Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

25 Aralık 2016 Pazar

Dünyevîleşme

Bismillah...

Dünyevileşme, dünyaya kesben değil, kalben bağlanmaktır. Yani dünya hayatının geçici olduğunu, ahiret için bir vasıta olduğunu unutup onu amaç haline getirmektir. Özetle söylemek gerekirse dünyevileşme; dini inanç, değer ve sembollerin hayatın dışına itilmesi veya kişinin hayatında dünyevi hedeflerin öncelik göstermesidir. Buna gerek bireysel ve gerekse toplumsal yaşamda dinin etkisinin zayıflaması veya kaybolması da diyebiliriz.
Dünyevileşme tehlikesine Hz. Peygamberin, şu ifadeyle, çok önceden işaret ettiğini görüyoruz: “Korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve zinetlerinin açılması, sizinde onlara gönlünüzü kaptırmanızdır.” (Buhari, Müslim)

Rasulallah (sav) bizim dünyevileşme tehlikesine maruz kalacağımızı çok önceden bildirmekte ve bizleri şöyle uyarmaktadır:
-Siz, sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar bir sürüngen deliğine girse siz de gireceksiniz. -Ey Allah’ın Rasulü! Yahudiler ve Hıristiyanlar yoluna mı, diye sorduk. O da: -Başka kim olacak, dedi. (Buhari, Müslim, İbni Mace)
Her birimiz nefis muhasebesi yaparsak ne kadar çok dünyaya bağlandığımızı, dünyayı hayatımızın merkezine aldığımızı idrak edebiliriz. Rasulullah Efendimizin bu durumun ne kadar büyük tehlike olduğunu, bizim için kaygılarını bir başka hadislerinde şöyle ifade etmiştir:   “Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip birbiriyle yarıştıkları ve onları helak ettiği gibi sizin önünüze de serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum.  (Buhari, Müslim)

Dünyevi arzu ve istekler çeşitli olduğundan biri diğerini takip etmekte, birine ulaşmadan diğeri başlamaktadır. Teknolojik gelişmelerle beraber telefonlar, arabalar, katlar birbiriyle yarışmaktadır. Kıymet ve değer kişinin altındaki arabaya veya oturduğu ev ve daireye göre biçilmektedir. Bu da tamamen dünyevileşmeyi beraberinde getirmekte ilahi ve uhrevi değerlerden uzak bir toplumun oluşmasına sebep olmaktadır.

Allah, kulunun dünyaya karşı meyilli oluşunu fıtraten yaratılışının içine yerleştirerek bunu bir imtihan sebebi yapmış, insanın iradesiyle Dünyevîleşmeye karşı bir duruş sergilemesini, tercihlerinin tamamen ahiret hedefli olmasını istemiştir.

Allah Teâlâ bu hakikati söyle haber vermekte; Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız?” (Kasas 28/60)

Akıllı insan, Allah sevgisi ile gönlü arasına girerek perde ve engel olabilecek bu imtihan dünyasına dikkat etmeli, aldanmamalı; onu kulluk bilinciyle değerlendirmelidir. Dünyada ekilenler orada biçileceğine göre, bu dünya hayatını âhiret bilinciyle yaşamalı, dünyadaki görevlerimizi yaparak, orası için hazırlanmalıdır.

Allah azze ve celle kullarının yararlanması için çeşit çeşit nimetler yaratmış, dünyayı güzellik ve lezzetlerle donatmıştır. Bunlardan yararlanmak herkes için olduğu gibi Müslüman için de tabiî bir haktır. Ancak, Müslümanın dikkat etmesi gereken husus, dünya nimetleri ve zevklerinden istifade etmek için, meşrû olmayan yollara sapmamak, israf etmemek ve haramlara dalmamaktır. Müslüman, meşrû sınırlar içerisinde dünya nimetlerinden istifade ederken âhireti unutmamalı, asıl zevk ve nimetlerin orada olduğunu bilmelidir. Kısaca, âhireti unutup, dünyaya gönül vermemelidir.

“İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider. Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya hayatı da böyledir. Âhirette ise kâfirler için şiddetli bir ceza, mü’minler için ise Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rıza! Evet, dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey değildir.” (Hadid, 57/20; benzeri anlatımlar için bkz. Yunus, 10/24 Kehf, 18/45).
Dolayısıyla Kur’ân, mahiyeti zail olmak, kuruyup gitmek olan dünya hakkında insanlara, “Dünya hayatı sizi aldatmasın.” (Fatır, 35/5) ikazı yapmaktadır.

Mal ve makam sevgisinin tutkuya, şehvete yönelmesi Dünyevîleşmeye götüren yoldur. Bu nedenle  Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetinin fitnesinin mal olduğunu, mal tutkusunun ümmeti birbirine düşman hale getirecek, helak edecek bir hastalık hali olduğunu ifade etmektedir:

“Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.” (Kütübü Sitte Hadis No: 395)

Bir insanın varlıklı olması, gelir seviyesinin yüksekliği, refah seviyesi yüksek bir hayat yaşaması yani dünyalık sahibi olması onun Dünyevîleştiğini göstermez ama o yöne doğru bir kapı açma riski vardır. Kazancının Hududullah dairesindeki bedeline katlandıktan sonra sorun yoktur. Ama bir insanın yoksul olması onun Dünyevîleşmeyeceği anlamını göstermez. Kalbinde, aklında, arzu ve isteklerinde sürekli dünya ve onun içindekileri elde etmek, sahip olma hırsıyla mücadele etmek varsa yoksulluğu Dünyevîleşmesine engel değildir. O zaman emanetçilikten öte bedeli ne olursa olsun sahiplenme duygusu vardır ki, buda o insanın Dünyevîleşmesidir.

Müslümanların dünya hayatının gelip geçici olduğunu düşüncelerinden çıkarmaları, ölümü unutmaları, ölümden sonra hesaba çekileceklerini, malları ve harcadıkları konusunda sorgulanacaklarını, yargılanacaklarını unutmaları kısacası imanî eksiklikleri, müminler için en az kanser kadar tehlikeli olan Dünyevîleşme hastalığının en temel sebebidir.
Müslüman, inandığı gibi yaşamaya çalışmayıp, yaşadığı gibi inanmaya devam ederse Dünyevîleşme süreci başlamış demektir.

İnsanı gaflete düşüren, sınav bilincini unutturan her türlü günahın arkasında bu dünyevîleşme vardır.

Modern çağın endişeli insanı yarınlarından da endişelidir, ne yazık ki bu endişe Müslüman’ım diyenleri de kuşatmıştır. Bir evi olanların birde yazlığı olması, orta tüketimden lükse kayması, bütün mesaisini işine ayırması, sürekli akılcı davranarak tevekkülden uzak durması, cemaatten uzak birey takılması, infaktan kesip israf derecesinde saçması, ben kazanıyorum harcamak hakkım diye kendisini savunması ve daha buna benzer birçok cılk olmuş savunma hazırlaması, tutulduğu Dünyevîleşme hastalığının belirtisidir.
Hayat, dünler, bugünler ve yarınlardan ibaret olduğuna göre; dün geçmiştir, yok hükmündedir. Yarın yaşayacağımız meçhuldür, bugünü değerlendirmek ve âhirete azık hazırlamak en akıllı yol olsa gerek.

İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı, beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve barınma/evden ibaret olduğu ve bu gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin etmesi, kalan birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi olarak insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir, tekrar alınır, alınır… Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar(!) bitmez.

Batı kültürünün Müslümanların dünyevîleşmesinde olan etkilerini de elbette görmezden gelmemiz mümkün değildir. Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: “Batılıların sadece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.” Düşünülmez ki teknik ve teknolojik aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Her şeylerini alalım ama ahlâklarını almayalım diye düşünüyorduk fakat pratikte böyle olmadı. Bir eşyayı alırsanız o eşyanın kendine göre arkası, önü, kuralları kaideleri kendiliğinden geliyor.  Zaten bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka plandan koparılamaz. Sözgelimi, “buzdolabı”, kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar, evlerine gıda depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, “verme”yi unutturan “egoist” kültürüyle, kullananlara sadece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. Batılılar gibi şehirler yapalım dedik, yaptık. Ama İslamca, Müslümanca bir hayat kuramadık. Çünkü o şehir arkasında belli bir zihniyetin belli bir değerler yumağının sonucu ortaya çıkmıştır, siz onu aldığınız vakit birçok şeyi farkında olmadan almış oluyorsunuz.
En fakirimizin evindeki eşyalara verilen parayla, ashâb belki hayat boyu, hem de huzur ve şükür dolu şekilde yaşardı…

Öyle bir sömürü düzeni içinde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da dünyevîleşen biri için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal bir kitaptır.

“Eşya, para kötü bir şeydir” demiyoruz elbet. Eşyanın, maddenin, paranın insanı yöneten efendi olmasına, bunların insan için değil; insanın bunlar için yaşıyor, bunlar için çalışıyor olmasına sözümüz. Onlar hâkim, insan mahkûm ve hizmetçi. Oyuncak, insanla oynuyor. Mal, insanı, insanî değerleri yutuyor. Dünyevîleşme çarkı, insanımızı değirmen gibi öğütüyor. Düşünmeyi, okumayı, ibâdeti… engelleyen TV başta olmak üzere medya ve reklâmlar… Taksitleri, ay sonunu düşünen insan, dünyada var oluş gayesini düşünemiyor.

Demek istediğimiz o ki; nice (nice dediğime bakmayın, aslında çok az) zengin vardır, ama dünyevîleşmemiştir. Nice fakir vardır ki, dünyevîleşme onu çepeçevre kuşatmıştır; Yoksulluk korkusu ile ömrünü servet toplamak peşinde harcamak fakirliğin ta kendisidir. Asıl zenginlik, dünya köleliğinden âzâd olmaktır.

Kendisine isyan ettiğin hallerde bile rızkını kesmeyen Allah Teâlâ, kendisine itaat edip O’nun rızâsı istikametinde dâvâ adamı olarak yaşadığında mı rızkını vermeyip kesecek?”
Ne tuhaf, insan, dünyada fakir ve rezil olmaktan korkuyor da, âhirette fakir, rezil ve rüsvay olmaktan korkmuyor! Hâlbuki kulun âhirette iyi amellerden fakir düşmesi ve rezil olması, onun dünyada fakir ve rezil olmasından çok daha korkutucu ve utanç vericidir.
Dünyevîleşen kişi; paranın yönlendirdiği edilgen kişidir. Maddî durumu ne olursa olsun, ebedî olan âhirete inandığı(nı söylediği) halde bütün uğraşısı dünya için olan kimsedir.
Dünyaya, dünya malına sahip olmak değil eleştirdiğimiz; dünya malının, maddenin bize sahip olmasına sözümüz. Gönül gemimizin içine dünya suyunu doldurup batmamak, ama geminin yol alması için dünya denizine ihtiyaç olduğunu, onun üstünde yol alırken içimize girmesinin bizi helâk edeceğini unutmamak, tek dünyalı kâfirlerden bizi ayıran özelliktir. Mal insan için gemiyi yüzdüren su gibi olmalıdır, ama içine girmemelidir. Çünkü içine girdiğinde gemiyi batıran da aynı sudur. Dünya sevgisi de insanın manevi hayatını batırır.

“Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmaya bak, bu arada dünyadan da nasibini unutma, Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun.” (Kasas 28/77)

Allah (c.c.) kullarının yararlanması için çeşit çeşit nimetler yaratmış, dünyayı güzellik ve lezzetlerle donatmıştır. Bunlardan yararlanmak herkes için olduğu gibi müslüman için de tabiî bir haktır. Ancak, müslümanın dikkat etmesi gereken husus, dünya nimetleri ve zevklerinden istifade etmek için, meşrû olmayan yollara sapmamak, israf etmemek ve haramlara dalmamaktır. Müslüman, meşrû sınırlar içerisinde dünya nimetlerinden istifade ederken âhireti unutmamalı, asıl zevk ve nimetlerin orada olduğunu bilmelidir. Kısaca, âhireti unutup, dünyaya gönül vermemelidir.

Dünyevîleşme Müslümanlar için mühim bir âfettir. Hem öyle bir âfet ki, tıpkı ateşin odunu için için yakıp kül etmesi, pasın demiri yiyip tüketmesi gibi, onları içten içe çürüten bir âfet.
Dünyevîleşen insan, benmerkezcidir. O, kendi için yaşayan ve bunun için gerektiğinde şiddeti dahi asla ertelemeyen bir ruh haline sahiptir. Dünyevîleşen insan doyumsuzdur. O, sınırsız, amaçsız bir hırsla tüketmek için yaşar.

Dünyevîleşme insanın zehirlenmesidir. Dünyevîleşme; fesadın, hasedin, ikiyüzlülüğün, cimriliğin, enaniyetin, biriktirmenin, yığmanın iktidar olduğu yaşam tarzıdır. İnsanın kendisini kendisine köle olarak atadığı, özgürlüğünü hiçbir zaman kendisinin olmayacak dünyaya feda ettiği bir anlayıştır.

Dünyevîleşmenin en kötü yanlarından birisi de, insanın inandığı dini, kendi arzularına göre eğip bükmesi, Kur’an’î deyimle, oyun ve eğlenceye almasıdır. Kesin olarak belirlenen sınırların, hoyratça ve pervasızca çiğnenmesi Dünyevî kazancın ilk sıraya çıkmasından dolayı olmuştur.

Dini naslara kayıtsız kalma ve önemsememek veya lakayt davranmak, ibadetleri geçiştirmek, emir ve nehiylerde vurdumduymazlık, amelsizlik ve daha birçok husus Dünyevîleşmenin dışa yansıyan tezahürleridir.

Dünyayı gaye edinen, hadisteki tabiriyle dinlenmek ve gölgelenmek maksadıyla konaklamakta olduğu ağacı vatan edinip gideceği asıl yurdunu unutan insan, Allah ile bağını kopardı ve kendini bulunduğu yerin güzelliğine kaptırdı. Gideceği yurdun bulunduğu mevkiden daha güzel olduğunu hatırından çıkardı. Bencil, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, özgürlük adı altında her arzu ve isteğini yerine getirmeye çalışan bir anlayışa sahip oldu. Bu anlayışta, sabır-kanaat-şükür-bereket diye bir kavrama yer yoktu. Kendisi için biçilen, şekillendirilen hayat tarzı; lüks, israf, gösteriş üzerine kurulur oldu. Zaruri olmayan ihtiyaçları temin etmek için her türlü değeri yok sayabilecek hale getirildi. Sonuçta “Dünya hayatını ahiretten daha çok sevenler”( İbrahim 14/3) ayetinin işaret ettiği kimseler durumuna düştüler. Dinini yaşamaya çalışan insan, dış dünyanın çekiciliği ile iç dünyasının hakikatleri arasında sıkışıp kaldı.

Tüketim kültürünü ve alışkanlıklarını meşrulaştırıcı bir anlayış oluştu. Sınıf atlayan yeni bir Müslüman kesim türedi. Bu sosyal değişim, inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir İnsan tipi ortaya çıktı. Dindarlıkları yumuşattı, dönüştürücü etkiler ortaya çıkardı.
Bugün sadece internet bağlantıları, cep telefonu ya da televizyon yayınları bir anda hayattan çekilip alınsa, hayatla bütün irtibatını yitirecek, bunalımdan bunalıma sürüklenecek. Sokaklarda insanlara baktığımızda hayatlarının tamamen sanal olduğunu yaşantılarının büyük bir bölümünü internet ve cep telefonları ile geçirdiklerini, bazen kendilerini kaptırarak bulundukları yeri unuttuklarını, çevrelerindeki insanların garip bakışları arasında dahi farketmeksizin, at gözüyle bakmış oldukları garip! Dünyalarının içinde kaybolduklarını müşahede ederiz. Bir gün Hotmail, facebook veya twitter kullanılmayacak olsa sanki kıyamet kopmuştur, yaşantı durmuştur, bütün güzellikler bir anda yok olmuştur. Uyuşturucu bağımlısı halinde sanki insanlarımız. Hayata herhangi bir ekrandan, monitörden ya da tabletten bakan, sadece kulaklığındaki müziğe kulak veren, sadece futbola ya da basketbola ilgi duyan, hayata ve insana kapalı koca bir kalabalık…

SONUÇ

“Dünya derin bir denizdir. Çok kimse burada boğulmuştur. Bu deryada boğulmaktan kurtulmak için gemin takvâ, yatağın iman, yelkenin Allah’a tevekkül olsun ki, batmaktan kurtulabilesin. Yoksa kurtuluş zordur.”

“Ey insan! Dünyaya kalıbınla sahip ol; fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.” (Abdullah bin Ömer)

“Akıllı insan, kendini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışandır.”
Bu bulaşıcı ve müzmin hastalığın doğru tedavisi, dünyayı reddetmek ve terk etmek değildir. İmtihan alanımızı terk etme hakkına sahip değiliz. Dünyaya mahkûm olma yerine ona hâkim olup, Allah’ın rızâsına ve âhiret saâdetine engel olan basitliklerini küçümsemekle olur. Küfür, yeryüzüne hâkim olarak saltanatını gerçekleştirirken, bizim yeryüzüne hâkim olmaktan ve arzın halifesi konumumuzdan yüz çevirmemiz, sevap değil günahtır.
Bize düşen, hayatın her safhasında vahiyden ve sünnetten beslenerek her seviyeye hitab eden yeni bir yüz ve söylemle; tekebbür ve istiğnaya karşı tevazu ve haddini bilme, sömürü ve zulme karşı, adalet ve dayanışma, sınırsız büyüme ve sınırsız tüketime (israf) karşı, tutumlu olma ve paylaşım (infak) cinsel aşırılığa ve sapkınlığa karşı, aile ve sadakat, her türlü çözülmeye karşı ahlakın ikamesi vs. Evrensel dinin (İslâm’ın) ölümsüz değerlerini insanlığa sunmamız gerekmektedir.

İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya nefsimizin hevâsı veya Rabbimiz. Ya geçici menfaat veya dâvâ. Ya fâni olan, ya bâki olan. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah’tan yana yapanlara selâm olsun!

“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Ali imran 3/8)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.