Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

18 Mart 2017 Cumartesi

Laik Sistemin Oyunları


Bismillahirrahmanirrahim

Laik sistem İslam’ı ancak bireysel ibadet olarak yaşanabilecek din konumuna sokmak istemektedir. Laik sistem İslam’ı vicdanlara hapsetmek amacındadır. Dünya işlerinden çok ahiret işleriyle ilgilenen bir din anlayışı oluşturulmak istenmektedir. Dünya işlerine dair hiçbir hükmü olmayan bir din anlayışı...

İslam’ın sadece Allah ile kul arasındaki sınırlı ve özel bir ilişki olduğu fikri şer güçler tarafından kasıtlı olarak her tarafa yayılmaktadır. Laik sistem halkın uyanmaması için dine karşı direk saldırmak ve karşı olduğunu açıklamak yerine, din anlayışını bozma yolunu seçmiştir. Bu nedenle ılımlı İslam adı altında Allah’ın dini olan gerçek İslam’a karşı bir din ortaya atmaktadır. Gerçek İslam’ın etkisini kırmak için dine karşı din ortaya atılmıştır.

Onların ılımlı İslam adıyla sundukları din, herhangi bir hâkimiyet iddiası olmayan ve mevcut bâtıl düzen ve sistemlerle uyum içerisinde yaşayabilen bir dindir. İslam’ın siyasal bir güç olarak ortaya çıkma korkusundan dolayı şer güçler İslam’a karşı bozuk bir din anlayışını ortaya atmışlardır. Tasavvuf ağırlıklı olan bu din anlayışı, İslam’ın yerine geçirilmeye çalışılmakta ve bu bozuk din anlayışı laik sistemden her türlü övgüyü almaktadır. Hâkimiyet amacındaki gerçek İslam’ı irtica olarak niteleyen laik sistemin tasavvuf anlayışına karşı son derece ılımlı yaklaşması da oldukça dikkat çekicidir. Gerçi bu duruma çok da şaşırmamak gerek, çünkü tasavvufun suya sabuna dokunmayan, ya da ne olursan ol gel gibi anlayış şekillerine sahip olması, laik sistem tarafından tercih edilme sebebi olmuştur. İster tasavvuf, ister geleneksel İslam, ister ılımlı İslam olarak adlandırılsın gerçek İslam’dan uzak bu din anlayışı mevcut düzenle herhangi bir problemi olmayan din anlayışıdır.

Gerçek İslam ise beşeri güçlere boyun eğmeyen, onların egemenliklerine karşı ayaklanan, Allah’ın emir ve yasaklarına, O’nun koymuş olduğu helâl ve haram ölçülerine göre hayatı düzenleyen dindir.

Gerçek İslam’ın sınırlarını Allah koymuştur. Laik sistem ise sınırlarını kendisinin belirlediği bir dini insanlara sunmaktadır.

Laik sistem sınırlarını kendi belirlediği dini insanlara sunmak için en çok camileri ve onlarda görevlendirdiği ücretli resmi din adamlarını kullanmaktadır. Bu ücretli resmi din adamları sistemin hoşuna gitmeyecek hareketlerden kaçınarak görevlerini yerine getirirler. Bu ücretli resmi din adamlarının görevi, aldıkları ücret karşılığında sisteme meşruiyet kazandırmaktır. Yine bu adamların görevi Kur’ân’daki hükümle-yönetimle ilgili konulardaki âyetleri okumamaktır. Çünkü sistem sınırlarını kendisinin belirlediği dinin anlatılmasını istemektedir ve bu yüzden ücretli resmi bu din adamlarınca gerçek İslam’da yer alan hüküm-hâkimiyet-yönetim gibi konulara hiç girilmemektedir.

Ücretli resmi din görevlileri daha çok çiçeklerden, böceklerden ve ağaçların, doğanın korunması gibi meselelerden, ya da abdesti, namazı, orucu bozan şeylerden bahsederek halkı uyutma görevini yerine getirmektedirler. Kısacası sistem İslam’ı dar bir alana hapsetmek amacındadır ve sadece bunu istemektedir. Bütün bu propagandalar sonucunda halkın büyük çoğunluğunun aklına maalesef artık İslam denilince sadece camiler, minareler ve birtakım eski eserler gelmektedir.

"İslam’ın iş yapması isteniyorsa, hükmü de onun vermesi şarttır. İslam, insanlara mescid ve tekkelerde inziva hayatı yaşatmak ve vicdanlarda hapsedilmek için gelmemiştir. Tam aksine hayata hükmederek onda istediği şekilde tasarruf etmek için gelmiştir. Toplumu, istediği hayat tarzına göre uygun bir yaşantı biçimine sokmak için gelmiştir. Peki bu vaaz ve nasihatle mi gerçekleşir? Hayır! Bu İslam’ın düzenleyici ve yönetici olmasıyla gerçekleşir. Çünkü İslam, hayata kendi prensipleriyle istikamet vermek ister. İslam düşünce ve prensiplerini fiili olarak hayata geçirmek, emir ve yasaklarını, et ve kandan meydana gelmiş bir toplum olarak görmek ister. Öyle bir toplum ki hâkim olduğunda tavırları, hayat tarzı, toplumsal münasebetleri, idare şekli ile İslam’ın düşünce, kanun ve nizamını temsil eder. İslam vicdanlara hapsedildiği, cami duvarları arasına kapatıldığı, kul ile Allah arasında bir münacaat olarak kaldığı müddetçe toplumun ihtiyaçlarına cevap vermesine imkân yoktur."[1]

Yoğun propagandalar sonucunda halkın çoğunluğunun zihnine, dinin hayata karışmaması sadece cami içinde kalması düşüncesi yerleştirilmiştir. Oysa bugün camilerde bile İslam sınırlandırılarak rejimin istediği bambaşka bir din anlatılmaktadır. Yani camiye kapatılmak istenen dine orada bile rahat verilmemiş, kontrol altına alınarak ve çarpıtılarak bambaşka bir din anlayışına dönüştürülmüştür. Artık sistemin araçları konumundaki bu ücretli din adamlarıyla bu çok rahatlıkla yapılabilmektedir. Çünkü onlar sistemin sesi konumundadırlar. İslam’ın sadece birtakım ahlâki ilkelerden oluşan ve siyasi hâkimiyet iddiası olmayan bir din olduğu safsatası böylelikle halkın zihnine yerleştirildi ve böylelikle de suya sabuna dokunmayan büyük kalabalıklar oluştu. Allah’ın hükümlerine sistem tarafından sürekli saldırıldığı halde bunu göremeyen, görse bile susmayı adet edinmiş bu insanlar uyanmadıkça rejim için herhangi bir tehlike oluşturmamaktadırlar.

"Sömürücü azgınlar toplumların daima gaflet içinde yaşamalarını da kendileri için yeterli bir garanti olarak görmüyorlar. Toplumun İslam idaresi altında uyanmasını da hiç istemiyorlar. Çünkü halk uyandığında uydurma İslam’ı değil, hakiki İslam’ı isteyecek ve böylece eline ölümsüz bir silah geçirmiş olacak. Daha önce uyuşturma amacı olarak kullanılan şey, bu defa uyarıcı olup hidayet sunacak. Azgın sömürücüler halkı, dini ve ahlâki inançlarına ters düşen şeylerle idare etmenin, onları bu tür şeylerle büyülemenin zor olduğunu çok iyi biliyorlar. İşte bu nedenle de toplumun inandığı şeylerin sahtesini, içine de çeşitli hurafeler katarak sunuyorlar. İslam iş yapan bir vakıa, bir hareket olarak ortaya çıkacak olsa hemen kişisel özgürlüğü ve çıkarları koruma bahanesiyle gayrete gelirler ve İslam’a karşı cephe alırlar. Fakat İslam dudaklarda mırıltı, tesbih tanelerinde gürültü, gırtlak patlatıp naralar atılan mevlid, tarikat şeyhi, naib-i eşraf gibi ünvanlar dağıtan toplantı, elbiselerin parçalandığı ayin olunca kimseye bir zararı olmaz. Çünkü bu saydıklarımızın tümü, toplumu oyalamak amacıyla kudurmuş sömürücülerin ortaya çıkardıkları afyonlardır. Ama İslam güçlü bir yönetim olarak servet, insan hakları ve sosyal meselelerde kendini gösterip, ibadet ve günlük hayattaki ikiliği ortadan kaldırmaya başlayınca işler değişir. İşte o zaman İslam, azgın sömürücüler tarafından sakınılması, mücadele edilmesi gereken bir tehlike olarak görülür."[2]

Velhamdulillahi Rabbil Alemin.

Dipnotlar

[1] İslam-Kapitalizm Çatışması, Seyyid Kutub, s. 77,78, Hikmet Neşriyat, 2007
[2] İslam-Kapitalizm Çatışması, Seyyid Kutub, s. 151,152, Hikmet Neşriyat, 2007

Alıntıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.