Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

14 Ağustos 2012 Salı

İmanda Cehalet Mazeret midir ?


Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed (Sallallâhu aleyhi ve sellem)’in âlinin, ashabının ve yolundan gidenlerin üzerine olsun.
Günümüzde kendisini İslam’a nispet eden ve müslüman olarak isimlendiren bir taraftan da cehaletlerinden dolayı Allah’a şirk koşan insan toplulukları mevcuttur. Bu insanların genelinde bilinçli ve istekli bir şekilde Allah’a şirk koşan, yaptığının Allah’ın asla affetmeyeceği şirk amellerinden olduğunu bilerek yapan, Allah’ın ayetlerini bilerek inkar ve tekzib eden kimseler neredeyse yok denecek kadar azdır. Buna karşılık hemen hemen insanların tamamında Allah’ın dininden sapmanın temel sebebi cehalettir. Bugün toplumda şirk çeşitlerinin her türlüsünü görmek mümkündür. Bu insanlar dünyalık her türlü konuyu en ince detayına kadar incelerken dinlerini öğrenmekten yüz çevirmişlerdir. Yaşadığımız bu coğrafyada bilgi edinmek, ilim talep etmek ve hakkı tespit etmek mümkündür. Bu nedenle böyle bir toplumun cehaleti sebebiyle mazeretli olması söz konusu değildir. Öyle ise, kelime-i tevhidin manasını bilmeden, gereğiyle amel etmeden, şirkten arınmadan müslüman olunabileceği iddiasında olan günümüz sapık fikirli insanları, tağutu reddetmeyen, tağutun hükmünü tercih eden, hakimiyeti Allah’tan başkasına veren, ölülerden, kabirlerden yardım isteyen kısacası Allah’tan başkasına ibadet eden bu insanlar müslüman olduklarını iddia etseler bile cehaletlerinden dolayı mazur görülmeyen müşriklerdir.

TEVHİDİN ASLINA DAİR CEHALET MAZERET DEĞİLDİR

İnsanın yaratılış gayesi Allah’a ibadet etmek, diğer bir ifadeyle ibadette Allah’ı tevhid etmektir. İnsanoğlu bu hedefi yerine getirme uğruna yaratılmış, tüm rasuller insanlara bu aslı tebliğ etme adına gönderilmiş ve yine tüm kitaplar bu amacı tesis etmek üzere indirilmiştir. Bu noktada oluşacak cehaletin temel hedeften sapmaya yol açacağı ise malumdur. O halde insanın sadece Allah’ı tevhid etmek üzere yaratılması gerçeği bu noktada oluşacak bir cehaletin elbette sahipleri için mazeret olmadığını ortaya koymaktadır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur ;
“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât Suresi / 56. Ayet)
Allah Subhanehu ve Teala’yı ortağı olmayan tek rab olarak bilmek ve O’nu tevhid etmek hususunda kişilerin hiçbir şekilde özür sahibi kabul edilmeyeceklerinin en sarih delillerinden birisi şu ayeti kerimedir ;
“Rabbin Adem oğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldı ve : ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (sorusuna karşılık) onlar : ‘Evet (Rabbimizsin). Biz (buna) şahit olduk’ demeleriyle onları kendilerine şahit tuttu. Kıyamet gününde’ muhakkak ki biz bundan habersizdik’ dersiniz diye (bunu yaptık). Ya da : ‘Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz. Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mı edeceksin?’ dersiniz diye (bunu yaptık). İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki belki (hakka) geri dönerler.” (A’râf Suresi / 173-174. Ayet)

Allah Subhanehu ve Teala insanoğlunu yeryüzüne sadece kendisine ibadet etmesi için göndermeden önce insanoğlundan bu ahdi almıştır. İnsanoğlunun bizzat kendisini şahit tutmuş ve ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim ?’ diyerek onlardan ‘Elbette Rabbimizsin, şahidiz’ cevabını almıştır. Allah Subhanehu ve Teala şahitliğin sebebini ise ayetin açık ifadesi ile iki sebebe dayandırmıştır. Bunlardan ilki, kişilerin Allah’ın rabliğinden cehalet içinde kalmaları özrünün iptal edilmesi, diğeri ise ataları taklid sonucu sapkınlığa düşme özrünün iptal edilmesidir. Artık insanoğlunun bundan sonra cehalet ya da taklid gibi bir mazerete tutunması mümkün değildir.

Ayetin açık ve net ifadesi Allah Subhanehu ve Teala’yı ortağı olmayan tek rab olarak bilmek ve O’nu tevhid etmek konularında kişilerin cehalet ve taklid mazeretini iptal etmekte, insanlara böyle bir kapıyı kapatmaktadır. Nitekim ayetin bu noktayı oldukça sarih bir şekilde ifade etmesi müfessirlerin hemen hemen tamamını söz birliği etmişçesine aynı noktaya vurgu yapmaya sevk etmiştir. Ayete dair bazı müfessirlerin görüşleri şu şekildedir ;

İmam Taberi (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Yani sizler kıyamet gününde 'Bizim böyle bir şeyden haberimiz yoktu. Bizler bunu bilmiyorduk ve gaflet içinde idik. Atalarımız da daha önceden şirk koşuyorlardı. Biz ise onlardan sonra gelen nesiliz. Biz onların yoluna uyduk. Onların şirk koşması ve bizim de cehaletten onların yoluna uymamız sonucu bizi helak mi edeceksin?' demeyesiniz diye sizden böyle misak aldık.” [1]

İbn Kesir (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Bu şahit tutmaktan maksadın, onların tevhide yatkın yaratılmaları olduğuna dair delillerden biri de Allah’ın bu şahit tutmayı, şirk hususunda onlar hakkında bağlayıcı bir delil (hüccet) kılmış olmasıdır. Bu misak ise onlar hakkında müstakil bir hüccet kılındığına göre üzerinde yaratıldıkları fıtrat, tevhidi ikrar etmeye yatkın bir fıtrattır. Bu nedenle kıyamet günü biz tevhidden gafildik diyemezsiniz.” [2]

İmam Kurtubi (Rahimehullah) söyle demiştir ; “Bununla beraber tevhid hususunda mukallidin ileri sürebileceği hiçbir mazereti yoktur.” [3]

Fahruddin er-Razi (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Netice olarak diyebiliriz ki, Allah onlardan bu sözü alınca artık onların bu mazerete tutunmaları imkansız olur.” [4]

İmam Şevkani (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Bunu yaptık ki, mazeret olarak gafleti öne sürmeyesiniz. Yahut şirki kendiniz yerine atalarınıza nispet edip bunlardan biri yahut, kişi ile kendinizi mazur görmeye çalışmayasınız.” [5]

Allah Subhanehu ve Teala rasullerini müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermiş, onlara hak ve batılı ayıran vahyini indirmiş, hiçbir kimsenin mazeret ileri sürmemesi adına razı olduğu ve razı olmadığı amelleri beyan etmiştir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur ;
“Şüphesiz her ümmete : Allah’a ibadet edip, tağuttan kaçınsınlar diye rasuller gönderdik. Onlardan kimisine Allah hidayet etti, kimisine de sapıklık hak oldu.” (Nahl Suresi / 36. Ayet)
“Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Suresi / 165. Ayet)

Allah Subhanehu ve Teala misak hüccetini, rasul hüccetiyle tamamlamış, son rasul ve nebi olmak üzere Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)’i tüm insanlık için uyarıcı olmak üzere göndermiş, kendisine vahyetmiş, kıyamet gününe kadar da vahyini koruma altına almıştır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in risalet görevi ile görevlendirilmesinin ve kendisine Kur-an’ın vahyedilmesinin temel sebebi de hiç şüphesiz insanlara Allah’ın almış olduğu misakı hatırlatmak ve onların mazeretlerini ortadan kaldırmaktır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur ;
“İşte bu Kur-an bana, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım diye vahyolundu.” (En’âm Suresi / 19. Ayet)
Bu ayet gereği Kur-an, ulaştığı her kimse için misak hüccetini tamamlar niteliktedir. Kur-an’ın ayetlerinin kendisine ulaştığı kimse için artık hiçbir mazeret kalmamış, misak hücceti risalet hücceti ile tamamlanmıştır. Öyleyse günümüzde yaşayan insanların büyük çoğunluğu hüccete ulaşmış, hem de onu anlayacak aletlere sahiptirler. Bundan dolayı cehaletten yaptıkları şirk, haklarında mazeret değildir.

İmam Ebu Hanife (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Allah Teala peygamber göndermemiş olsaydı dahi insanların kendi akılları ile Allah’ı bilmeleri gerekirdi. Hiç kimse, yaratıcısını bilmemekten dolayı mazur sayılamaz. Çünkü herkes gökleri, yeri ve kendisini kimin yarattığını sezebilecek yetenektedir. Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir şeyi anlamakta zorluk çekse, bir alime soruncaya kadar Allah katında doğru olan ne ise onun hak olduğuna inanması gerekir. Sormayı erteleyerek tereddüt içerisinde kalması caiz değildir. Zira daimi tereddüt küfürdür.” [6]

NEBEVİ HÜCCETİN İKAMESİNDEN ÖNCE CEHALET DURUMUNA RAĞMEN ŞİRK SIFATININ GEÇERLİ OLUŞU

Nebevi hüccet ikame edilmeden öncede şiddetli cehalete rağmen şirk koşanlara müşrik hükmü verilmiştir. Kişinin cehaletine, kendisine hüccetin ikame edilip edilmediğine bakılmaksızın müşrik hükmü verilir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur ;
“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver. Sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.” (Tevbe Suresi / 6. Ayet)

İmam Taberi (Rahimehullah)bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir ; “Allah Teala elçisine diyor ki : Ey Muhammed haram aylar çıktıktan sonra kendileriyle savaşmanı ve öldürmeni emrettiğim müşriklerden biri, Allah’ın sana indirdiği Kur-an olan Allah’ın kelamını dinlemek için senden eman dilerse ‘ona mühlet ver’: Allah’ın kelamını dinleyinceye ve sen ona okuyuncaya kadar kendisine eman ver. Sonra da gideceği yere ulaştır. Yani diyor ki : Sonra da Allah’ın kelamını dinledikten sonra şayet müslüman olmaz ve kendisine okuduğun Allah’ın kelamından etkilenip, kabul etmezse onu güven içinde yerine ulaştır. ‘Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır’ Yani ; onlara eman vererek böyle davranacaksın ki Kur-an’ dinlesinler. İslam’ı reddettiklerinde onları yerlerine ulaştırman ise şundandır : Çünkü onlar cahil bir kavim olup Allah’ın hiçbir delilini kavrayamazlar. Bunun gibi, şayet Allah’a iman edecek olurlarsa bu imandan dolayı kendilerinin lehine olanla Allah’a iman etmeyi terk etmekten kaynaklanan günah ve eğrilik nevinden aleyhlerine olanı da bilemezler.” [7]

İmam Beğavi (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “ ‘Allah’ın kelamını duyuncaya kadar.’ Yani sevap ve ikap olarak kendisinin leh ve aleyhinde nelerin olduğunu.. ‘Bu onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.’ Yani onlar Allah’ın dinini ve tevhid edilmesini bilmiyorlar. Bu nedenle onlar, Allah’ın kelamını dinlemeye muhtaçtırlar.” [8]
İşte, Kur-an’ın delaletinde muhkem olan bu nassı, açık bir şekilde, şeriatların izinin yok olduğu ve doğru yolun izlerinin silindiği bir vakitte, sürekli ve aşırı cehalet haline rağmen şirk hükmünün geçerli olduğunu ispat ediyor. Bir başka ayette Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur ;
“Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları durumdan) kopup ayrılacak değillerdi.” (Beyyine Suresi / 1. Ayet)

İbn Teymiyye (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Bunu anlatanlardan biri Ebul-Ferec İbni Cevzi’dir. O diyor ki : ‘Kitap ehlinden küfr edenler olmadı’ yahudi ve hristiyanlar ‘ve müşriklerden’ onlar putlara tapanlardır ‘münfekkine’yani ayrılan, vazgeçenler.. bunun manası şu demektir : Onlara beyyine gelinceye kadar küfür ve şirklerinden vazgeçecek değildirler. Ayetin lafzı, gelecek (müstakbel), ancak manası, geçmişe (mazi) aittir. Beyyine (delil) ise elçidir. O da Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) ki onlara dalalet ve cehaletlerini beyan etmiştir. Beğavi’nin ifadesi de buna yakındır, diyor ki : Küfür ve şirklerine son vermezler. ‘Onlara beyyine gelinceye kadar.’ Bu ayetin lafzı müstakbel fakat manası maziye dönüktür. Yani onlara açık delil gelinceye, başka bir ifade ile Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerine Kur-an’la gelip dalalet ve cehaletlerini açıklayarak onları imana çağırıncaya ve dolayısıyla Allah Teala’da onları cehalet ve dalaletten kurtarıncaya kadar demektir.” [9]

Bu ayet, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in gönderilmesinden ve Kur-ani delillerin indirilişinden önce, şirk ve küfür vasfının insanlar için geçerli olduğuna gayet açıklıkla delalet etmektedir.

TAKLİD SEBEBİYLE OLUŞAN CEHALET, SAHİBİ İÇİN ÖZÜR TEŞKİL ETMEZ

Taklid bir kimsenin bir başka kimseye ait söz, fiil ve düşünce biçimini olduğu gibi doğru kabul ederek ona tabi olması, tabi olduğu kişinin söz, fiil ve düşünce yapısını benimsemesidir. Bugün gerek arap dünyasında gerekse üzerinde yaşadığımız şu coğrafyada insanların şirk içerisinde bir hayat sürmelerinin başlıca nedenlerinden en önemlisi de körü körüne takliddir. Kişilerin herhangi bir mercii taklid etmeleri sonucu sapkınlığa düşmelerinin kendileri için bir mazeret olmayacağına dair Kur-an nasları hiçbir tevile yer bırakmayacak şekilde açık ve nettirler. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur ;
“Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, 'Keşke Allah’a ve Rasule itaat edeydik' diyecekler. Yine şöyle diyecekler : Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanete uğrat.” (Ahzâb Suresi / 66-68. Ayet)

İmam Şevkani (Rahimehullah) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir ; “Bu taklidi şiddetli biçimde kötüleyen naslardan bir tanesidir ve Kur-an’da bu manada daha bir çok nas vardır. Ancak tüm bu naslar Allah’ın kelamını anlayan, O’nu örnek edinen ve nefsini Allah’ın kelamına itaat ettiren kimseler içindir. Bu nasların hayvanlar misali kötü düşüncelere saplanmış, ahmakça bir şekilde taklide dalmış kimselere faydası elbette yoktur.” [10]
Allah Subhanehu ve Teala ayette cehennemliklerin durumundan haber vermekte ve onların hüsrana uğramalarının sebebini kendi dilleri ile liderlerini ve önderlerini taklid etmelerine bağlamaktadır. Hüsrana uğrayan bu topluluk Allah’a ve Rasulüne itaat etmeyi terk etmiş, bunun yerine kendi zanlarınca hak üzerinde gördükleri liderlerine, alimlerine ve önderlerine tabi olmuşlardır. Ancak onların her ne amaçla olursa olsun bu taklidleri kendileri için bir mazeret olmamıştır.

İmam Şafi (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Eğer cahil cehliyle mazur olsaydı cehalet, ilimden daha hayırlı olurdu.” [11]

İLİM ELDE ETME İMKANININ VARLIĞI CEHALET ÖZRÜNÜ BÜTÜNÜYLE ORTADAN KALDIRIR

İslam alimleri sarih ve açık bir şekilde kişinin ilim elde etmesinin mümkün olduğu bir zaman ve zeminde cehaletinin asla ama asla kişi için mazeret teşkil etmeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. Özür olabilecek cehalet ancak kişinin üzerinden defetmesinin hiçbir şekilde mümkün olmadığı cehalettir. Eğer kişinin herhangi bir nebevi bilgiye ulaşma durumu mevcut ise kendisi için artık cehaletin bir mazeret olması asla söz konusu değildir. Burada sözü fazla uzatmadan ilim elde etme imkanının olduğu durumlarda cehalet özrünün muteber bir mazeret olamayacağına dair İslam alimlerinin bazı kavilleri ise şöyledir ;

İbn Teymiyye (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Özürlülük ancak giderilmesi mümkün olmayan durumlarda muteberdir. İnsan ne zaman doğru bilgiye ulaşma imkanı bulursa o zaman özürlü değildir.” [12]

İbn Teymiyye (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “İnsan hakkı bilme imkanına sahip olur da bu hususta gerekeni yapmaz ise mazur sayılmaz.” [13]

İbn Kayyım el-Cevziyye (Rahimehullah) şöyle demiştir ; “Kişi cehaleti ile ve bilgiden yoksun olması ile mazur olabilir. Kendisine Nebi’nin varlığı ulaşan kimse ise yeryüzünün neresinde olursa olsun onu araştırması kendisine farzdır. Eğer kendisine Nebi’nin uyarısı ulaşırsa, O’nu tasdik ve O’na ittiba kendisine gerekli olan dini bilgileri talep etmek ve bunun için gerekirse vatanından çıkmak üzerine farzdır. Eğer bunu yapmaz ise kafirliği, ateşte ebedi kalmayı, Kur-an naslarında bildirilen azabı hak etmiş olur.” [14]

İbn Hazım (Rahimehullah) ise şöyle demiştir ; “Affedilen cehaletin tespitinde ölçü ; cehaletin, genellikle sakınmanın mümkün olmadığı türden bir cehalet olmasıdır. Sakınmanın mümkün ve kolay olduğu cahillik ise affedilmemiştir. Şer’i kurallar, mükellefin gidermesinin mümkün olduğu cehaletin kendisi için bahane teşkil etmediğini göstermektedir. Allah Teala yarattıklarına mesajlarını ileten peygamberler göndermiş ve onlara gönderdiklerini öğrenip bunlarla amel etmelerini vacip kılmıştır. Kim öğrenmeyi ve ameli terk ederek cahil kalırsa iki vacibi birden terk etmesinden dolayı asi ve günahkar olmuş olur.” [15]

İHMALKARLIK VEYA YÜZ ÇEVİRME SEBEBİYLE OLUŞAN CEHALET, SAHİBİ İÇİN BİR MAZERET DEĞİLDİR

Cehaletin engelinin, sahibi için meşru bir mazeret olmadığı hallerden bir tanesi de ihmalkarlık ve yüz çevirme sebebi ile meydana gelen cehalettir. Her kimin cehaleti ilme karşı ihmalkar davranmasından ya da ilim kendisine geldikten sonra ondan yüz çevirmesinden kaynaklanıyorsa bu kimse ihmalkar davranması ve yüz çevirmesi sebebi ile suçludur. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur ;
“Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da, ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır ? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete ermezler.” (Kehf Suresi / 57. Ayet)

“Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldığı halde, sonra bundan yüz çevirenden daha zalim olan kimdir ? Şurası kesin ki biz, mücrimlerden intikam alacağız.” (Secde Suresi / 22. Ayet)
Şu durumda bugünkü insanların çoğunun durumunu düşünün. Bu insanların Allah’ın şeriatında cahil olmalarının sebebi, ilim talebinden yüz çevirmeleri, ilim meclislerindan uzak durmaları ve faydasız, oyun ve eğlence meclislerini bu yerlere tercih etmeleridir. Bu insanlar ilimden yüz çevirmeleri sebebi ile şayet imanı bozan bir şeyle karşı karşıya kalırlarsa, cehaletlerinden dolayı asla mazeretli kabul edilmezler.
Son olarak belirtmek gerekir ki, her aklıselimin kabul edeceği üzere bugün Kur-an ve Sünnet ilk günkü gibi tazeliğini korumaktadır. Allah’ın indirdiği hükümleri beyan eden alimlerin kavilleri aramızdadır. İnsanlar sahih bilgiye ulaşamadıkları için değil, bilakis Allah’ın vahyinden yüz çevirmeleri, onu öğrenmek için uğraş vermemeleri ve dünya meşgalelerine dalmaları sebebiyle Allah’ın dininden cahil kalmışlardır. Bu şartlar altında tevhidi tamamen iptal eden ve Allah’a şirk koşan bir kimsenin cehaletinin mazeret olması mümkün değildir.

Ve Alemlerin Rabbi Olan Allah’a Hamd Olsun..

Dipnotlar
[1] (Camiul Beyan, 13/251)
[2] (Tefsir’ul Kur-an’il Azim, 3/503)
[3] (El-Camiu li Ahkam, 7/315)
[4] (Mefatihu’l Gayb, 11/145)
[5] (Fethu’l Kadir, 3/117)
[6] (El-Usulu’l Munife li, s.39)
[7] (Taberi Terc., 2/778)
[8] (Beğavi Tefsiri)
[9] (Mecmuu’l Fetava, 16/483-486)
[10] (Fethu’l Kadir, 6/59)
[11] (el-Mensur fil Kavaid, 2/15
[12] (Rafu’l Melam, s.14)
[13] (Mecmuu’l Fetava, 20/280)
[14] (Medaricu-s Salikın, 1/239)
[15] (el-Faslu Fil Milel, 4/106)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.