Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

14 Ocak 2016 Perşembe

Tağutun Mahkemesinde Savunma Yapmak

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, rahman, rahim ve din gününün meliki olan Allah’a mahsustur. O egemenliği kendi tekeline almış ve tağutu red edip kendisine yönelenleri cennetle müjdelemiştir. Salat ve selam kendisinden sonra nebi gelmeyecek olan Muhammed bin Abdullah’adır.

Bundan sonra, konumuza girecek olursak;

Müslüman hakkında dava açıldığında, iddia edilen suçları reddetme adına kendisini savunması, kendisine iftira olarak atılan fiilleri boşa çıkarma adına mudafaada bulunması caizdir. Bu müdafa sırasında küfür sözler söylememesi, mahkeme ve mahkeme hayetini övücü sözler söylememesi gerekir.

Tağutun mahkemesine şikayet edilen kimsenin savunma yapılmasına küfür/şirk diyen kimselerin en azından sarih bir delil getirmeleri gerekmektedir. Ne var ki, bu iddia sahiplerinin sarıldıkları ve delil dedikleri  nasların hiçbiri kendilerine delil olacak nitelikte olmamakla birlikte, doğru bir okuma ile onlara cevap olmaktadır.

 Nisa 60. Ayette  Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Gerek sana ve gerekse senden öncekilere indirilen kitaplara inandıklarını ileri sürenleri görmüyor musun? Bunlar karşı çıkmakla, tanımamakla emredildikleri Tağutun hakemliğine başvurmak istiyorlar. Şeytan onları koyu bir sapıklığa düşürmek istiyor"

Evet, dikkat edilirse ayette iman iddiaları kabul görmeyen kimseler: hakem olma yetkisini tağuta diğer bir ifade ile ihtilafları çözüme kavuşturma merci olarak Allah'ı değil de Tağutu görmüş kimselerdir.  İşte Allah'ın tekfir ettiği kimseler bunlardır. Yoksa kendine iftira edilen ya da şikayet edilen bir kimsenin kendini savunması mevzu bahis edilmiş değildir. Hangi tefsirden bakılırsa bakılsın, görülen ve konuşulan şey; ihtilafın Allah ve Resulüne değil de taguta götürülmesi olayı şirk olarak açıklanmıştır. Yoksa ihtilaf çözmeye değil de kendisi şikayet edilmiş kimsenin kendisini savunması konu dışındadır...

Bu noktada gerek Yusuf a.s'ın zina iftirası ile şikayet edilmesi sonucu kendisini savunması, gerekse Necaşiye şikayet edilen ashab'ın kendilerini savunmaları olayın aslında küfür ve şirkten uzak Müslümanların en doğal hakkı olduğunu gösterir cinsten.

Yusuf a.s hakkında yüce Allah  şöyle buyurmaktadır:

Kaldığı evin hanımı onu yatağına çağırdı, kapıları kilitledikten sonra ona "Haydi, gelsene!" dedi. Fakat Yusuf `Allah korusun! Rabbim bana güvenli bir barınak sağladı; hiç kuşkusuz zalimler iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler" dedi. '

 Kadının canı Yusuf'u istedi, Yusuf da ona karşı ilgi duydu. Eğer Rabbinin caydırıcı direktifi, gözlerinin önünde somutlaşmasaydı, kendini tutamazdı. Böylece biz Yusuf u kötülükten ve fuhuştan uzak tuttuk. O, hiç kuşkusuz, bize içten bağlı, seçkin bir kulumuzdu.

Her ikisi de -Yusuf önde, kadın peşinde olmak üzere- kapıya koştular. Kadın, Yusuf'un gömleğini arkasından yırttı; kapıda kadının kocası ile karşılaştılar. O sırada kadın, kocasına "Eşine kötülük etmek isteyenin cezası herhalde hapsedilmekten ya da ağır işkenceye çarpılmaktan başka bir şey olamaz" dedi.

Yusuf "Beni yatağına çağıran odur" dedi. Kadının akrabalarından biri olaya ilişkin şöyle bir çözüm önerdi, "Eğer Yusuf'un gömleği ön tarafından yırtılmış ise, kadın doğru söylüyor, Yusuf ise bir yalancıdır. "

"Yok, eğer Yusuf'un gömleği arka tarafından yırtılmış ise, kadın yalan söylüyor ve Yusuf'un dediği doğrudur. "

Adam, gömleğin arka tarafından yırtılmış olduğunu görünce karısına "Bu iş, siz kadınlara özgü bir komplodur, sizin komplolarınız yamandır" dedi.(Yusuf,23-28)

Ayetlerden anlaşıldığı üzere, kadın kocasını kapının eşiğinde görünce kendisini haklı çıkarma gayretiyle dedi ki, "Eşine kötülük etmek isteyenin cezası herhalde hapsedilmekten ya da ağır işkenceye çarpılmaktan başka bir şey olamaz" bu sözüyle Yusuf a.s'a iftira atmış, Yusuf a.s'dan müşteki olmuş ve yargılanmasını istemiştir. Yusuf a.s'da kendisine atılan bu iftiraya karşı savunma yapıp dedi ki; "Beni yatağına çağıran odur" Yusuf a.s, müfteri olan kadının iddiasını çürütmek için müdafaasını yaptı ve kendisinin suçsuz olduğunu bu sözüyle beyan etti.

Muttehim (iddia makamı) o kadın.
Muttehem sanık ise Yusuf a.s'dır.

Ortada bir suç mevcut idi bu olay sonucu bir şahitte şehadette bulundu, yani delil toplayıcı ve delillerle meseleyi vuzuha kavuşturucu. Bu şahidin birçok tefsircilere göre yargıç(hakim) olduğu söylenmiştir.

Misal Kurtubi r.a diyor ki;

"Kadının yakınlarından bir şahit te şahitlik etti..." buyruğundaki şahitliğin sebebi; iki tarafın söyledikleri bir biriyle çelişirse, hükümdarın kimin doğru, kimin yalan söylediğini bilmek için şahide ihtiyaç duymasıydı. O bakımdan kadının yakınlarından biri şahitlik etti. Yani yakınlarından bir hâkim hüküm verdi. Çünkü söyledikleri bir hükümdü, bir şahitlik değil."( Kurtubi Tefsiri)

Yusuf a.s zanlı olarak yargılandı, bu suçun cezası da vardı, zindan. Yargıcıda vardı sarayda bulunan bir adam, iddia makamında vardı karalın karısı, savunmada bulunmaktaydı ve delilde mevcut idi. Yani tam olarak mahkeme şartları mevcut idi. Davayı açan Yusuf a.s değil, saraydaki kralın karısıydı. Bu olay bu kadar açıkken Tağutun karşısında Müslümanın kendisini savunmasına nasıl şirk denebilir ki?

Yine Necaşinin ülkesi Habesistan'a hicret eden sahabilerin Necaşi'ye şikayet edilmesi sonuçu sahabelerin kendilerini savunmalarıda olaya ışık tutmaktadır.

Amr bin As, Necaşi'den Müslümanları istemek üzere, Necaşinin danışmanlarınıda arkasına alarak Necaşi'nin huzuruna çıktı. Amr b. Âs söz aldı ve:

“Ey hükümdar! Bizden aklı ermeyen bazı gençler senin ülkene sığındılar. Onlar atalarının dinini terk ettiler. Senin dinine de girmediler. Bizim de sizin de bilmediğimiz yeni bir din icat ettiler. Onların babaları, amcaları ve yakın akrabaları onları geri yollaman için bizi sana elçi olarak gönderdi. Onlar bu kimselerin kusurlarını ve kabahatlerini sizden daha iyi bilirler.” dedi.

Hükümdarın adamları tam bu sırada söz aldılar:“Bu adamlar doğru söylüyor. Kavimleri elbette ki onların durumunu bizden daha iyi bilirler. Onları bu elçilere teslim edelim, kendi ülkelerine götürsünler, zaten onlar senin dininden de değiller.” diyerek Amr'a destek oldular.

Necaşi hem danışmanlarının hem de Amr'ın sözlerini hiç de doğru bulmadı. Kendisine sığınmış, adaletine güvenmiş bu insanları hiç dinlemeden sınır dışı etmek uygun olamazdı. En azından bir kez olsun onlarla görüşmeli kararını buna göre vermeliydi.

 Muhacirlerin derhal huzuruna çıkarılmalarını emretti. Müslümanlar Habeş Hükümdarı’nın huzuruna çıktıklarında bir tarafta Kureyş elçileri diğer tarafta ise ellerindeki İncil sayfalarıyla hazır bekleyen din adamları vardı. Saray görevlileri, Müslümanlara Necaşi'ye secde etmelerini söylediğinde Müslümanların cevabı çok net oldu:
“Biz Allah'tan başka kimsenin önünde secde etmeyiz.”

İlk sözü Mekke hükümetinin elçileri aldı:
“Bunlar atalarımızın dinini terk ettiler. İlahlarımıza hakaret edip onları alaya aldılar. Gençlerimizin inançlarını bozdular. Halkımızın arasına fitne sokup onları ikiye böldüler.”

Amr b. Âs'ın suçlamalarını dinleyen Necaşi Müslümanlara sordu:

“Siz benim dinime ya da başka bir milletin dinine girmediniz. O halde sizi kavminizden ayıran, onlarla aranızın açılmasına sebep olan bu din nedir?”

Müslümanlar adına sözü Cafer b. Ebî Talib aldı:“Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan ve taştan yapılmış putlara tapar, kendiliğinden ölmüş hayvanların etlerini yer, kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, insanlık dışı bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilenmez, komşu hakkı tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı ezer, zenginlerimiz fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak hukuk nedir bilinmezdi. Biz bu halde iken Allah celle, bizim içimizden asil soylu, doğru, güvenilir, iffetli olarak bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O bizi bir olan Allah'a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi emretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalancı şahitlik yapmayı, yetim malı yemeyi ve namuslu kadınlara iftira etmeyi ise yasakladı. Biz de onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah'tan ona gelenlere tabi olduk. Sadece Allah'a ibadet ederek O'na hiç bir şeyi ortak koşmadık. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını ise helal bildik... bu şekilde cafer ile necaşi arasında konuşma sürüp gitti..

Buda yine gösteriyor ki müslümanın kendini savunması caizdir. Hakkında bir dava açılmış ise kendini savunması en tabi şeydir..

Savunmanın küfür olmadığını böylece ortaya koyduktan sonra savunmanın küfür olduğunu iddia edenlerin son bir şüphesi kalıyor; Yusuf a.s ile ilgili diyorlar ki, "geçmiş milletlerin şeriatları alınmaz" bu doğru bir sözdür. Lâkin bu imanı meseleler için söylenince yanlış olur. İddia sahiplerine sorulur; bu imani bir mesele ise bunun milletlerden milletlere değişmesi yeni bu konuda tevhidin bir parçası olduğunu söylediğiniz bu durumda nesih-mensuh mevzu bahis olabilir mi? Ancak emeli konularda nesh olunan bir şey varsa bizleri bağlamaz. Tevhitte ise böyle bir şey mevzu bahis edilemez...

Bu iddianın batılılığını ortaya koymak oldukça basittir. Şöyle ki, bütün Peygamberlerin ortak devleti tevhid değil mi? O halde nasıl olurda tevhidi bozan bir fiil bir Peygamber de meşru olabiliyor?

Allah Teala şöyle buyurmakta:

Allah, dinden Nuh'a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim'e, Musa ya ve İsa 'ya tavsiye ettiğimiz Allah'ın dinini hayata egemen kılın ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin' direktifini sizin için bir hayat düsturu olarak öngördü...(Sura 13)

Semavi şeriatlerde ibadet şekilleri bazen değişebilir, fakat hepsinin özü birdir ve Allah'a kulluktan ibarettir. İtikatta ve tevhid konularında nesh söz konusu değildir. Ancak ameli konularda mümkündür.

Alemlerin Rabbi Allah'a Hamd olsun..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.