Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her sene 29 Ekim’i “Millî Büyük Bayram” olarak kutlar. Zira 29 Ekim
1923’de cumhuriyetin kuruluşu ilân edilmiştir. Bu münasebetle de laik devletin tüm okullarında, televizyonlarında “cumhuriyet” nutukları verilir ve şeriata küfredilir. Fakat aynı zamanda laik devletin kurumlarından olan Diyanet İşleri Teşkilatı da o hafta “cumhuriyet” hutbeleri yazdırıp camilerde kendisine bağlı imamlara okutturmaktadır. Bu hutbelerde ise cumhuriyetin faziletinden ve İslâm’a uygunluğundan bahseder dururlar ve aynı zamanda halkı onun kurulduğu o kutlu (!) günü kutlamaya davet ederler.
Yine o hafta Müslüman olduğunu söyleyen halka İslâmî söylemlerle hitap eden yöneticiler, parti liderleri, cemaat liderleri, yazarlar-çizerler hep bir ağızdan sanki koro halinde cumhuriyetin faziletinden dem vururlar, onu korumaya and içip bayramını kutlarlar. Evet bu kutlamalarda bir kısım laik kâfirler İslâm şeriatına besledikleri kin ve buğzlarını kusarlar. Diyanet ve bazı cemaat liderleri gibi bir kısım kesim ise, cumhuriyete İslâmî bir kılıf geçirip onu Müslüman (!) şirin gösterme çabasına soyunurlar.
Bu yazımızda cumhuriyeti şirin gösterme gayretine iki örnek verdikten sonra, cumhuriyet ne demektir, cumhuriyet bayramının anlamı nedir, cumhuriyet ve bayramını benimsemenin şerî hükmü nedir, bu hüküm gereği ona karşı takınılması gereken tavır ne olmalıdır? konularına izah getirmeye çalışacağız, inşaallah.
Cumhuriyeti şirin gösterme gayretlerine birinci örnek: T.C. Diyanet İşleri başkanlığının yayın organı olan Diyanet Dergisi’nin Ekim 1996 sayısından tüm camilerde okunması için hazırlanan “cumhuriyet” hutbesinden bir kaç satır alıntılar:
“Milletçe övünmeye haklıyız ki büyük Türk milletinin engin ve seçkin tarihinde bayram yapılmaya değer nice mutlu olaylar, büyük zaferler vardır. Yakın tarihimizde geçen büyük mutlu bir olay ise hiç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti’nin ilânıdır.”
“Büyük milletimiz bu tarihî kararı ile artık kendi işlerini kendi iradesi ile yürüteceğini açıklamış oldu. Bunun gerçekleşmesi ancak cumhuriyet idaresi ile mümkün olabilirdi. İslâm Dinine uygun olan devlet idaresi, zaten cumhuriyetti. Aynı zamanda büyük bir devlet başkanı vasfına sahip olan Peygamberimiz daima ashabı kiramı ile istişarelerde bulunarak bu konuda Müslümanlara güzel örnekler vermiştir.”
“Cumhuriyet idaresi, yönetim sistemi bakımından demokrasi diye adlandırılan idare şekline dahildir. Bu idare şeklinde hâkimiyet millete ait olup, millet bu hakkını yasalarda belirtilen yollarla kullanır.” “Aziz mü’minler! Konumuzla ilgili bu bilgiler, bir hatırlatmadan ibarettir. Önemli olan husus, bu hakka milletçe bilerek sahip olmak ve onu nesilden nesil’e devretmektir.”(Yine son 12-13 yıldır iktidar olan ve dindar bilinen, müşrik akp döneminde de, her cumhuriyet bayramında bu minvalde hutbeler verilmiştir.)
Hutbelerde geçen bu saçmalıklara değinmeden önce ikinci örneğimizi vermek istiyoruz: Laik Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin başı ve Refah Partisi’nin genel başkanı Necmeddin Erbakan, 13 Ekim 1996’da RP 5. Büyük Kongresi’nde yaptığı konuşmada, cumhuriyet, demokrasi ve laiklikle ilgili olarak şunları söylemiştir: “İstiklâl Savaşı verenler, cumhuriyeti kuranlardır ve Millî Görüşçüdürler.” “Cumhuriyeti biz kurduk, onu biz yücelteceğiz.” “Gerçek demokrasiyi ve laikliği biz yürütüyoruz. RP, demokrasinin ve gerçek laikliğin teminatıdır.” (Yeni Şafak Gazetesi, 14 Ekim 1996 ve Kanal 7 televizyonu haberleri)
Ve bugün yine : Laik Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin başı konumunda olan Tayyip Erdoğan Cumhuriyetin 90. yıl dönümünde verdiği mesaj; Başbakan Erdoğan, "İnanıyorum ki içinde bulunduğumuz bu gururu Cumhuriyetimizin 90. yılında olduğu gibi çok daha güçlü bir şekilde 2023, 2053 ve 2071 yıllarında da yaşayacağız. Cumhuriyetimiz bugün her zamankinden daha kuvvetli, her zamankinden daha emin adımlarla ilerliyor, demokrasimiz Cumhuriyetimizin kuruluş ruhuna, kuruluş felsefesine bağlı olarak gelişiyor, güçleniyor" değerlendirmesinde bulundu (29 Ekim 2013 Salı )
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhuriyetin kuruluşunun 90'ıncı yıl dönümü dolayısıyla yayımladığı mesaj ; Cumhuriyetin yıl dönümünü coşku ve kıvançla kutladığını belirterek, "En büyük bayramımızda, bu gurur gününde sizleri sevgiyle ve muhabbetle selamlıyor, hepinize en iyi dileklerimi sunuyorum. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, Cumhuriyet'in demokrasi ayağı hep sorunlu olmuştur. Demokrasi eksiğinin yakın tarihimizde neden olduğu meseleleri hepimiz yaşadık. Bugün gelinen noktada Türkiye, Cumhuriyetimizi çağdaş bir demokrasiyle taçlandırma yolunda önemli mesafe katetmiştir. (29 Ekim 2013 Salı )
Bu sözlerin nedenli küfür olduğunu anlamak için önce demokrasi, laiklik ve cumhuriyetin ne demek olduğunu ve İslâmî hükmünü anlamak gerekir.
1- Cumhuriyetin Manası:
Cumhuriyet, demokrasinin yönetim şeklidir. İngilizcesi, republik-halk yönetimi demektir. Egemenliğin, hâkimiyetin halka ait olduğu bir sistemde halkın iradesinin esas alınarak bu iradeyi temsil ettiği iddia edilen çoğunluk iradesine göre şekillenmiş bir yönetim tarzıdır, cumhuriyet .. Yönetimin hayata yansıyış şekli olan yasama, yürütme, yargı ve yöneticilerin belirlenmesi alanlarında hep çoğunluk iradesinin belirleyici olduğu söylenen yönetim tarzıdır. Şu halde çoğunluk iradesi, toplumu bağlayan kanunların, ölçülerin kaynağını teşkil etmektedir. Bu sistem içinde insanlar, çoğunluğun iradesine boyun bükmeye mahkumdurlar. Yani “çoğunluk iradesinin” kuludurlar. Zira kulluk, bir başkasının iradesine boyun büküştür. Şu halde cumhuriyet, krallık, oligarşi gibi kula kulluk sistemlerinden birisinin yönetim tarzıdır. Nitekim cumhuriyetin esası olan demokrasi ise, egemenliğin-hâkimiyetin halka ait olması demektir. Yani fertlerin boyun bükecekleri iradenin halka ait olması demektir. Başka bir deyimle; “la ilahe illaşa’ab” (halktan başka ilah yoktur) demektir. İşte cumhuriyet, bu akideye dayalı yönetim tarzıdır. Laiklik ise; dinin, toplum ve devlet işlerine karıştırılmaması olarak tarif edilir. Bunun kısaca Türkçe’si; Allah’a, “Sen bizim işimize karışma, senin aklın ermez, biz daha iyisini biliriz” demek küstahlığıdır. Evet gerçek laiklik, Allah’a, mülkünde “Sen bizim işimize karışma, biz senin gönderdiğin dinden daha iyisini biliriz” demek küstahlığıdır. Allah’ı, işlere karıştırmayınca lazım olan emir ve nehiyler, ölçü ve nizamlar nereden alınacak? İnsan aklından tabii ki.. Yani laiklik de “la ilahe illa akıl” (akıldan başka ilah yoktur) demektir.. Ancak hangi akıl, kimin aklı? sorusuna cevap aramışlar. Tek kişinin aklı, yani kralın aklı egemen olursa despotizm oluyor, öyle ise halkın aklı-iradesi esas olsun, demişler ve böylece demokrasiyi bulmuşlar. Fakat halkın aklı-iradesi nasıl hakim olacak? sorusuna cevap aramışlar ve neticede çoğunluğun iradesi olsun demişler. Buna da republik-cumhuriyet demişler. Laiklik olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da cumhuriyet olmaz. Cumhuriyeti almak, demokrasiyi ve laikliği de almayı beraberinde getirir.
2- Cumhuriyet Hakkında İslâm’ın Hükmü:
Yukarıda vakıası ve muhtevası ana hatları ile izah edilen cumhuriyetin İslâm’da hiç bir yeri yoktur ve küfrün ta kendisidir. Bu açık küfrü göstermek için çokça delil getirmeye hiç gerek yoktur. Bir kaç delil göstermekle yetineceğiz:
a-) Cumhuriyet, toplum ve devlet hayatında Allah’ın iradesini-hükmünü değil de halkın ya da çoğunluğun iradesini-hükmünü esas almaktadır. Bu ise İslâm’ın temel akidesine yani kelime-i tevhid’e tamamen terstir. Çünkü “la ilahe illa Allah” (Allah’tan başka ilah yoktur) demek “la ma‘bude illallah” (Allah’tan başka ma‘bud yoktur) demektir. Ma‘bud; iradesi karşısında boyun bükülen, kendisine kulluk yapılan demektir. Cumhuriyet sisteminde halk ya da çoğunluk iradesi ma‘bud yani ilah konumuna getirilmektedir. Böylece insanlar, kula kulluğa sevk edilmektedir. Halbuki Allah iradesine boyun bükülecek yani Kendisine kulluk yapılacak merci olarak yalnız Kendisini tanımayı ve yalnız Kendisine kulluk yapmayı açık bir şekilde emir etmiş ve hükmün-hâkimiyetin, egemenliğin ancak Kendisine ait olduğunu bildirmiştir. Şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin. Ki böylece Allah’ın azabından korunmuş olursunuz.” (Bakara: 21)
“Allah’a kulluk edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın.” (Nisa: 36)
“Yoksa (o müşrikler) yerden bir takım ilahlar mı edindiler de (ölüleri) onlar mı diriltecekler? Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, yer ve gök ifsad olurdu. Demek ki arşın Rabbı olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir. Allah, yaptığından sorumlu tutulmaz, onlar ise sorguya çekileceklerdir. Yoksa O’ndan başka bir takım ilahlar mı edindiler? De ki; Haydi delillerinizi getirin! İşte benimle beraber olanların zikri (Kitabı) ve benden öncekilerin zikri. Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler, bu yüzden yüz çevirirler. Senden önce hiç bir Rasul göndermedik ki ona Benden başka ilah yoktur. Şu halde Bana kulluk edin, diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya: 21-25)
Cumhuriyeti ve beraberinde olan demokrasiyi ve laikliği benimsemek, Allah’tan başka yerden ilahlar edinmek demektir. Ve bu da şirkin-küfrün ta kendisidir.
“Siz Allah’ı bırakıp da sizin ve atalarınızın taktığı (bir takım) isimlere tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. O da, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
Evet Allah’tan başka kendisine tapılan çağdaş uydurulmuş isimlerden bir kaçı: Demokrasi, laiklik, halkın-çoğunluk iradesi, cumhuriyet, hürriyetler, serbest piyasa ekonomisi, kapitalizm, komünizm v.b.
b-) Cumhuriyeti, şura ve istişare ile özleştirmek ise, yahudi ahlâkı olan kelimenin manaları ile oynamak yani kelimeleri tahrif ederek hak ve batılı birbirine karıştırmak demektir. Zira şura ve istişare, danışmak demektir. Danışılanların iradesine göre karar almak değildir. Nitekim Şura ayeti de bunu açıkça ortaya koymaktadır. Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Yönetim işlerinde onlara danış. Bir kere de azmettin mi (karar verdin mi) Allah’a güvenip dayan. Çünkü Allah, Kendine güvenip dayananları sever.” (Ali İmran: 159)
Görüldüğü gibi ayette karar verici merci, istişare edilenler değil de istişare edene ait kılınmıştır.
“Sen karar verdiğinde” denilmiştir. “Karar verdiğinizde” ya da “karar verdiklerinde” denilmemiştir... Şu halde bu ayetten cumhuriyete nasıl geçiş yapılır?!..
Evet Allahu Tealâ, müslümanların aralarında istişare etmelerini methetmiştir. (Şura: 30) Rasul (SAV) de, müslümanlarla bazı konularda istişare ederek şura ve istişarenin hangi konularda ve nasıl yapılacağını göstermiştir. Ve Rasul (SAV)’in uygulamasından da anlaşılacağı üzere, istişare ancak mübah olan alanda, halkın ihtiyaç ve işlerini belirleme hususlarında yapılır. Uzmanlık alanına giren hususlar uzmanlarla (Bedir kuyuları etrafında ordunun konuşlandırılması gibi), direk halkın ihtiyaçlarını ve yapacağı işleri tesbit hususunda da halkla yapılır (Uhud Savaşında, Medine içinde mi dışında mı savaşılsın hususunu belirlemek gibi). Bunun dışında teşride yani hükümleri belirlemede, helâl-haramı, mübah ve yasağı, farzı ve mendubu, mekruhu belirlemede şuraya baş vurulmaz. Bu hususlar, şeriat koyucu olan Allah’ın vahiyle gelen hitabından yani şerî delilden alınır. Bunun yolu da şura ve istişare değil içtihaddır. İçtihad, müçtehidin vakıaya mutabık şerî delilden o vakıaya ait şerî hükmü şerî disiplin içinde istinbat ve istihrac etmesi yani çıkartmasıdır. Müçtehidin içtihadı ile ortaya çıkan hüküm, kullar için bağlayıcı olan Allah’ın hükmüdür, müçtehidin şahsî görüşü ve iradesi değildir... Müçtehitlerin içtihad yoluyla belirledikleri şerî hükümlerden birisini yasa haline getirme yetkisi de biat yolu ile başa gelmiş olan halifeye aittir. Bunun böyle olduğunun delili de Allah ve Rasulü’nün halifeye itaatı emretmesi ve sahabelerin icmaıdır...
Bu izahatlardan sonra şura ve istişarelerden hareketle cumhuriyetin İslâm’dan olduğunu iddia etmek, Allah ve Rasulüne karşı yapılan ne büyük bir iftira, İslâm Dinine karşı yapılan ne büyük bir tecavüz olduğunu anlamak gayet kolaydır.
Hem “Cumhuriyet idaresi yönetim sistemi bakımından demokrasi diye adlandırılan idare şekline dahildir. Bu idare şeklinde, hâkimiyet millete ait olup millet bu hakkını yasalarda belirtilen yollarla kullanır” denilecek hem de “İslâm Dinine uygun idare şekli cumhuriyettir, çünkü Allah şurayı emretmiştir, Rasulullah da istişare etmiştir” denilecek. Yani Allah, insanların ya da çoğunluğun iradesine bağımlı kalmayı, boyun bükmeyi mi emretmiştir?.. Rasulullah (SAV) de, yönetim işlerindeki emir ve nehiylerini, helâl ve haramlarını tamamen halkın iradesine dayalı olarak mı almıştır?!.. Bunu mu demek istiyorlar?!! Böyle diyorlarsa ne büyük kâfir ve ne büyük zalim ve demagogdurlar.!..
Halbuki Allahu Tealâ Rasulüne ancak Kendi indirdiği ile yönetmesini ve ancak kendisine vahyedilene tabi olmasını ve kendisinin ona gösterdiği biçimde yönetmesini açıkça emretmiş ve bu emrini de bize şöyle bildirmiştir:
“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet (yönet) ve onların arzularına (iradelerine-hükümlerine) uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından da olsa seni saptırmalarından sakın. Eğer (Allah’ın hükmünden) yüz çevirirlerse, bil ki (bununla) Allah ancak günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların bir çoğu zaten fasıktırlar.. Yoksa onlar cahiliyye (İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? İyi anlayan bir toplum için Allah’ın hükmünden (Allah’tan gelen yönetim tarzından) daha güzel yönetim sahibi kim vardır?” (Maide: 49-50)
“De ki; Ben ancak bana Rabbim’den vahy olunana uyarım.” (A’raf: 203)
“Allah’ın sana gösterdiği biçimde insanlar arasında hükmedesin-yönetesin diye sana Kitab’ı hak ile indirdik, hainlerden taraf olma!” (Nisa: 105)
Bu hakikatlardan sonra “Peygamber de istişare etmiştir, İslâm’da şura vardır. O halde cumhuriyet de İslâm’dandır” demek, şura hakikatını tahrif ederek cumhuriyet batılına karıştırmak, kendi elleriyle uydurdukları cumhuriyeti, haktır, Allah’tandır diye satmaya kalkışmak, sapıklığı ve saptırıcılığı, Allah’ın lânetlediği yahudi ahlâkıdır. O tür kimselerin dikkatine şu ayeti kerimeler sunulur:
“Sözlerini bozmaları sebebi ile onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kendilerine zikredilen ahkâmın önemli bir bölümünü unutarak kelimelerin yerlerini (manalarını) tahrif ederler (değiştirirler).” (Maide: 13)
“Şimdi de onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Gerçek şu ki; onlardan bir zümre vardır ki, Allah’ın kelâmını işitirler sonra onu iyice anlamalarına müteakip bile bile tahrif ederlerdi.” (Bakara: 75)
“Ayetlerimizi az bir karşılık ile satmayın. Yalnız Ben’den korkun. Hakkı batıl ile karıştırmayın, bildiğiniz halde Hakkı gizlemeyin.” (Bakara: 41-42)
“Vay haline o kimselerin ki, kitabı elleriyle yazarlar sonra o yazdıkları şeyi az bir para karşılığında satmak için ‘Bu Allah katındandır’ derler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Yine kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (Bakara: 79)
“Cumhuriyet, İslâm Dinine uygundur, İslâm’dandır” demek, “O, Allah katındandır” demektir. Bu çağdaş şirki “haktır” diye müslümanlara pazarlayanların vay o haline.!!.
c-) “İslâm Dinine en uygun devlet idaresi zaten cumhuriyettir” demek batıl bir sözdür ve bidattır. Bidat, bilindiği gibi şerî istilahta; İslâm’da olmayan bir şeyi sonradan bu da İslâm’dandır iddiasında bulunmaktır. Bunu da Rasul (SAV) şöyle red etmiştir:
“Kim bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa (dindendir iddiasında bulunursa) o red olunur.” (Buhari, Müslim)
“Her sonradan (din adına) ortaya konulan bidattır. Her bidat sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.” (Buhari, Müslim)
Ayrıca cumhuriyeti benimsemek, yönetim tarzı ile ilgili şerî ahkâmı terk etmek, o hususta Rasulullah’ın Sünnetinden sapmaktır. Nitekim bunu da şu hadis-i şerif açıkça ortaya koymaktadır:
“Bir toplum dinlerinde bir bidatı ihdas ettiği zaman, o bidatın misli sünnetten kaldırılır. Şu halde sünnete sarılmak bidat ihdas etmekten hayırlıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Mişkatül Mesâbih, c.1, sf.66)
Evet cumhuriyet bidatı ile hayattan kaldırılan sünnet Hilâfet’tir. Hilâfet, İslâm’da yönetim tarzıdır. Allahu Tealâ’nın Nisa 105’de belirttiği gibi Rasulüne gösterdiği ve Rasul’ün (SAV) bilfiil uyguladığı ve sahabei kiramın devam ettirdiği yönetim Hilâfet’tir. Yalancıların, sapık ve saptırıcıların iddia ettiği gibi cumhuriyet ya da demokrasi ya da krallık değildir.!.. Hilâfet, yönetim hususunda şerî ahkâmdandır. Onu inkâr ya da kabullenmemek, Dinin bir kısmını inkâr ve kabullenmemek olur ki, bu Allah nezdinde açık bir sapıklık ve kâfirliktir. (Bakara: 85) Allah’ın Dini, hayatın bir çok detayında dahi açıklama yaparken, hayatın üçte ikilik kesimi olan sosyal yaşantı ve yönetimi ihmal mi edilmiştir? O halde Allah’ın Dini nakıs bir din midir? Elbette ki hayır.. O din, her şey için bir açıklama getirmiştir. (Nahl: 89) Ve hayatın tamamını kuşatan bir kemaletle tamamlanmıştır. (Maide: 3)
Evet cumhuriyet bidatı gelince Hilâfet kaldırılmıştır. Fiilen de öyle olmuştur. 29 Ekim 1923’de cumhuriyet ilân edilmiştir. 03 Mart 1924’de de Hilâfet’in ilgası ilân edilmiştir. Ondan sonra da Hilâfet, zihinlerden tamamen silininceye kadar unutturulmuştur. Zihinlerdeki bu boşluk da başka batıl din ve ideolojilerle doldurulmuştur. Böylece insanlar dalâlete sürüklenmişlerdir.
“Kendisine bağlanıp nesilden nesile devredilecek” olunan, bidatlar değil sünnettir, dalâletler değil hidayettir, cumhuriyet, demokrasi, laiklik, krallık, federe devlet anlayışları değil Hilâfet’tir.. Peygamber kürsüsü ve minberinden anlatılıp bağlanmaya davet edilecek olunan husus da bidatlar değil, cumhuriyet değil, demokrasi değil, laiklik; değil hidayet, İslâm ve Hilâfet olmalıdır. Bunun tersini yapanların vay o haline.!. İşte onlar Allah’ın Rasulü’nün tabiri ile sapıklığın kendilerinden çıkıp kendilerine döndüğü toplumun en şerli mahluklarıdırlar.!..
d-) Cumhuriyet “kâfirlerin kelimesidir” ve “pislik kelimesidir”
Yukarıda yapılan izahlardan da açıkça anlaşılacağı üzere cumhuriyet bir bidattır, sapıklıktır, küfür sistemidir. Allah’ın Kur’an’daki tabiri ile bir “kâfirlerin kelimesidir”, “pislik kelimesidir”. Allahu Tealâ bu hususu şöyle belirtmiştir:
“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi? Güzel bir kelimeyi (kelime-i tevhidi), kökü yerde sabit dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. O ağaç, Rabbinin izni ile her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Pis bir kelimenin (küfür kelimesinin) misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan pis bir ağaca benzer.” (İbrahim: 24-26)
“(Allah) kâfirlerin kelimesini (inanç ve düşüncelerini) alçak kıldı. Allah’ın kelimesi ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.” (Tevbe: 40)
“Kim izzet ve şeref istiyorsa, bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah’a aittir. O’na ancak güzel kelime (kelime-i tevhid) yükselir. Onu da Allah’a salih amel ulaştırır. Kötülükleri tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır. Ve onların tuzağı bozulur. (Fatır: 10)
Şimdi bu ayetlerin ışığında Allah’ın alçak kıldığı kâfirlerin kelimesini, sistemini yüceltmeyi, kendisine temel vazife bilip and içen Erbakan, Tayyip ve Abdullah gül gibi sapık ve saptırıcılara sesleniyor ve onlara diyoruz ki; Boşuna çaba harcamayın! O köksüz ve batıl, o kokuşmuş köhne cumhuriyet sistemini siz mi kurtaracaksınız! Allah’ın yok olmaya mahkum kıldığını siz mi kurtaracaksınız! Allah’ın alçak kıldığını siz mi yücelteceksiniz! Cumhuriyetle izzet ve saadet mi bulacaksınız. Biliniz ki bütün bu çabalarınız boşunadır. Kendiniz saptığınız gibi ümmeti saptırmayı terk edin. İslâm’a girin de hidayete erin. Hidayetin taşıyıcısı olun. Cumhuriyet, demokrasi, laiklik gibi çağdaş sapıklığın taşıyıcısı ve hamisi, teminatı, emniyet sibobu olmayın... Allah’tan korkun.
Ey müslümanlar !
Yahudi ve hıristiyan ahlâkı ile ahlâklanmış bu tür sapık ve saptırıcılara uymayın! Allah’ın şu kavline kulak asın:
“Kendilerine Kitap’tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar!” (Nisa: 44)
Müslümanlar, Allah’ın yüce dediği kelimesini yüceltmek için “i‘lai kelimetullah” uğruna cihad etmişlerdir. Yani Allah’ın kelimesi olan İslâm dinini hakim kılmak ve korumak için mücadele etmişler ve aziz olmuşlardır. Allah’ın alçak kıldığı kâfirlerin alçak kelimesini yani küfür sistem ve ideolojilerini hakim kılmak, korumak ve yüceltmek için asla değil. Nitekim Kurtuluş Savaşı denilen savaşta dahi İslâm şeriatını ve halifesinin varlığını korumak için savaşmıştır. Cumhuriyet denilen küfür sistemini kurmak ve korumak için değil. İslâm şeriatını ve halifesini korumak için savaşmıştırlar, Hilâfet’i koruma ve ona bağlanma yeminleri eden sömürgeci kâfirlerin uşağı dönme kâfir M. Kemal tarafından kandırılarak cumhuriyetin kurulduğunu görünce, cumhuriyet küfür sistemidir, Hilâfet olmalıdır diyerek onunla savaşmışlardır. İşte bu savaşlarda binlerce hilafet için çarpışanı katledilmiş. İstiklâl mahkemeleri denilen zulüm sehpalarında devrim karşıtı şeriat yanlısı, Hilâfet savunucusu suçlamaları ile binlerce müslüman asılmış veya kurşunlanmıştır. Cumhuriyet inkilâpları ve ilkeleri adına bu millete “Allah” demek dahi yasaklanmış, Allah’ın kelâmının lafzı celilinden okunması ve okutulması suç addedilmiş, bu uğurda da binlerce müslüman ya öldürülmüş ya da zulme maruz bırakılmıştır.
Bütün bu hakikatlar unutturulup o köhne, pis, kokuşmuş küfür kelimesi olan cumhuriyet, şirin gösterilmeye, halka benimsetilmeye çalışılmaktadır. Ancak güneş, balçıkla sıvanamayacağı gibi hakikatlar da bütün çabalara rağmen Erbakanlara, Tayyiplere, Diyanet Teşkilatına ve dalkavuk ulema, Hoca efendi, şeyh, prof. gibi ünvanlarla halkı saptıran saptırıcı önderlerin varlığına rağmen örtbas edilemez ve edilemeyecektir.
Yukarıdaki izah ve bilgilerden de anlaşılıyor ki cumhuriyet, kâfirlerin bir kelimesi, isteği, fikri ve sistemidir. Onların istek, telkin ve yardımları ile Lozan’da kararlaştırılıp (24 Temmuz 1923) 29 Ekim 1923’de ilân edilmiştir. Ondan 4 ay sonra 3 Mart 1924’de Hilâfet nihai olarak resmen tamamen kaldırılmıştır. Ondan sonra inkilâp denilen diğer tecavüzler yapılarak Allah’ın şeriatına ait her şey, her alâmet sanki bu milletin hatıratından silinmek istenmiştir. İşte bunun için birileri bayram yapması gerekiyorsa onlar asla müslümanlar değildirler. Zira bu kâfirlerin kelimesinin hakim kılınışının bayramıdır. Allah’ın şeriatının hayattan kovuluşunun bayramıdır. Küfre rıza küfürdür. Bu bayrama, benimseyerek/benimsemeyerek katılmak da küfürdür...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.