Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

3 Temmuz 2012 Salı

İnsanları bidat konusunda yanılgıya düşüren 2 sebeb




1. yanılgı din adına yaparken “kuran okuyor , namaz kılıyor , dua ediyorum , kötü bir şey yapmıyorum” yanılgısıdır. "Yaparsam ne olur , ne kaybederim " savunmasıyla cahil cesur olur tavrıyla hareket edilmesidir. Halbuki bidat zaten kötü niyetle dinden uzaklaşmak , göze çirkin gelen amellerle yapılmaz.

2. yanılgı ise Bidat-ı hasene (güzel bidat) yanılgısıdır. Delil aldıkları ise ; Rasûlullah (s.a.v.) döneminde sekiz rekât olarak münferiden kılınan teravih namazın yirmi rekat olarak bir imamın arkasından kılınmasıdır :

Abdurrahman bin Abdi'l-Kâri (r.a.)'dan:

Bir gece Ömer'le (bir Ramazan gecesinde) mescide birlikte çıktık. İnsanlar dağınık bir şekilde namaz kılıyolardı kimisi kendi başına , kimisi de durmuş, bir grup da toplanmış onun arkasında namaz kılıyordu.
Bunun üzerine Ömer dedi ki:
"Bunları bir okuyucunun arkasında toplasam da onun arkasında toplu halde namaz kılsalar."
Bu işin üzerine durdu ve nihayet onları Ubeyy bin Kâ'b'ın arkasında onun imamlığında topladı. Sonra başka bir gece yine namaza çıktık, onları toplu halde adı geçen sahabinin arkasında namaz kılarken görünce :
"Ne güzel bid'attır bu ! Ne var ki bunu kılıp da sonra gecenin son kısmında kalkıp bunu kılanların davranışları bundan daha iyidir. (Zira) cemaat (bu namazı) gecenin başında kılıyorlardı"
[Malik ve Buhari]
(Bu hadisi Malik [salât fî Ramadân no. 3, s. 114] ve Buhari [teravih I/3, II/252], Mâlik ani'z-Zuhrî an Urve b. ez-Zubeyr an Abdurrahman asl-ı senedi ile tahric ettiler)
(Muhammed Revvâs Kal'acî, Mevsuatu Fıkhı Umar b. e!Hattâb, Kuveyt 1984, s. 125).

Alimlerin çoğunluğuna göre , tasavvufçuların "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir. Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz.
Rasûlullah (s.a.v.), şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır:
"Sonradan ortaya çıkan herşey bid'attir; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler.
"(Muslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sunnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7).

Üstelik Rasulullah şöyle buyurmuştur :
“Sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın”.
( Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sunne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6)

Hz. Ömer (r.a) bu sözü insnaları teravih namazı için topladığı zaman söylemiştir. Teravih namazı ise bid'at değil sünnetin ta kendisidir. Rasulullah’ın teravih namazı kıldığı sahih hadislerle sabittir. Yani sonradan ortaya çıkmamıştır ! Bunun delili Aişe(r.a)nin rivayet ettiği olaydır:

"Rasulullah (s.a.v.) Ramazanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s.a.v.) mescit'e gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi.
Rasulullah (s.a.v.) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle buyurdu:
"Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım"
(Buharî, Teheccud, 57).

Ebû Hureyre (r.a)'nın naklettiği bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.v)'in Ramazan ayında, ashabtan bir grubu, Ubey b. Kab (r.a)'ın arkasında cemaatle namaz kılarken gördü ve "Doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir" diyerek tasvip ettikleri haber verilmiştir.
(Ebû Dâvud, İkâmetu's-Salâ,190)

Peygamber (s.a.v.) , teravih namazını cemaatle kılmayı terketmesinin nedenini belirtmiştir. Hz. Ömer (r.a)i se ,bu gerekçenin ortadan kalktığını görünce (artık peygamber yoktu ve faraz kılınma durumu ortadan kalkmıştı) , teravih namaznın tekrar cemaatle kılınmasını başlatmıştır. O halde Ömer (r.a)ın bu uygulaması , bizzat nebi (s)in uygulamasına dayanmaktadır.

Hz. Ömer (r.a.)in bu uygulamasının bid'at olmadığı ortaya çıktığına göre , sözünde geçen "bidat" kelimesi ne demektir ?

Hz. Ömer (r.a)in bu ifadesindeki bidat kelimesiyle şer'i anlamı değil sözlük anlamı kastedilmiştir.

Sözlükte bid'at, geçmişte bir örneği olmaksızın yapılan şeydir. Teravihin cemaatle kılınması bir uygulama olarak Hz. Ebu bekir (r.a)in hilafeti döneminde ve Hz. Ömer (r.a)in hilafetini ilk dönemlerinde mevcut değildir. Bu sebeble sözlük anlamıyla bu yenilik (bidat) sayılabilir ; zira bunun geçmiş örneği yotkur.
Aynı meseleye şer'i açıdan bakıldığında -,durum farklıdır, zira bu uygulama peygamber (s.a.v.) in tatbikatında mevcuttur.

Şatıbi şöyle der;
"Bu itibarla bunu bidat olarak adlandıran kişinin (ki isimlendirme konusunda bir tartışma söz konusu değildir ) bundan dolayı şer'i bidat anlamında Ömer (r.a)in sözünün ifade ettiği mana ile istidlal etmesi caiz değildir. Zira bu kelimeyi asıl amacından saptırmakla olur."
(Şatıbı, el i'tisam)

Bu konuda büyük imamların sözleri şöyledir :
İbni teymiyye şöyle der; Ömer (r.a)in bu güzel uygulamayı bid'at olarak adlandırması ,tamamen sözlük olarak bir adlandırmadır, şer'i değildir.
Bunun sebebi bid'at kelimesinin ,sözlük olarak geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan her şeyi içermesidir. Şer'i olan bid'at ise hakkında şer'i bir delil olmaksızın yapılan uygulamadır.

İbn Kesir ,bid'atlerin iki türlü olduğunu söylemiştir:

1.Bid'at kavramı bazen şer'i anlamda kullanılır. Peygamber (s.a.v.)'in; "sonradan ortaya çıkarılan her yenilik bid'attir ve her bid'at sapıklıktır" ifadesi bunun örneğidir.

2.Bid'at bazende sözlük anlamında kullanılır. Hz. Ömer (r.a)ın insanları teravih için topladığı ve onların da buna devam etmesi üzerine söylediği "bu ne güzel bid'attir" sözü de bunun örneğidir.
(ibn'i kesir tefsiri)

İmam Ebû Hanife'ye Hz. Ömer (r.a)'ın bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir:
Teravih namazı hiç şüphesiz müekked bir sünnettir. Hz. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekat kılınmasını şahsi bir ictihadı ile yapmadığı gibi, bir bid'at olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Hz. Muhammed (s.a.v.) 'in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır
(et-Tahtavî, Haşiye, 334).


İmam-ı Rabbani, Mektubat isimli eserinde:
“Bid’atın hasenesi olmaz. Hepsi mezmundur.” Dedikten sonra güzel bir misal verir.
“Ulemadan bazıları namazda niyet için kalben dileyerek dille söylemeyi bidatı hasene diye anlatmışlardır. Halbuki Resulullah (s.a.v.) efendimizden, ashabı kiramdan, tabiini izamdan niyetin dille yapıldığına dair hiçbir şey anlatılmadığı gibi bu manada sahih ve zayıf bir rivayet dahi yoktur. O kadar ki, onlar ayağa kalkar kalkmaz (yani kametten sonra) ilk tekbiri almışlardır. Bu durumda niyeti dille söylemek bidat olur. Bunun içinde bidatı hasene demişlerdir. Ama bu manada bu fakir (İmam Rabbani) der ki: Bu bidat sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanların pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dille olanı ile yetinecekler ve kalplerini hazır edemeyeceklerdir. İşte o zaman namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir”
(İmam Rabbani- 186.mektup)

Şunu da tekrar vurgulayalım ki, Peygamberimiz “Her bid'at dalalettir. (sapıklıktır)” şeklindeki bu genel-geçer cümlesini, onu genellik niteliğinden soyutlayarak “Her bid'at dalalet (sapıklık) değildir” şeklinde tersine döndürmek, normal bir yorumlama çabasından çok, Peygamber Efendimize karşı çıkmaktır ki, buna hiç kimsenin ne yetkisi ve nede hakkı olmamalıdır.

Huzeyfe b. el-Yamân'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte:
"ALLAH bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar. "
(İbn Mace, Mukaddime, 7/49).

Bu ikaz karşısında müslümanların dikkatli davranacakları ve bid'atın ne olduğunu araştıracakları muhakkaktır.
Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyrulur:
"ALLAH, bid'at sahibinin amelini, bid'atından vazgeçinceye kadar kabul etmez."
(İbn Mâce, Mukaddime, /50).


Amellerinin kabul edilmeyeceğini bilen bir müslüman korkar ve neyin bid'at olup, neyin olmadığını araştırır.

Meselâ, Rasûlullah'a selam ve salât ALLAH'ın emridir. Ama Rasûlullah'ı anmak için dini törenler yapmak ve mevlit okutmak kimin emridir? Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır. Ama ölüler için mevlit okutup 7., 40., 52. geceleri tertip etmek İslâm'ın hangi hükmüne dayanır?

Türkiye’de tasavvufçuların (özellikle Süleymancıların) bu gecelerde okuyup basarak dağıttıkları (Mubarek gün ve gecelerde yapılan ibadetler kitabı - Fazilet , Tavaslı , pamuk vs. yayınları) duaların , namazların , ibadetlerin ise aslı yoktur. Zaten hadis diye verdiklerinin kaynakları da verememişlerdir.
Peygamber (s.a.v.) 'den rivayet edilen dualardan faziletli olmaları mümkün değildir. Çünkü O'ndan rivayet edilen duaların iki ecri vardır. Birincisi; sünnete uymaktan dolayı onu yerine getirenlerin alacakları ecir, ikincisi; duaları okurken alınacak ecir. Bizlerin daima nebevi sünnetleri ezberlemesi ve onlarla dua etmesi gerekir.
Bir insanın kalkıp ta istediği an yeni yeni ibadetler icat etmesi elbette olacak şey değildir. İnsanlara ibadet koymaya ve ibadetlerinin şeklini çizmeye tek layık olan ALLAH Teala'dır.
"Yoksa, ALLAH'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?" (Şura: 21)

Cenab-ı ALLAH'ın (c.c.) şu buyruğunu okuyalım:

“Onlar; hahamlarını, rahiblerini ALLAH’tan başka rabler edindiler. Meryem oğlu İsa’yı da (rab edindiler)... Oysa tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından yücedir.” (Tevbe:31)


Bu ayetle ilgili olarak sahabilerden Adiy b. Hatem Peygamberimize:
“Ya Rasûlullah, onlar (yahudi ve hristiyanlar) hahamlarına ve rahiplerine tapmış değildiler ki” deyince Rasûlullah'dan aynen şu cevabı aldı:
“Evet, onlara tapmamışlardı, ama hahamlarla rahipler haramları helâl saydılar, onlar da onlara itaat ettiler. Yine onlar helâlleri haram saydılar, onlar da kendilerine itaat ettiler.”
Buna göre kim dinde ALLAH'ın izni ile bağdaşmayan yeni bir helâl, haram, mustehab veya farz ileri sürer de biri ona itaat ederse, bu itaat eden kimse bu ayetteki “kınama”dan payını alır.

Nafi (r.anh) anlatıyor; İbni Ömer (r.a)'nın yanında birisi aksırdı ve “elhamdulillah vesselamu ala Rasulillah” (Allah’a hamd Rasûlune selam olsun) dedi.
Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi:
Ben elhamdulillah vesselamu ala Rasulillah mı diyorum? Rasûlullah (s.a.v.) bize böyle öğretmedi. Bize “elhamdulillahi ala kulli hal” (Her zamanda ve her zeminde Allah’a hamdolsun) dememizi öğretti.”
(Tirmizi (2738); Hakim (4/265) isnadı hasendir)

Görüldüğü gibi bahsedilen şahıs aslında görünüşte kötü bir şey söylememiştir. Fakat sünnette öğretilen dua yerine kendi uygun bulduğu şekilde dua ettiği için, İbni Ömer (r.a.) tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Abdullah Bin Mugaffel (radıyallahu anh) oğlunun; “Allahım Senden cennetin sağında beyaz bir köşk istiyorum” dediğini duyunca; “Peygamber Aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu işittim; “Bu ümmette duada haddi aşanlar olacaktır.”
(sahihtir. Ebu Davud (96,1480); Deylemi (3440); Ahmed (1/172); İbni Hibban (15/166); Hakim(1/267); Beyhaki (1/196); Abd Bin Humeyd Musned (1/180); Huseyni El Beyan Vet Tarif( 2/181); Tuhfetul Ahvezi (1/157); Neylul Evtar (1/215); Tayalisi (1/28); Feyzul Kadir (4775); İbni Mace (3864); Kenz (3295) benzerini; Cem’ul Fevaid’de (9252) Rudani nakleder.)

Berâ b. Âzib (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Yatacağında namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ tarafına uzanıp şöyle de;
“Allah’ım irademi sana teslim ettim yönümü sana çevirdim senden korkup seni isteyerek işlerimi sana bıraktım sırtımı sana dayadım senden kaçıp kurtulmak ancak sana dönmekle mümkündür. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.” bunları söylediğin gece ölürsen fıtrat üzere tertemiz ölürsün, sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun";
Berâ diyor ki:
Ben "gönderdiğin Rasûle" dedim… Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) göğsüme vurdu ve; “Gönderdiğin peygambere” de buyurdu.
(Buhâri, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Muslim(2710); Tirmizi (3391); Ebu Dâvud (5046, 5047, 5048))

Burada da görüldüğü üzere, aynı anlama gelen iki kelime arasında dahi bir değişiklilk yapılması caiz görülmemişken, Rasulullah (s.a.v.)’den geldiği sabit olmayan bir dua ile nasıl dua edilebilir?
Rasulullah (s.a.v.)’in sünnetinde bulunmayan dualarla dua edenlerin, Esma ul Husna’dan belirli isimleri belirli sayılarda okuyanların bulunduğu ortamdaki cinleri rahatsız ettiği, cinlerin de bu kimselere musallat olduğu söylenmektedir. Özellikle günlük virdleri çok sayıda olan sufilerde ve Cevşeni çok okuyanlarda aklî rahatsızlıklar sık görülmektedir.
Hayvani gıdalardan riyazet ederek “çile” dedikleri halvete giren ve orada zikir yaptıkları esnada şeytanların telkinine kapılarak mehdilik iddiasında bulunanlara sık rastlanılmakta, bunlardan bazılarında görülen olağanüstü işlerin keramet olduğu zannedilmektedir. Aslında bu islami bir usul değil, hatta sünnette yasaklanmış hususlardandır. Bunun en büyük göstergesi de aynı şekilde riyazete çekilen rahiplerin de bir takım harikuladelere (istidrac) sahip olmasıdır. İslamda gaye keramet elde etmek değil, istikameti muhafaza etmektir!

İbni Abbas (ra)’den : Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki :
“...Benim ümmetimden birtakım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben “Ey Rabbim! Bunlar benim ashabımdırlar, derim.
Cenabı ALLAH cc bana: “Bunların senden sonra neler yaptıklarını bilmezsin der.
Ben de ALLAH’ın salih kulu İsa as’ın dediği gibi “Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen, benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen âzab edersin, istersen bağışlarsın. Zira izzet ve hikmet sahibi sensin (Maide:117) derim.
Cenabı Hak “Sen onlardan ayrıldığın gün, onlar gerisin geri döndüler” buyurur.
Bir rivayette peygamber (s.a.v.)’in “Benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar,derim” ziyadesi vardır.
(Buhari-Muslim) (Hayatus Sahabe-4)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.