Sırtların yasladığı dağ gibi
ilahiyatçılar ordusu, küfrü tevil etmeyi kendilerine meslek edinmişken, canının
derdine düşmüş gariplere, elif cüzü öğrenen hacı anneye, cami avlusunda ezan
bekleyen ak sakallı dedeye merhamet eden bir alim bekliyoruz. "O,
cehennemliklerin inancıyla ölmüş" denmesin diye çırpınan bir can
bekliyoruz. Kendisini cehenneme yakıştıramayan milyonlarca insana şu şirkten
vazgeçin diyecek, cennetin yolunu gösterecek bir muallim arıyoruz. Yok mu?
İslam ümmetinin tevhidini şirke tahvil eden müşrikleri ilk rauntta nakavt etmek gibi bir hayalimiz olmasa da küfrün ve şirkin karşısına çıkacak cesaretimiz var elhamdulillah.
Tevhidi bilen alimlerin(!) çeşitli maslahatlarla, ağır devirde yol aldığı ve -kendilerince- bazı mefsedetlerin def'i için geri, geri gittiği şu mâkus zaman dilimi şeytanın tam kapasite çalışmasına zemin hazırlamıştır. Galiba alimlerin sustuğu dönemde (… gün, ay ve yıllar boyunca) şirk üzere ölenlerin hiç kıymeti yoktur!
Mikrobun varlığını biz nereden anlarız? Bize göre mikrop nedir?
Öncelikle sağlıklı vücudun tanınması gerekir. İnançta sağlık sahih kaynağa müstenid (dayalı) olmak anlamına gelir. İslam’ın kaynağı Kur'an ve Sahih Sünnettir. Bundan başka din adına bir inanç, Kur'an ve sahih sünnette bulunmayan bir din anlayışı, bir ibadet işittiğimizde, biliriz ki bu, mutlaka sahih kaynağın muhalifi, düşmanı, bir mikroptur. Çünkü Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: " Sözlerin en güzeli Allah'ın kelamıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed'in (S) yoludur. İşlerin en şerlisi dine sonradan sokulanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid'at, her bid'at sapıklık ve her sapıklık da cehennemliktir.
Bu gün İslam ümmeti denen toplumun dağınıklığı, vurdum duymazlığı, gamsız, gayesiz, büyülenmiş gibi garip gidişatları, ne kan abdesti bozar mı ihtilafından ne şerbetle abdest alınıp alınmayacağından kaynaklanan mezhebî ayrılıklar değildir. Toplumların mübtelası olduğu israf düzeni, hayasızlığın teşviki ve yaygınlaşması mikrobundan da değildir. Bunların hepsine zemin hazırlayan asıl sebep, hakkı bilenlerin suskun ya da hakkı örtbas etmesi, deccallerin faal olmasıdır. Samimi İnsanlara din diye mağara hayatının gösterildiği, mücadele ruhunun köreltildiği gûya dinî toplantılarla Müslüman olduğunu sanan insanlar pasifize edilmiş ve ediliyor olmasıdır.
Tasavvuf bunun neresinde sorusunun tam yeridir.
Önce kısa bir tanışma uygun olur sanırım.
Etini sütünü kuzu kuzu teslim etmeyen samimi insanların koyunlaştırma mesleğinin adı tasavvuftur. Hatta saf koyunların saf yünlerini de kullanmak, tasavvuf teriminin sırrına kadem basmaktır. Bu sırra kadem basan hıristiyanı, yahudisi, mecusisi, emperyalisti, kapitalisti, komünisti, demokratı, laiki ve her kimisi varsa, elini ayağını öptüre öptüre, camiye hapsedilmeyi reddeden garibanı dergaha hapsetmiştir.
Dergâh mı? Tezgah mı?
Bu dergahlardan geçen veya orada
kalan Müslümanların, islami bilgisi artmalı, din kardeşine sevgisi artmalı,
dünyanın birçok yerinde ve burnunun dibinde katledilen insanlar için sancısı,
çare arayışı artmalı diye dört gözle bekleşirken bir de ne görelim! Milyonlarca
bay mürid –tasavvufî telkinatlar gereği- şeyhinin kerametlerini ezber etmede;
öyle ya hâfız (!) olacak ümmete kıraat edecek ki sevap kazana!
İslam dininin insanlar nezdinde
tahrif olmasının birinci amili tasavvuftur. İslamla hiçbir alakası olmayan
inançlar önce tasavvufta yerini bulmuş, sonra tasavvufa İslam kisvesi
giydirilmiştir.
Tarihi gelişim safhalarını tek
tek ele almak bu risalenin boyutunu aşar, fakat özetle belirtmek istediğimiz
bir nokta var ki, toplumların İslam’ı kabul etmeleri, birden bire bütün eski
inançlarını terk ederek olmamıştır. Hinduizm'in, Şamanizm'in öğretileri,
nesilden nesile hikaye edilmiş ve bir türlü kökü kazınamamıştır. Bu inançlardan
İslam’a bulaşan ölülerin ruhlarının diriler arasına geleceği, o ruhu memnun
etme gereği sayılabilir. Bunun yanı sıra bu dinlerin temelini oluşturan felsefî
yaklaşımlar İslam’ı anlamada etkili olmuştur ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) ın öğretisi, eski inançlarla birleşerek, insanların kalplerinde
sapma göstermiştir.
Çok tanrılı Mısır ve Yunan
mitolojisinden etkilenmeler de din anlayışının bozulmasında çok etkili
olmuştur. Büyük ilahın yardımcısı, küçük ilahlar olabileceği, dünyada olan
biten işlerin birtek ilah tarafından yapılmayıp yardımcıları olması gerektiği
inancı da bir yerlerden İslam’a sızmıştır. Sızmıştır kelimesi haddi zatında pek
iyimser kalmakta, zira hem hrıstiyanların, hem Yahudilerin hem bütün
putperestlerin çanına ot tıkayan İslam dininin ne çok düşmanı olabileceği göz
önünde bulundurulunca, kasten islamı tahrif etme gayretlerinin varlığı daha
kolay anlaşılacaktır. Bu gayret Müslüman olduğunu iddia eden münafıklar
tarafından içerden devam ettiği gibi dışarıdan da sınırsız destek bulmuştur. Bu
gün bile müsteşrikler, (gûyâ islamı araştıran, batılı kafirler) İslam’ı
karalamak için ellerinden geleni yaparken, tasavvufu övmekte, ayrılıkları,
islamı tahrif etme faaliyetlerini teşvik etmekte, her türlü bölücü unsuru,
değerlendirmektedirler.
TASAVVUFUN İSLAMA SOKULDUĞU KAPI
Kapı yapılır bir eve insan girip
çıksın diye, bir de bakarsın ki, haşerat da oradan girer hırsız da. Her ne
kadar tasavvuf İslam’a giremezse de, Müslüman olduğunu sanan insanların
inançlarına girmiştir. Tasavvufun İslam’da yeri olduğunu iddia edenler,
tasavvufun içerisindeki islamî olan şeyleri kastediyorlar. Halbuki tasavvufta
islamilik vardır demek ayrı, islamda tasavvuf vardır demek ayrı manaları ifade
eder. Bunun örneği elmada su vardır, demekle şarapta elma suyu vardır demek
gibidir. İki cümle ayrı manalar ifade etmektedir. Bu farkı önemsemek gerekir.
Birçok tevhid ehli ilahiyatçının ve hocanın tasavvufun şirkini reddederken
“İslamda tasavvuf vardır fakaaat” diyerek söze başlaması yanıltıcı bir
referanstır, buna dikkat etmek gerekir. İslamda tasavvuf yoktur. Muhammed
aleyhisselamın nübüvvetinin tarihi bellidir, İslam davetinin ne zaman nerelerde
yapıldığı vahyin kaç yıl devam ettiği ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) ın ne zaman vefat ettiği bellidir. Tasavvuf itikadı ve amelleri bunun
neresinde tebliğ edilmiş ki İslam’da tasavvuf olsun…
İslam dini Kur'an ve sahih sünnetten alındığı müddetçe Allah'ın kıyamete kadar koruyacağını vaad ettiği dindir. Onun içerisine ne bir şey katılabilir, ne de ondan bir şey çıkarılabilir. Onun üzerine atılan necasetler onun muhteviyatını değiştiremez. Allah onu kıyamete kadar koruyacağına göre onun içerisine ondan olmayan şey giremeyecektir, tasavvuf ise zaten İslam peygamberinin öğretmediği, hatta men ettiği şirklerle dolu ayrı bir din olduğundan İslam’a giremeyecek ve onu bozamayacaktır. İşte bu yüzden ne peygamber zamanında ne de tabiin ve tebei tabiin zamanında "Ben Allah'ım" diyen kimse çıkmamıştır. Bu örnekler ve ilgili ayrıntı ileride gelecek.
Tasavvufta İslam vardır cümlesine
gelince bu genel manada yanlış olsa da nisbî olarak doğru sayılabilecek bir
cümledir. Tasavvufta islamın tevhid öğretisi iptal edilmiştir, fakat islamın
tavsiye ettiği bazı güzel ameller vardır. Bu durum bir fıçı necasetin içerisine
bir kepçe su dökmeye benzer ki bu fıçıda su vardır demek o necis fıçının temiz
olacağı manasına gelmez.
İslamî literatürde birr, takva,
olarak isimlendirilen Allah'tan saygı ile korkma, sadece Allah'ın rızasını arama,
dünyayı geçici bilip gerektiği kadar önem verme, insanlara faydalı olma,
kalbini ve amelini güzelleştirme olarak tarif edeceğimiz bu terimler İslamîdir.
Bunlar sahabeden, tabiinden ve sonrakilerden birçoğunun, peygamberden öğrendiği
şekilde yapa geldiği işlerdir.
Kalbin ve bedenin salih
amellerini kendisine kalkan edinip, bir yığın bid'at, hurafe ve şirki İslam'a
bulaştıran müşriklerin Allah'a inanması da ibadet etmesi de boşunadır. Şayet
son peygamberin tebliğ ettiği tevhidi ve şeriatı kabul edip şirkten vazgeçmek
gerekli olmasaydı, nice papazlar bir çok şeyhden evvel cennete girerdi. Çünkü
kalpleri temiz, amelleri salih nice müşrikler vardır fakat onların yeri
şirklerinden dolayı ebedi ateştir.
Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Müşriklerin bütün amelleri kaybolup gitmiştir…
Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Müşriklerin bütün amelleri kaybolup gitmiştir…
Tevhidden şirke, şeriattan küfre,
sünnetten bidata kaçışlarını örtbas etmek için sürekli geveledikleri
muhabbetullah (Allah aşkı), sünneti seniyye ifadeleri kendilerine ve
etraflarındakilere telkin ettikleri bir uyuşturucudur. Müşriklerin bu aldanma
ve aldatmacasını Allah şu ayetle reddetmiştir.
(Ey! Muhammed) De ki : Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…(al-i imran 31)
(Ey! Muhammed) De ki : Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…(al-i imran 31)
O halde Allah'ı sevmek peygamberine uymakla mümkün oluyormuş. Burada bir anekdot düşmek sanırım yerinde olur. Bir kişi bana falanca şeyhi gördüğünden bahsetti ve " Ben şeyh efendiyi gördüm, dört dörtlük sünnete uyuyordu." dedi. Bu iddiası üzerine ona sordum. Bana bir tek hadis söyler misin ?" Cevap çok ilginç "Ben hadis bilmem ki ! peki kardeşim bir tek hadis bilmezsin de dört dörtlük sünneti ne biliyorsun, yani sünnetin hepsini ! bir tek hadis bilmeyen adamın söylediği “şeyhi gördüm dört dörtlük sünnete uyuyordu” sözü yalancılık mıdır, cahillik midir, ayrı bir konu, asıl korkunç olan şu ki bu sözler halk arasında pervasızca yayılıyor.
Bir tek hadis bilmeyen adamın
gördüğü şeyhin sakallı sarıklı olması onun gözüne göre dört dörtlük sünnettir. Kalp
akçeyi altın zanneden bilgisizin ceplerini sarrafın önüne dök de gör bakalım
kaç kuruş eder. Kalpazanlar sahte para basmaktan vazgeçmeyeceğine göre eline
para alan adam gözünü açmalı. Bir sarıkla sakalla şeyh olanlar bu saltanattan
vazgeçmeyeceğine göre de mürid olmak için değil Müslümanlığı kaptırmamak için
halk gözünü açmalıdır. Tevhidi bilen alimler de irşad etmeli ki mürşid kılığına
giren müşrikler halkın inancını ifsad etmesin.
TASAVVUFUN PİRLERİ SÜPERMENDİR
Biz peygamberin yolundan
gidiyoruz diyen ifsad edicilere bir soralım hele. Niçin müşrikleri seviyor ve
onları kayırıyorsunuz ? mesela "Enel Hak" diyen bir Hallacı Mansur'u,
“Bu elbisenin (kendi elbisesini kastediyor)içinde Allah'tan başkası yok diyen”
Nesimi'yi, “sizin taptığınız benim ayağımın altında” diyen Arabi'yi niçin çok
seviyorsunuz ? Ayağının altında altın varmış da halk parayı seviyormuş da gibi
küfre kılıf arayan ilahiyatçıların kulakları çınlasın, geçsinler bu ayakları,
biraz sonra göreceğiz bu zırvaların te'vil edilemeyeceğini.
Sünnete uyduğunu iddia eden tasavvufçulara soralım, "sizin meşhur evliyanızın hangisi gibi, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün kalkıp "Ben Allahım" diye (hâşâ) nâra attı ? hangi sahabe "bazen ben Allah'a ibadet ederim, bazen Allah bana ibadet eder dedi ?
Hangi sahabe veya tabiin şeyhinin kabrinden yardım istedi veya ilim tahsil etti veya hangisine gaibten vahyler geldi? Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in vefatından sonra Ebu Bekr radıyallahu anh Ömer radıyallahu anha : "Bizimle gel rasulullahın yaptığı gibi Ümmü Eymen'i (radıyallahu anha) ziyaret edelim" dedi. Ziyaretine gittiler, yanına varınca kadıncağız ağladı. Kendisine : "Niye ağlıyorsun? Allah'ın kendi nezdinde hazırladığı, Rasulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) için daha hayırlıdır" dediler. Kadın onlara: "ben de biliyorum ki Allah'ın yanındaki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için elbette daha hayırlıdır. Ancak ben semadan vahyin kesilmesine ağlıyorum". Cevabını verdi. (Ümmü Eymen) bu sözüyle onları da ağlattı ve ümmü Eymen'le beraberce ağladılar.
O sahabe ne şeyhinin bakışlarından feyz ile bilgileniyordu, ne onu rabıta ederek manen yükseliyordu, ne de ölülerin kabrinden ilim tahsil ediyorlardı. Onlar Kur'an-ı Kerim ve peygamberin sünnetini bilenleri arayıp buluyor, dizlerinin dibinde dinliyor, bilmediğini soruyor ve öğrendiklerini öğretmek için çalışıyorlardı. Muaz bin Cebel genç yaşta ölüm döşeğinde iken etrafında talebeleri ağlaşıyordu. Niçin ağlıyorsunuz, ben nasıl olsa bu emaneti sahibine vereceğim deyince talebeler: "Biz senin ölümüne değil, seninle birlikte giden ilme ağlıyoruz" demişlerdi. Hepsi de onun kabrinden ilim öğrenilemeyeceğini biliyordu.
Sünnete uyduğunu iddia eden tasavvufçulara soralım, "sizin meşhur evliyanızın hangisi gibi, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün kalkıp "Ben Allahım" diye (hâşâ) nâra attı ? hangi sahabe "bazen ben Allah'a ibadet ederim, bazen Allah bana ibadet eder dedi ?
Hangi sahabe veya tabiin şeyhinin kabrinden yardım istedi veya ilim tahsil etti veya hangisine gaibten vahyler geldi? Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in vefatından sonra Ebu Bekr radıyallahu anh Ömer radıyallahu anha : "Bizimle gel rasulullahın yaptığı gibi Ümmü Eymen'i (radıyallahu anha) ziyaret edelim" dedi. Ziyaretine gittiler, yanına varınca kadıncağız ağladı. Kendisine : "Niye ağlıyorsun? Allah'ın kendi nezdinde hazırladığı, Rasulullah(sallallahu aleyhi ve sellem) için daha hayırlıdır" dediler. Kadın onlara: "ben de biliyorum ki Allah'ın yanındaki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için elbette daha hayırlıdır. Ancak ben semadan vahyin kesilmesine ağlıyorum". Cevabını verdi. (Ümmü Eymen) bu sözüyle onları da ağlattı ve ümmü Eymen'le beraberce ağladılar.
O sahabe ne şeyhinin bakışlarından feyz ile bilgileniyordu, ne onu rabıta ederek manen yükseliyordu, ne de ölülerin kabrinden ilim tahsil ediyorlardı. Onlar Kur'an-ı Kerim ve peygamberin sünnetini bilenleri arayıp buluyor, dizlerinin dibinde dinliyor, bilmediğini soruyor ve öğrendiklerini öğretmek için çalışıyorlardı. Muaz bin Cebel genç yaşta ölüm döşeğinde iken etrafında talebeleri ağlaşıyordu. Niçin ağlıyorsunuz, ben nasıl olsa bu emaneti sahibine vereceğim deyince talebeler: "Biz senin ölümüne değil, seninle birlikte giden ilme ağlıyoruz" demişlerdi. Hepsi de onun kabrinden ilim öğrenilemeyeceğini biliyordu.
Ya kabirlerde şeyhinden ilim
tahsil etmeye devam ettiğini iddia eden tasavvufçulara ne demeli ? Zira
tasavvuf kitapları bu zırvalarla dolu.
Ebu Hureyre'yi bu güne dek 1400
küsur sene taşıyıp getiren ilim onun 4 sene tahsil ettiği ilimdir. Bu dört
senenin bereketi uğraşılan ilmin Kur'an ve sahih sünnet olmasındandır. Halbuki
20 sene şeyh efendinin hizmetinde bir mürid manevi irşad feyzle olur, rabıtayla
olur hikayeleriyle oyalanıp durur da, sünnet diye de bir yığın bidatı öğrenir,
ne abdestin rüknünü bilir ne namazın erkanını, ne alışveriş ahkamından haberi
vardır ne feraizden ne cihad vardır şeyhin gündeminde ne iman ki müridine bir
nebze bulaşsın. Varsa yoksa genişleyen saltanatın bekası, akın akın gelen
kalabalıkların ağızlarında geveledikleri kerametler! Ve şeyhin ağırlığından
ezilmiş koyun postundan daha ezik bir ümmet!
Silsile-i sâdat'ın başı dediğiniz
Ebu Bekir (radıyallahu anh) 'ğavs' değildi ki kendisinden yardım istensin. Ali
(radıyallahu anh) ğavs değildi ki imdat diyenin yardımına gelsin. Osman
(radıyallahu anh) evinde mahsur iken susuzluktan takati kesilmiş bir yudum suya
muhtaçtı da ancak Allah'tan yardım istiyordu. Şimdi sorarım size silsile-i
sadat'ın başı diye ismine sığındığınız kimseler ğavs değilmiş de size ne
oluyor, babası ölüp de posta konan her çocuk ğavs üniforması giyiyor! Abdul
Kâdir Geylanî'yi imdada yetişenlerin en büyüğü "Ğavs-ı A'zam" seçen
kimdir? Eskiyen şeyhleri kutup, evtab, ebdal yapan kimdir?
İmam Ebu Hanife sizin inandığınız gibi
inanmıyordu bu isimleri bilmiyordu ve Allah'tan başka bir ilahı olmadığı gibi
Allah'ın kendisine böyle yardımcılar edindiğine de inanmıyordu ve hatta onun
zamanında bu inançlar İslam ümmetinin inancına bulaşmamıştı. İmam Malik
sünnette delilini bulamadığı bir meselede gayrına iltifat etmeyecek kadar
sünnete bağlı idi. İmam Şafi de tasavvufun şirkinden, küfründen, bidatından
beridir. İmam Ahmed bin Hanbel Kur'an Allah kelamıdır dediği için zindanlarda
işkence görüyordu bu tasavvufçular ise Kur'an zahiri ilimdir, avamı
ilgilendirir, biz ilmin bâtınına talibiz diyerek Kur'an-ı Kerimin şerî ahkamını
bidata ve şirke dönüştürmekte, fenafillah mertebesine eriştiğini zannedenlerse
ibadetleri hepten terk etmekte, haramları helal saymaktadır.
Fenafillah Allah'a ulaşma ve onda
kendini kaybetme demektir. Bu terim İslamî değil sadece tasavvufîdir. Hindû
putperestlerin Nirvana’ya ulaşmaları aynen bunun gibidir.
Kendisini Allah'ın kulu bilen ve tevhidi en güzel kavrayan sahabe bu tasavvufçular gibi süpermen değildi ve kendi canını kurtaramıyordu, peygamber dahi haince şehit edilen 70 kurrâ sahabinin pusuya düşürüleceğini bilmiyor, onlara yardım edemiyor ve oturup ağlıyordu. Peygamberin yardım edemediği yerde şeyhler kelebek gibi uçuyorlar bu hangi din ? Taif'te taşlanan peygamber uçamadı, taşlardan kaçamadı. Amcası Hamza’ya saplanan mızrağa yetişemedi. Ciğerparesi oğlu İbrahim vefat ederken, ölüm meleğinin torbasına elini atıp İbrahim'in ruhunu alarak, bırak biraz daha yaşasın diyemedi, hem ağlıyor, hem de Ey İbrahim gidişinle bizi hüzünlendirdin" diyordu. Bunların hepsini yaptığını iddia eden şeyh ve ona inanan mürid, ne kadar Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in dinindendir, diye sormak elbette hakkımızdır.
Kendisini Allah'ın kulu bilen ve tevhidi en güzel kavrayan sahabe bu tasavvufçular gibi süpermen değildi ve kendi canını kurtaramıyordu, peygamber dahi haince şehit edilen 70 kurrâ sahabinin pusuya düşürüleceğini bilmiyor, onlara yardım edemiyor ve oturup ağlıyordu. Peygamberin yardım edemediği yerde şeyhler kelebek gibi uçuyorlar bu hangi din ? Taif'te taşlanan peygamber uçamadı, taşlardan kaçamadı. Amcası Hamza’ya saplanan mızrağa yetişemedi. Ciğerparesi oğlu İbrahim vefat ederken, ölüm meleğinin torbasına elini atıp İbrahim'in ruhunu alarak, bırak biraz daha yaşasın diyemedi, hem ağlıyor, hem de Ey İbrahim gidişinle bizi hüzünlendirdin" diyordu. Bunların hepsini yaptığını iddia eden şeyh ve ona inanan mürid, ne kadar Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in dinindendir, diye sormak elbette hakkımızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.