Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

10 Temmuz 2015 Cuma

Oku! Yaratan Rabbinin İsmiyle

“Oku! Yaratan Rabbinin ismiyle.” (96/Alâk, 1)

İlk âyette Rab sıfatıyla bizi terbiye ediyor Cenâb-ı Hak. Eğitiyor, okumamızı, Yaratanımızı tanıyıp O’na ibâdet etmemizi emrediyor. Bizi bu şekilde yetiştiriyor. Kur’an’ın indiği gece yaklaşıyor. Bu zaman diliminde Kur’an’ı okumanın, anlamanın ve yaşamanın önemini daha çok gündemleştirmeliyiz.

“Oku” Emri Aktif Bir Hareket Çağrısıdır!
Alâk sûresinden anlıyoruz ki, vahyin ilk mesajından itibaren insanlar, sorumluluğa ve mücâdeleye dâvet edilmektedir. "Yaratan Rabbin adıyla okumak”, O'nun rızâsını ve memnuniyetini gözeten bir hayat tarzını ve mücâdeleyi biçimlendirmeyi gerekli kılar. Bu, her zaman ve mekânda, her işte Allah'ın (c.c.) ismini yüceltecek şekilde yaşamaktır. Ancak, unutulmamalıdır ki, Allah'ın adı sadece sözle değil; esas olarak şirke, zulme, ifsâda, tuğyâna ve istikbâra karşı verilecek tevhid mücâdelesi ile yüceltilir. Bu sebeple, Yaratan Rabbin adıyla okuma; aynı zamanda ilâhlık iddiasındaki her beşere, her çeşit beşerî sisteme ve onun akîdesini oluşturan beşerî ideolojilere meydan okuma sorumluluğunu da beraberinde getirir. O yüzden “Oku” emri aktif bir hareket çağrısıdır.

"İnsan; inancına, kimliğine ve hayatının her alanına referans noktası olarak vahyi almakla sorumludur. Dolayısıyla 'Yaratan Rabbin adıyla okumak' demek; kişinin kendisini bir alâktan yaratan Rabbine karşı sorumluluk bilincini kuşanması, O'na itaat etmesi, her zaman ve mekânda egemenliğin yalnızca O'na ait olduğuna iman etmesi, bu imanını sadece dili ile değil her davranışı ile seslendirmesi, vahyin mesajını Rabbinin adını yüceltmek için hayata taşıması demektir. Şâyet insanların vahyin mesajıyla buluşmasını ve yalnızca Allah'a kulluk etmesini engelleyen faktörler varsa onları aradan çıkarmak, ortadan kaldırmak demektir. Hakikatin üstünü örtmeye kalkışanlara karşı çıkmak, onlara meydan okumak ve onlarla kesintisiz bir mücâdeleye girişmektir. Bu da, elbette tevhid mücâdelesidir. Görüldüğü gibi Yüce Yaratıcı, daha ilk âyetlerinden itibaren hem kulları arasından seçtiği elçisine hem de tüm insanlara hayata doğrudan müdâhale eden bir okuma biçiminin sorumluluğunu yüklemektedir. Bu durumda, Allah'ın kayıtsız şartsız egemenliğine şirk koşan tüm düzenlere ve o düzenlerde kendi egemenliğini ilân eden tüm sahte ilâhlara karşı açıktan yapılmayan her okuma biçimi eksik kalacaktır."

Vahiy, Hayata Müdâhaledir!
Evet, vahy, hayata her yönden İlâhî bir müdâhaledir. Allah’ın her yaptığımıza karışma hakkının ilânıdır. "Müslümanların imanları vahiyden besleniyorsa, o halde amelleri de doğrudan hayata müdâhale etmelidir. Bireyselleşen, sosyal ve siyasal hayata karışmayan, beşerî sistemlerin egemenliğini rahatsız etmeyen, istikbar ve istiğnâ sahiplerinin huzurunu kaçırmayan okuma biçimleri; ilk mesajlardan itibaren yüklenen sorumluluğu terk etmektir. Oysaki mü’min kişi, dini egemen kılmaya çalışma husûsunda peygamberlerin vârisidir. Bu hususta onun yol göstericisi de Kur'an'dır. O halde Kur'an'ı insanlara ve hayata okumanın anlamı; azgınlık, bozgunculuk ve fesatçılık yapanlarla, takvâ ve ıslah bilinciyle mücâdele etmektir. Bunun anlamı, vahiyle insanlar arasına giren, kendi egemenliklerini zorbalıkla dayatan, beşerî düzen ve ideolojilerini din gibi sunan güçlerin devrilmesidir… Çünkü hangi imkâna, zenginliğe ve güce sahip olursa olsun, meşrûiyetinin referansı vahiy olmayan her iktidar Müslümanlar için gayr-i meşrûdur. Azgın ve zâlim olan, ifsâd eden ve hakikatin üstünü örten her türlü iktidar biçimine karşı çıkmak ise meşrû bir tavırdır. Âhiret günü ise, bu iktidar mücadelesinin asıl kazananları ve kaybedenleri arasındaki nihâî hesabın görüleceği gündür.

"Yaratan Rab" tamlamasında "Rab" ifadesinin tekilliğiyle tevhid inancına gönderme yapılmıştır. İnsana "alâk"tan yaratıldığının hatırlatılmasıyla da bir bakıma şu mesajların verildiğini değerlendirmek mümkündür: "İnsanlar yaratılmışlardır ve bunu gerçekleştiren Yüce Allah'tır. Dolayısıyla yaratma gücüne sahip tek bir yüce otoritenin varlığının kabulü, kanun ve hüküm koyma yetkisinin, yani egemenliğin de O’na ait olduğunu kabul etmeyi gerekli kılar. Çünkü yaratmaya güç yetiren emretmeye de güç yetirir demektir. “…İyi bilin ki, yaratma ve emir (yönetme) O'nundur. Âlemlerin Rabbi Allah, ne uludur!" (7/A'râf, 54). Yaratan kim ise, ülûhiyet onun hakkıdır; kulluk da ona yapılır. Yaratıcı Allah olduğuna göre, ibâdete lâyık olan da O'dur. "Ben, niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Oysa siz hep O'na döndürüleceksiniz." (36/Yâsin, 22); "Rabbiniz Allah işte budur. O'ndan başka tanrı yoktur. (O) her şeyin yaratıcısıdır. O'na kulluk edin, O her şeye vekildir." (6/En'âm, 102). Bu gerçeği kabul etmemek, O'nun otoritesini tanımamak müstağnîliktir, istikbardır, küfür ve zulümdür…

İnsanın alâktan yaratılması, aynı zamanda herkesin varoluş kökenine de yapılan bir göndermedir. İnsanlar varoluş kökenlerini öğrendiklerinde yüce egemenliği; yaratma ve emretme yetkisine sahip tek merciye verip, O'na tam anlamıyla teslim oldukları zaman İslâm akîdesi üzerinde olurlar. Tevhidin özü de bu noktada ortaya çıkar.

"Oku! Rabb'in çok cömerttir. Kalemi öğretti. İnsana bilmediğini öğretti" (96/Alâk, 3-4) âyetleriyle ilmin kaynağına değinilmiştir.

Vahyin Güncel Çağrışımları Yaşadığımız ülkenin egemenleri, efsaneleştirdikleri tarih anlayışlarıyla bugünkü varlığımızı kendilerine borçlu olduğumuzu söyleyip dururlar. Bu bir bakıma 'Sizi biz var ettik' demektir. Yani Allah'ın yaratıcılığına ortaklık koşmak, rablik iddiasında bulunmaktır. Bu iddiayı kabul etmemiz, kendi otoritelerine sorgusuz sualsiz boyun eğmemiz ve beşerî düzenlerine kul olmamız istenmektedir. Resmî ideolojileri olan Kemalizm'e teslim olmamız beklenmektedir. O halde bizim 'Yaratan Rabbimiz adına okumamız', mevcut sistemin egemenlerini huzursuz etmek zorundadır...

 Düzenlerinin, beşerî ideolojilerinin ve iktidar iddialarının hepsinin sahte olduğu deşifre edilmelidir… Bu durumda, tarafımızı Allah'tan yana seçerek tevhidî bir mücadeleyi sürdürmek, en güncel sorumluluğumuz olmalıdır.

“Oku, yaratan Rabbinin adıyla (besmele ile).” (Alâk, 1)
“Oku” emri önemli bir emir. Her hayrı içeren kapsamlı bir ifade. İmandan da ibâdetlerden de önce okumamız gerekiyor. Çünkü ilim, imandan da ibâdetlerden de önce gelir. Kişi, bilmeden neye nasıl inanacak ve ibâdetini nasıl yerine getirecektir? Kâfirlerden ayrışmamız daha ilk âyetin ilk kelimesinden sonra ortaya çıkıyor: “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla (besmele ile).” Kâfirler, müşrikler de okurlar. Ama farkımız biz Allah’ı hatırlayarak O’nun ismiyle ve O’nun izniyle okuruz. Allah’a yaklaşmak için okuruz. Onlarsa öyle bir ihtiyaç hissetmezler. Sadece kendileri besmelesiz değildir; eğittiklerini de besmelesiz yapmaya çalışmakta, besmeleyi meclislerinde, mahkemelerinde, okullarında yasaklamaktadırlar. Onların besmelesi tâğutun adıyladır. Firavun’un ilâhlığını kabul etmiş sihirbazların sözleri gibi; “bi-izzet-i Firavun = Firavun’un ismine, onun şerefine” dedikleri gibi, “filanın şerefine”, “filan adına”, “devlet nâmına”, “düzenin verdiği yetkiyle” gibi ifadelerle ve ilâh gibi sevdikleri tâğutun ismini sık sık anarak başlarlar önlerindeki metni okumaya ve halkın canına okumaya. İlk âyette kâfirlerle, müşrikler arasında besmele ile bir ayrışma istendiği sezilmekte, sûrenin devamında bu berâet/ayrışma pekiştirilmekte, son âyette zirveye çıkarılarak onlara itaat yasaklanmakta ve isyan emredilmektedir.

Allah’ın istediği şekilde okuyup gereğini yapanlara, insanları diliyle ve hâliyle Allah’a dâvet edenlere (okuyanlara) karşı mücâdele eden bâtıl taraftarlarının varlığının kaçınılmaz olduğu anlaşılmaktadır. Aslında bu mücâdelenin Allah’a, O’nun vahyine karşı, O’na yapılan ibâdetlere karşı mücâdele olduğunun bilinmesi ve bile bile bu tâğutî mücadeleyi yapanların cezasının Allah’a ait olduğu belirtilmektedir. O zâlimlere, tâğî ve tâğutlara kesinlikle itaat etmemek emredilmekte, secde ile Allah’a yakınlaşma istenmektedir. Tâğut ve zâlimlere itaatsizlik ile secde arasında kopmaz bir bağ olduğu vurgulanmaktadır. Allah’a yaklaşmak ile zâlimlerden uzaklaşmak arasında yine ciddi bir bağ olduğu, bunların birbirinden kopmaz bütün olduğu anlaşılmaktadır.
Okuma iki çeşittir. Birisi metlüv âyetlerin okunması, yani okunan, kulağa hitap eden işitsel âyetler, Kur’an’ın âyetleri; ikincisi meşhûd âyetlerin okunması. Meşhûd, yani müşâhede edilen, görülen, göze hitap eden görsel dediğimiz ay gibi, güneş gibi, yıldızlar, bitkiler, ağaçlar, semâ, arz gibi âyetler olmak üzere Rabbimizin iki tür âyeti vardır. İnsan da âyetler mecmuâsı olduğu ve enfüsünde bulunan âyetlere vurgu yapıldığı için, ayrı ele alırsak; birbiriyle tefsir edilerek Allah’ın ismi ve izniyle okunması istenen üç kitabın olduğu; bunların hem gözlem yaparak ve hem de yazılı bir metinden veya yazı olmasa da okunması, tefekkür edilip hayırlı neticeler çıkartılması istenmektedir. Bu sûrenin birinci ve üçüncü âyetlerinde “oku” emrinin tekrarı, bu ayrı âyetlerin ayrı ayrı okunması anlamına da gelebilir. Demek ki, başta Kur’an olmak üzere okunması gereken kitapları hayatımız boyunca ve günün her zaman diliminde okumamız isteniyor. Kur’an’ı da her zaman, ama özellikle gece, ağır ağır, tane tane, anlayarak, düşünerek, dersler çıkararak, yaşama gâyesiyle ve öğrendiklerimizi paylaşma arzusuyla okumamız emrediliyor.

Yalnız başına “Oku” hitabı değilse bile; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emri, mü’minlerle kâfirler arasında bir ayrışma sağlıyor. Mü’min-kâfir ayrılıyor, saflar netleşiyor. Demek diğer insanlar da okuyor; ama Kur’an’ı değil, Allah’ın; vahiy başta olmak üzere okunmasını istediğini istediği gibi okumayı değil; şeytan vahiylerini, parayı, faydasız bilgileri, televizyon kanallarını, eğlenceyi okuyorlar, insanların canına okuyorlar; gecenin son üçte birinde değil, ilk üçte birinde okuyorlar. İşte mü’minlerle kâfirler arasındaki okuma açısından da fark… Önemli olan okumak değil; Allah’ın râzı olacağı şeyleri, O’nun râzı olacağı gibi okumaktır.

Evet, Kur’an daha ilk âyetleriyle safları netleştiriyor. Çünkü Kur’an’ın bir özelliği “fasl” (kesin şekilde ayırıcı) olmasıdır. “Şüphesiz o (Kur'an), (doğru ile yanlış olanı) kesin hatlarıyla ayırıcı bir sözdür.” Kur’an, “furkan”dır. Hakla bâtılı ayırt edendir. “Âlemlere uyarıcı olması için kuluna Hakk’ı, Bâtıldan ayırma ölçüsünü indiren Allah’ın şânı ne yücedir!” Meleğin “oku” emrini tebliğ etmesine karşı mâzerete yer olmadığı onun kanatlarıyla sıkılarak gösteriliyor. Okumamaya mâzeret bulan sıkılacaktır, sıkıştırılacaktır; tekrar tekrar iç sıkıntısına muhâtap olacaktır; ta okumayı kabulleninceye kadar. Okumanın ve İlâhî emre uymanın önemine dikkat çekilmekte, bu konuda mâzeretin kabul edilmeyeceği, okuma bilmememizin bile mâzeret olmayacağına işaret edilmektedir bu sûrenin iniş sürecinde.

Hayatın Allah için olması demek, tüm yaşayışımızı Allah’ı râzı edecek şekilde tanzim etmek demektir. Adama bilinci demektir; dâvâ adamına özgü yaşamak, dâvetçi/tebliğci olmak, lillâh (Allah için) ve fillâh (Allah yolunda) yaşamak demektir. Her durumda, her oturumda, her konumda, her işte, her zamanda ve her yerde Allah’ı akıldan çıkarmamak, her yaptığı işle Allah arasında bağ ve bağlantı kurmaktır.

İnsanların yaratılış gayelerinin Allah’a kulluk, yani Allah için yaşamaları olduğunu belirten Kur’an (51/Zâriyât, 56), baştan sona hayatın nasıl Allah için olabileceği sorusunun cevabını vermektedir. Örnek olarak nüzul yönüyle ilk âyetleri verebiliriz. İlk inen sûre olan Alâk sûresinde hayatın nasıl inşâ edilip Allah’a tahsis edilebileceğiyle ilgili önemli veriler görebiliriz. Burada sadece okumayla ilgili ilk âyeti ele alacağız:

1- Yüce Yaratıcı’yı gereği gibi idrâk etmek ve her şeyin tek gerçek sahibi olarak hayatın merkezine oturtmak (kulluk bilinci), Allah'ın insanı zaaftan kuvvete çevirmesindeki hikmetin beyanı ve diğer mahlûkattan ayırt edilmesi için ona "oku" diye emrettiğini unutmamak gerekir. Öncelikle okumalıyız. Her işe ve özellikle okumaya besmele çekerek başlamalıyız.
2- Okuyacağız; Neyi?: İnsan, kâinat ve vahy adlı kitapları; birbirleriyle tefsir ederek. Nasıl?: Bi’smi Rabbike: Rabbinin ismi ve izniyle. Tâğutlardan değil, O’ndan izin alarak, O’nun ismini anarak, O’nun yardımını isteyerek, O’nun istediklerine uymak için. Besmele ile: Aynı zamanda: “İsim” kelimesi; ad, ad vermek anlamına geldiği gibi, -bi harf-i cerri ile de- (b’ismi) yüceltmek, yükseltmek anlamına gelmektedir. Nitekim gökyüzü anlamında "semâ" kelimesi aynı kökten gelmektedir. O yüzden, "bismillâh"ın veya “bismi Rabbike”nin anlamı, "Allah'ı (Rabbini) yücelterek" şeklinde de anlaşılabilir.
3- Okumak; O’nun ismi ile, O’nun izin verdiklerini, O’nun rızâsını kazanmak için. Öncelikle Kur'an'ı hayatın kitabı olarak algılayarak, anlamak ve yaşamak maksadıyla okumak ve toplumu mânevî-ahlâkî ilkeler doğrultusunda Kur'an'a çağırmak; aynı zamanda bu konuda gereken organizasyonların yapılması (vahyin zihnî ve sosyal inşâsı) dâvâ adamı mü’minlerin görevidir.
4- Okumanın ve ilmin ilk temeli Allah’ı tanımaktır. Bu, İslâm’ın ilk temeli olduğu gibi, ilmin de esasıdır. İlmin esas kaynağı vahiydir. Kur'anî mesajın "Oku" emriyle başlaması, vahyin ve İslâm'ın okumaya ve ilme verdiği önemi en güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Ayrıca bilimin ve dünya nimetlerinin insanı hak yoldan ve Allah'a tam anlamıyla bir kul olmaktan alıkoyması muhtemel olduğu için, bunun ancak Allah'a ibâdet ile tamamlanacağı ve ilim ile ibâdetin birbirlerinden ayrılmaz unsurlar olduğu da sûrenin ilk ve son âyetleri arasındaki insicâmdan anlaşılmaktadır.
5- “Oku” emri önemli bir emir. Her hayrı içeren kapsamlı bir ifade. İmandan da ibâdetlerden de önce okumamız gerekiyor. Çünkü ilim, imandan da ibâdetlerden de önce gelir. Kişi, bilmeden neye nasıl inanacak ve ibâdetini nasıl yerine getirecektir? Kâfirlerden ayrışmamız daha ilk âyetin ilk kelimesinden sonra ortaya çıkıyor: “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla (besmele ile).” Kâfirler, müşrikler de okurlar. Ama farkımız biz Allah’ı hatırlayarak O’nun ismiyle ve O’nun izniyle okuruz. Allah’a yaklaşmak için okuruz. Onlarsa öyle bir ihtiyaç hissetmezler. Sadece kendileri besmelesiz değildir; eğittiklerini de besmelesiz yapmaya çalışmakta, besmeleyi meclislerinde, mahkemelerinde, okullarında yasaklamaktadırlar. Onların besmelesi tâğutun adıyladır. İlk âyette kâfirler ve müşriklerle, müslümanlar arasında besmele simgesiyle bir ayrışma istendiği sezilmekte, sûrenin devamında bu berâet/ayrışma pekiştirilmekte, son âyette zirveye çıkarılarak onlara itaat yasaklanmakta ve isyan emredilmektedir.
6- Yalnız başına “Oku” hitabı değilse bile; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emri, mü’minlerle kâfirler arasında bir ayrışma sağlıyor. Mü’min-kâfir ayrılıyor, saflar netleşiyor. Demek diğer insanlar da okuyor; ama Kur’an’ı değil, Allah’ın; vahiy başta olmak üzere okunmasını istediğini istediği gibi okumayı değil; şeytan vahiylerini, parayı, faydasız bilgileri, televizyon kanallarını, eğlenceyi okuyorlar, insanların canına okuyorlar; gecenin son üçte birinde değil, ilk üçte birinde okuyorlar. İşte mü’minlerle kâfirler arasındaki okuma açısından da fark… Önemli olan okumak değil; Allah’ın râzı olacağı şeyleri, O’nun râzı olacağı gibi okumaktır.
7- İlk inen âyette Allah’ın “Rab” isminin vurgulanması, O’nun yarattığı kullarını eğitip yetiştirdiği, ihtiyaçları olan her ne ise onları ihsan ettiğini değerlendirmemiz gerekmektedir. Nice sıfatlarından “yaratma” sıfatının zikredilmesi de; ancak yaratmaya kadir olanın Rab olabileceğini ve kendi yaratılmamızdan başlayarak tefekkür etmemizi işaretle vurguluyor.

NE MUTLU KUR'AN'I ANLAYARAK OKUYAN VE KUR'AN'IN GÖLGESİNDE HAYATINI SÜRDÜREN CANLI KUR'ANLARA.....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.