemen kılmayıp, bir kenara iterek, yasaları başka bir temele dayandırmak ya da sadece Allah dışında egemen konuma gelmiş makamdakileri, otoritenin kaynağı olarak görmek bile bu türden bir iddiaya kalkışmış bir konuma sürüklenmeye yeterlidir. Bunu yapan, tüm uluslar ya da bir grup insan bile olsa, durum değişmemektedir... İslâm sisteminde ümmet, kendisine bir yönetici seçerek ona Allah'ın kanunlarının hükümlerini uygulama yetkisini verir. Ancak bu, yasalara meşruluk kazandıran egemenliğin temelinde ümmetin bulunduğu anlamına gelmez. Tam tersine egemenliğin kaynağı sadece Allah'ındır. Ne var ki, İslâm araştırmacılarından bile pek çok kimse, hükümet eden yani yöneten ile otorite kaynağını birbirine karıştırmaktadır. İnsanlar bir bütün olarak, egemenlik yani hüküm koyma hakkına sahip değildirler. Bu hak sadece, bir olan Allah'a aittir. İnsanlar sadece, Allah'ın kanunlarında bildirdiği hükümleri uygulamak durumundadırlar. Allah'ın kanunlarında yer almamış bir hükmün ne doğruluğu sözkonusudur, ne de meşruluğu! Doğru olan, sadece Allah'ın koyduğu hükümlerdir...’’
Yine Tefhimu’l Kur’an adlı tefsirde Şura suresi 21. ayetin tefsirinde şu önemli açıklamalar yer alır:
Yoksa Allah’ın izin vermediği şeyleri insanlar için kanun koyan ortakları mı var? (Şura suresi 21. ayet)
‘’..."Şürekau" (ortaklar) ifadesi ile sadece insanların kendilerine yalvardıkları, müracaatta bulundukları, dua ettikleri, ibadet edip adak kestirdikleri ve bu şekilde ortak koştukları ilahlarlar kastedilmiş değildir..!! Burada 'ortaklar' ile insanların kendilerine Allah ile beraber hüküm koymada ortak kabul ettiği kimseler kastolunmaktadır. Öyle ki, onların ortaya attıkları düşüncelere, akidelere, nazariyelere iman edilir ve ahlâkî kaideler, kültürel normlar şeklinde ihdas ettikleri değerler ölçü olarak kabul edilir. Onların icad ettikleri kanunlara, dini törenlere, örf ve adetlere uyulur. Kişisel ve toplumsal hayatı düzenlemede, alış verişte, mahkemelerde, siyasette, yönetimde hep onların kararları esas alınır. İşte bu, o insanların tabi oldukları kanunları-şeriatlarıdır. Yine bu, Allah'ın dininin karşısında kendi başına müstakil bir dindir. Onlar nasıl ki Allah'ın rızası olmadan bir 'din' ortaya koymuşlarsa, onlara uyanlar da Allah'ın rızası olmadan uymuşlardır. İşte Allah'dan gayrısına kulluk nasıl şirkse, bu da öyle şirktir!’’
Evet dikkat edilirse ve tefsirden de anlaşılacağı üzere Allah, kanun koyma yetkisine kendisine has kılmıştır. Nasıl ki insanlar ancak namazlarını ancak Allah’a yönelerek kılıyorlarsa hukukta da ancak Allah’a yönelmeli ve ancak O’nun egemenliğine teslimiyet gösterilmelidir. Yine ‘din’ kavramının bir anlamının da hukuk sistemi anlamına geldiğine atıfta bulunulmuştur.
O halde, İnsanlar, isimlerinin Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma olması veya salt bir takım şekilsel ibadetleri yerine getirmekle yahut eskide babaları-dedeleri müslümandı ve kendileri de ‘eski İslam toprakları’nda doğdular diye müslüman olmazlar. Allah katında ha Ahmet, Mehmet ha Cony, Brahman ha siyah, beyaz farketmez.. Allah’ın terazisinin duyarlılığı kişilerin Allah’ı hem yerde hem de gökte tek ve ortaksız ilah olarak kabul edip ona duada, ibadette, egemenlik ve hakimiyette ortak koşmamaya bağlıdır.
İslam, gerçekleri araştırıp Allah’ı Kur’an’da gösterildiği şekli ile tevhid edip teslim olmakla gerçekleşir. İman ise bir temenniden ibaret olmayıp ancak kişinin kalbi ile tasdik edip amelleri ile pratiğe geçirdiğidir.
‘’... Müslüman olanlar, gerçeği araştırıp bulanlardır.’’ (Cin suresi 14. ayet)
Burada yazılanlar tamamen Allah rızası için yazılmış olup okunup hayata geçirilmesi temenni edilmiştir. Yanlışlar biz insanın nefsinden doğrular ise Allah’tandır. Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’adır...
İbrahimi olmayı arzulayan İsmail gibi teslimiyet gösterecek yüreklilere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.