Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

31 Ocak 2013 Perşembe

Maslahat Gereği Demokrasiyle Amel?


Demokrasi dinine göre amel etmenin meşru olduğuna dair ortaya atılan malum ve meşhur şüphelerden bir tanesi de maslahat gereği parti kurma ya da bazı partileri destekleme iddiasıdır. Demokrasi ile amel etme heveslisi şüpheciler bu noktada şöyle demektedirler:

“Bugün yaşadığımız ülkede bizler istesek de, istemesek de demokrasinin gereği olarak seçimler yapılmakta ve millet meclisine anayasanın öngördüğü sayıda partiler ve bu partilere mensup vekiller girmektedir. Bizler dinimizin emirlerini kısmen dahi olsa yürürlüğü geçirebilme, halkın üzerindeki gayri islami baskıları kaldırabilme adına parti kurup meclise girebilir ve burada Allah’ın hükümlerinin bir kısmını dahi olsa toplumda icra etmek için mücadele edebiliriz. Yine aynı şekilde İslam’a ve Müslümanlara en yakın bir partiyi destekleyebiliriz. Böylece millet meclisi tamamen aşırı kâfirlerin, komünistlerin, laik din düşmanlarının eline kalmaz. Bizler seçimlerden tamamen el çekip, meydanı onlara mı bırakalım? İslam’a ve İslami değerlere sahip çıkacak, halkların üzerinden gayri İslami baskıları kaldıracak bir parti kurmamızdan, ya da Müslümanlara en yakın bir partiyi desteklememizden bizi engelleyen nedir? Davetin maslahatı, Müslümanların menfaati için bu tip fiillerden uzak kalmamamız gerekmektedir.”

Bugün gerçekten üzerinde yaşadığımız coğrafya da, en çok dile getirilen şüphelerden bir tanesi İslam’ın ve Müslümanların maslahatı için demokratik dinin gereklerine göre hareket edebileceğimiz iddiasıdır. Demokrasi havariliğine soyunan sözde alimlerin dillerine doladıkları ve devamlı onunla zikir ettikleri bu şüphe bir çok cahil insanın da kanmasına neden olmaktadır. Bugün İslam adına ortaya çıkan herkes “Meydanı kâfirlere mi bırakalım?, Müslümanlara en yakın partiyi neden desteklemeyelim?, Sandıktan İslam düşmanları galip çıksa daha mı iyi olacak?” şeklinde dile getirdikleri sözlerin temelinde, Allah’ın dinini dünyevi arzuları için satan bu belamların yönlendirmeleri yatmaktadır. Peki, acaba bu maslahat olayının aslı nedir? Ortaya atılan bu iddianın, İslam’da ne kadar değeri vardır?

Maslahat delili, fıkıh usulünün tartışmalı delillerinden birisidir. Tanım olarak menfaatin celbi, temini ya da zararın def’i yani bertaraf edilmesidir. Allahu Tealâ, kullarının hayrı için hükümler koymuş ve koyduğu bu hükümlerde insanlığın menfaatini ve onlardan zararın def edilmesini gözetmiştir. İslam’ın ortaya koymuş olduğu bütün hükümler, kişinin din, can, akıl, ırz ve mal güvenliği için ortaya konulan menfaatleri gerçekleştirecek hükümlerdir. Yine aynı şekilde şeriatın hükümleri kişinin aklına, canına, dinine, ırzına ve malına yönelik zararları def etmeye yöneliktir.

Her ne kadar maslahat delilinin kabul edilip edilmemesi âlimler arasında oldukça çetin tartışmalara neden olsa da, genel kabul olarak, bazı şartlar çerçevesince maslahatın İslam hukukunda bir delil olduğu benimsenmiştir. Burada önce maslahat delilini hararetle savunan Maliki âlimlerinin, maslahatın delil olabilmesi için ortaya koydukları şartları aktarmak daha sonra da demokrasi havarilerinin maslahat gereği demokrasi ile amel edilebileceğine yönelik iddialarının, bu şartlara ne kadar uygunluk arzettiğine bakmak istiyoruz.

Fıkıh usulü âlimleri maslahatın ilk şartı olarak, ortaya konulacak maslahatın Kur’an ve Sünnet’in hükümlerine uygun olmasını, şeriatın hiçbir aslına ve yine kendisi ile istinbatta bulunulan kıyas, icma gibi diğer delillere aykırı olmamasını şart koşmuşlardır. Yine ortaya atılan maslahat düşüncesi, Allahu Tealâ’nın husulünü hedef aldığı maslahatlar cinsinden yahut onlara yakın olup, yabancı olmamalıdır.

Maslahat ile delil getirebilmek için fıkıh usulü âlimlerinin ortaya koyduğu bu ilk şart, daha işin başında demokrasi havarilerinin delillerini iflas ettirmektedir. Bilinmelidir ki maslahat gereği ortaya atılacak bir fikrin öncelikle Kur’an ve sünnetin temel asıllarına aykırı olmaması gerekirken, onların maslahat olarak ileri sürdükleri şey öncelikle İslam’ın ve tevhidin aslını bozan şirkin ta kendisidir. İlim ehli âlimler, maslahatın ilk ve en önemli şartı olarak ortaya konulacak maslahatın dinin hiçbir aslına muhalif olmamasını dile getirirlerken, onlar şirk dinini maslahat olarak insanlara sunmaya çalışmaktadırlar. Kendisinde hiçbir şer’i esasın bulunmadığı bir maslahatın insanlara yarar getirmesi ve onlardan zararı def etmesi nasıl mümkün olur?

Bilinmelidir ki, insanlığın maslahatı ancak ve ancak Kur’an ve sünnettedir. Hiç kimsenin Allah’ın kitabının dışında bir maslahat aramaya hakkı yoktur. Allahu Tealâ’nın insanlar için gözettiği maslahatların en büyüğü, en önemlisi ve en yücesi tağutları reddetmek, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirlerden beri olmak, sadece ve sadece Allah’ın hükümleri ile hükmetmek ve yine O’nun hükümleriyle muhakeme olmaktır. İnsanlığın maslahatı ancak bu asla, bu temel esasa sarılmakla mümkündür. Bunun tersi bir hareket ise, yani Allah’ın dinini bırakıp şirk ve küfür dini olan demokrasi ile hareket etmek, insanlar üzerindeki bütün menfaatleri yok eden bununla birlikte her türlü zararı insanlığın başına musallat eden bir tavırdır.

Burada diğer bir husus ise şudur. Acaba demokrasinin köşklerinde görev alan vekiller maslahatları neye göre belirleyeceklerdir? Yani Müslümanların faydasını, onlardan zararı def etmeyi belirlerken ellerindeki asıl ölçü ne olacaktır? Maslahatı belirleyen esas ölçü Allah’ın muhkem hükümleri mi olacaktır, yoksa maslahatları demokratların kutsal kitabı anayasalar mı belirleyecektir? Onlar kesinlikle “Bizler bütün maslahatları Allah’ın kitabına göre belirleyeceğiz” şeklinde bir iddia da bulunamazlar. Zira böyle bir iddia vakıadan çok uzak olması nedeniyle saçma ve de komik olacaktır. Çünkü bizler biliyoruz ki demokrasi dininde Allah’ın muhkem nasslarının hiçbir değeri yoktur. Demokrasiler de esas olan, insanların otoritesi ve hâkimiyetidir. Şer’i hükümlerin demokratik dinde asla bir söz hakkı mevcut değildir. Demokratların ortaya koyacakları her bir hüküm insanlar tarafından yazılmış kutsal kitap anayasaya muhalif olamaz.

Bu noktadan bakıldığı zaman bugün demokrasi dininin gereklerine göre hareket ederek, parlamentolarda görev alan vekillerin ortaya koyacağı bir maslahat düşüncesi yine anayasanın hükümlerine göre olacaktır. Yani Müslümanların maslahatını gerçekleştirmek için çıkarılacak hükümler Allahu Tealâ’nın muhkem nasslarından kaynaklanmayacak, ancak ve ancak anayasanın filanca maddesine göre olacaktır. Örnek olarak vekiller içki içmeyi toplumda yasaklasalar, bugün üzerinde yaşadığımız ülkede büyük bir sorun olan tesettür sorununu halledip, herkesin istediği kıyafetle istediği kurum ve kuruluşta yer alabileceğini kanunlaştırsalar dahi onların bu hükümleri kesinlikle Allah’ın hükmü olmayacak bilakis anayasanın falanca maddesi gereği olacaktır.

Burada şu hususun iyice aydınlatılması gerekmektedir. Allahu Tealâ idare sahiplerine ancak ve ancak Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyi vacip kılmıştır. Allah’ın indirdiği hükümler ise Kur’an ve sünnettedir. Beşeri kanunlarda Allah’ın kitabına uygun birçok hükümlerin bulunması mümkündür. Hatta beşer kaynaklı her hangi bir anayasada Allah’ın indirdiği kitaptan birçok hüküm dahi alınmış olabilir. Nitekim Cengiz Han’ın Yes’ak isimli kanunnamesinde Kur’an’dan alınma hükümler vardır. Hiçbir zaman bir idarecinin beşeri anayasalarda mevcut bulunan ve Allah’ın indirdiklerine uygun bir hükümle hükmetmesi, onun Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmediyor olmasını göstermez. Yasalaştırdığı, hükmettiği kanun Allah’ın indirdiği hükümlerle bire bir örtüşse dahi o hüküm beşerin hükmü ve tağutun hükmüdür.

Maslahatın diğer bir şartı ise şudur: Ortaya konulan maslahat selim akıl sahiplerince kabul edilebilmeli, akıl ile anlaşılır cinsten olmalı, sonuçta meydana çıkacak maslahat, vehmi olmayıp hakiki olmalıdır. Sadece insanların bir kısmını değil umumunu kapsamalıdır. Burada ortaya atılan maslahat düşüncesine karşı insanların bir kısmı bu düşüncesinin hiçbir yarar getirmediğini buna karşılık birçok fesada neden olduğunu söylüyorlarsa, bu şekilde bir maslahat ile delil getirmek caiz değildir.

Bugün yaşadığımız ülkede Müslümanların maslahatı gereği parlamentoya gönderilen partilerin Müslümanlara fayda mı sağladığı, yoksa zarar mı verdiği çok ciddi bir şekilde tartışılmaktadır. Ve bu tartışmalar böyle bir maslahat düşüncesini batıl kılmaktadır. Zira böyle bir maslahat iddiası tüm aklıselim kimseler tarafından kabul görmemektedir. Bununla beraber aslen İslam'a yakın olduğu zannedilen, Müslümanlara faydasının olacağı düşünülen partilerin bugün İslam’a ve Müslümanlara verdiği açık zararlar ortada iken böyle bir maslahat düşüncesi ortaya atmak, ancak ya akli melekeleri eksik ya da Allah’ın tertemiz dinini bulandırmak isteyen kimselerden ortaya çıkan bir düşüncedir.

Bunun en açık örneğini toplumumuz çok kısa bir süre önce bizzat yaşamıştır. Refah Partisi’nden ve liderinden kendisinin Müslüman olduğunu zanneden milyonlarca cahil insan yıllarca medet beklemiş, bu kimselerin iktidara geldikleri zaman İslam’a ve Müslümanlara çok büyük faydalar kazandıracağını iddia etmiştir. Ancak bu parti iktidara geldiği zaman yaptığı ciddi hatalar sonucu 28 Şubat süreci gerçekleşmiş, bu süreçte İslam’a ve İslami değerlere karşı yapılan açık saldırılar birçok Müslümanın canının yanmasına neden olmuştur. Yine daha dün maslahat gereği Müslümanlara en yakın bir parti olarak gördükleri AKP’yi destekleyenler, bugün AKP’nin İslam’a ve Müslümanlara büyük zararlar açtığını söylemektedirler. Acaba burada maslahat gereği desteklenen partinin Müslümanlara fayda sağlayacağı ve onlardan zararları def edeceği, bütün akıl sahipleri tarafından açık seçik olarak görülmekte midir? Bu açıdan da bakıldığı zaman, bu şekilde bir maslahat düşüncesi ile delil getirerek demokratik dinin esasları ile amel etmenin batıl olduğu anlaşılmaktadır. Burada şu soruyu yöneltmekte fayda vardır? Acaba demokrasi girdiği toplumlara ne zaman bir menfaat sağlamıştır ki, maslahat gereği onunla amel etmek caiz olsun. Allah’ın dininden başka bir din olan demokrasinin uygulandığı toplumların hali kitabımızın bundan önceki sayfalarında çarpıcı bir şekilde dile getirilmiştir. Tüm bu gerçekler ortada iken hala maslahat gereği demokrasi ile amel edilebileceği nasıl düşünülebilir?

Burada en komik ve cehalet dolu sözler birilerinin çıkıp “Meydanı kâfir dinsizlere mi bırakalım?” diye mırıldanmalarıdır. Onların meydan diye kastettikleri demokrasinin köşkleri olan parlamentolardır. Allah’ın kitabının bir kenara atıldığı, beşeri anayasaların tek söz sahibi kılındığı meclis zaten onların yeridir. Asıl böyle mekânlarda Müslümanın ne işi vardır. Bu iddia tıpkı meyhaneleri kâfir ve zalim ayyaşlara bırakmamak için ya da genelevleri Allah’tan korkmayan, dinsizlere bırakmama adına böyle mekanlarda yer alma arzusuna benzemektedir. Meydanı kâfirlere ve dinsizlere bırakmama adına meyhanelerde ve genelevlerde bulunma iddiası ne kadar komik ve saçma ise aynı şekilde meydanı komünist ve dinsizlere bırakmama adına Allah’ın dininin yerle bir edildiği demokrasinin köşklerinde yer alma iddiası da bir o kadar komik ve saçma bir iddiadan başka bir şey değildir.

Aslen demokrasi dininin müntesiplerinin bu tip iddialar ortaya atmaları gayet normaldir. Onlara göre insan başıboş yaratılmış bir varlıktan başka bir şey değildir. Demokrasi dinine göre insanlar kendi keyfi arzularınca, kendi belirledikleri menfaatleri temin etme ve yine kendi belirledikleri kötülükleri defetme adına kıt akılları ile her türlü amelde bulunabilirler. Demokratlar kendi dinleri gereğince insanlığın menfaatinin ancak ve ancak demokrasi ile amel etmekte olduğunu iddia edebilirler. Ancak biz Müslümanlar için ya da kendisini İslam’a nispet eden kimseler için durum hiçte böyle değildir. Bizler için en büyük maslahat Allahu Tealâ’nın bizim için seçtiği ve razı olduğu dine sımsıkı sarılmaktır. Allahu Tealâ’nın asla kendisinden razı olmadığı dinlerde ise bizler için zerre kadar da olsa bir maslahat yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.