Sayfalar

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz.

25 Ekim 2021 Pazartesi

Düğün Konuşması

Bismillah velhamdulillah vessalatu vesselamu ala Rasulillah, emma ba’d...

Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu...

Değerli Müslümanlar hepiniz hoş geldiniz, Rabb'imizin izniyle günümüzün önemi itibarıyla evlilikten bahsedeceğiz. Akabinde hepimizin malumu evliliğin getirdiği en tatlı meyve olan evlatların/neslin korunması konusuna diğer bir ifadeyle çocuklarımız noktasındaki sorumluluklarımız konusundada bir hatırlatmada bulunmaya çalışacağız. Gayret bizden başarı Allah subhanehu ve Teala dandır...

Evrensel bir din olan İslâm, her çağa, coğrafyaya ve topluma hitap etmekle beraber, ferdî ve toplumsal hayatın temel esaslarını belirlerken, insanoğlunun hem dünya hem de ahiret mutluluğunu hedef ve gaye edinmiştir. Ahiret mutluluğunun elde edilmesi, İslâm‟ın belirlediği ölçütler çerçevesinde sürdürülebilen huzurlu ve mutlubir dünya hayatının varlığına bağlıdır. İşte dünya hayatının huzuru, mutluluğu ve sükûnu, büyük ölçüde iyi bir eş seçimi yapmak suretiyle oluşturulan aile ortamı ve bu ortamda yetiştirilen sağlam nesiller sayesinde mümkün olmaktadır.

Muhammed (s.a.s.), öncelikle söz ve fiilleri ile insanlığa örnek olmuş ve onlara, her iki cihan saadetini elde edebilmeleri için, hayatlarının her safhasını kapsayan ilke ve prensipler koymak suretiyle rehberlik görevini ifa etmiştir. Konumuz
itibariyle bu ilkelerin en önemlilerinden biri de, sağlam bir aile yapısının ana unsuru olan eş seçiminde dindarlığın ön planda tutulmasıdır.

Bu noktadan konuyu biraz değelendirmeye çalıştığımızda, görüyoruz ki, Resulullah (s.a.s.) evliliği teşvik etmekle birlikte, eşin dindar olanının tercih edilmesinde hem dünya hemde ahiret saatetinin olduğunu belirtmektedir.

Bu noktada birkaç hadis zikredecek olursak;

“Nikâh benim sünnetimdir. Bundan yüz
çevirenler benden değildir.”(Buhari) demek suretiyle, evlilikten kaçanlar için, kendi yolundan
ayrıldıkları anlamında bir ifade kullanmıştır.

“Gençler! Sizden durumu müsait olan
hemen evlensin. Zira evlilik gözü (haramdan) çevirir ve iffetin korunmasına daha çok
vesile olur.”(Buhari) hadisinde ise, iffetli olmada evliliğin rolünü belirtmiştir.

“Kadın dört şeyi, yani malı, güzelliği, soy-sopu ve dindeki kemâli için nikâhlanır. Siz dindâr olanını tercih ediniz ki, elleriniz hayır görsün!..” (Buhari) hadisinde ise dikkati evlilikte tecih edilecek kişinin vasfına çekmektedir.

“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” (Furkân, 74)

Netice itibariyle evlilk, kaçınılmaz bir ihtiyaç, Resullah'ın süneti, haramdan korunmanın yolu, imanı korumanın vesilesidir...

Birde evliliğin getirdiği sorumluluklar var! Malesef evlilik müesesesinde en çok ihmal ettiğimiz konuda budur. Hem erkek hemde kadının ciddiyetile bilmesi gerekirki, evlilik ben olmaktan çıkıp biz olmaya başlamaktır, yani sorumluluk altına girmektir... Evet evlilik bir nimettir her nimette olduğu gibi evlilikte bir imtihandır.

Bundan dolayı özelde şimdi evlenen kardeşlerimizin geneldeyse bütün müslüman evliller bu konuya dikkatlerini yoğunlaştırmalıdırlar. Bu konuda baştada belirtmeye çalıştığımız gibi modelimiz Muhammed (s.a.s.) ve Eşleri olmak durumundadır. Bu ilkeye bağlı kalma kaydıyla kitaplar okumalı hatta kitaplar eşliğinde dersler yapılmalıdır.

Üzülerek belirtmek zorundayız ki, bu konudaki gevşek tutum, evliliklerin kalitesini düşürüyor hatta evliliklerin kimisini beklenen saadet yuvasından ziyade çekilmez bir çileye dönüştürüyor. Nasıl olmasın ki, kişi bir iş ya da bir işletme sahibi olurken bile yığınla araştırma ve çok fazla istişare ediyor olmasına rağmen kimi zaman başarısız oluyorda, evlilik gibi ulvî bir sorumluk konusunda gayri ciddi bir tutumla başarılı olsun? Ne mümkün!?

Konuyu daha fazla uzatmamak üzere evliliğin meyvesi olan çocuklar konusundada sorumluluklarımıza değinmek istiyorum.

"Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın." (Bakara, 128) ayetinde dikatinizi çekti mi? İbrahim (a.s)'ın ağzıyla bize öğretilen duada dahi, önce kendimizin doğrulmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz! Sahi biz anne-babalar sorumluluk sahibi birer mümin olsak yani, Allah'ın hududutlarına riayet edersek çocuklarımızda bize tabi olmazlar mı? İnsanlık tarihi boyunca istisnai vakalar hariç hep çocuklar kendi atalarına yani anne ve bababarına benzemişlerdir...

O halde neslimizin emniyeti için, ciğer parelerimizi Tahrim suresi 6. Ayette geçen, "yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşidinden koruyun" emri gereği kendimizi ıslah edelim ki, çocuklarımızı bahsi geçen cehhennem ateşinden korunmaya çalışmış olalım.

Unutmayalım ki, anne-babalar birinci dereceden çocuklarından mesuldurlar. Kimilerimizin aklına "çocuğumu tağuti sistemin eğitiminden koruyorum, daha ne olsun" türünden düşünceler gelebilir. Bilelim ki, bu tür düşünceler yanlış yani İslam ile bağdaşmaz. Çünkü, çocuklarımız geleceğimizdir, geleceğimiz olan çocuklarımızı ise sadece tağuti eğitim korumlarından korumamız yetmez. Ancak eğitim ile sorumluluğumuzun bir kısmını yerine getirmiş oluruz... Bu ise başta güzel/doğru örnek olmamızla mümkündür. 

Dikat etikse, kaliteli bir toplum ya da kaliteli çocuklar hep kaliteli evler/evlilikler ile mümkün olmaktatır. Zaten başkasıda realiteye uygun düşmez.

O halde sözü daha fazla uzatmadan, hazır bir aradayken sözümüzün her müslümana isabet edebileceği şekilde noktalayalım.

Değerli müslümalar, Islah olmuş bir toplum, kaliteli bir gençlik ve huzurlu yuvalar istiyorsak, birinci ve en önemli sorumluluğumuz, ben ne durumdayım? Sorusuna samimiyet ile cevap vermekten geçer.

Misal; anneysek, çocuklarımızı geleceğe yani ahirete yönelik nekadar hazırlıyoruz? İşimiz gücümüz yemek, elbise vs. Mi? yoksa derdimiz çocuklarımızın islami durumu mu? Elbette bu soruların gerçekçi cevabı işe yarar. Yoksa sabahtan akşama kadar elinde telefon, o dizi senin bu dizi benim, o mağaza senin bu mağaza benim şeklinde günleri öldüren bir ebeveyn istediği kadar benim derdim çocuklarımın islamı desin... gerçekci değildir...

Hasılı kelam; muhterem müslümanlar sözlerimiz meclisten dışarıya değil, bizzat bizedir. Öyleki kendimize ilaç olmasını temenni ediyoruz.

Rabbim, sen şu ahir zaman dönemine isabet etmiş olan bizlere dinimizi koruma gücü ver. Evliliklerimizi razı olduğun şekilde sürdürmemizi bize nasip et. Çocuklarımızı birer ismail misali emrine amade olacak olgunluğa ulaştır.

Yeni evlenmiş olan çiftimize hayırlı birer eş olmalarını ve kendilerine göz aydılığı olacak bereketli zürriyetler nasip et! Amin.

Elhamdülillahi rabbil alemin...



Devamını oku...

29 Aralık 2019 Pazar

Din, Güzel Ahlâktır!

Bir kandil düşünün. İçi islemiş, dışı
tozlanmış ve fitilinin yanan kısmı kesilmemiş. Bu bakımı yapılmamış ve körleşmiş kandil dışarıya ne kadar ışık verebilir ki?!

İşte aynen bu misalde olduğu gibi, İslam ahlakı ile ahlaklanmamış kimsede böyle kör bir kandil gibidir! Oysa mümin tevhid ile birlikte İslam ahlakıyla ahlaklanmış olmalıdır. Öyleki hem kendisine hemde etrafına faydalı olup, sahip olduğu dini temsil edebilsin!

İslam'ın teşvik ettiğini yerine getirip zemmettiğinden sakınmak için müminin güzel ahlak ile ahlaklanması ve kötü ahlaktan uzak durması gerekir. Çünkü müşrikler de olan ahlakî bir zafiyet veya ahlakî bir problem ciddi manada eleştirilmezken, mümin İslam'ı temsil ettiği için hemen eleştirilir. Küçük bir hatası insanlar tarafından abartılır. Sigara içmek haramdır. Sıradan bir insanın sigara içmesi insanlar tarafından ciddi manada eleştirilmeyip normal karşılanırken, mümin içtiği zaman ciddi manada eleştirip tepki verilir.

AHLÂK SABİT DEĞİLDİR, DEĞİŞTİRİLEBİLİR
“Halk” kelimesi insanın bedenî yaratılışını ifade eder. Manevi yaratılış ise “hulk” kelimesi ile anlatılır. Ahlâk “hulk” kelimesinin çoğuludur. Yani ahlâk; “manevi yaratılışlar manzumesi” gibi bir anlam taşımaktadır. İnsan fiziksel yönüyle ebeveynine veya akrabalarına benzeyebildiği gibi ahlâkî özellikleri ile de benzeyebilir. Fakat ahlâk kalıtsal değildir. Değişebilir. Dolayısı ile bir insan “ne yapayım ben böyleyim, beni böyle kabul edin!” diyemez. Bu kötü ahlâkta ısrar etmekten başka bir şey değildir. İnsan istedikten sonra hasletlerinin mecrasını değiştirilebilir. 

Bir insan belki kıskanç olabilir. Fakat öğrendiği hakikatler ve İslâm terbiyesi gereği hasedini gıptaya çevirerek güzel insanların güzel hallerini arzu eder.

Kimi insanda da kendini aciz düşürecek derecede düşmanlık hisleri bulunabilir. İllaki birilerine düşman olmak ister. Aldığı İslâm terbiyesi ile bu hissini mümin kardeşleri ve arkadaşları üzerinde değil, kendini daima şerre sevk edip cennetten uzaklaştıran şeytan ve şeytanın arkadaşlarına yönelik istimal edebilir.


 Yani İslâm terbiyesi ile hırs azime, inat sebata, gurur vakara vs. dönerek kötü ahlâk güzel ahlâka inkılâp etmiş olur.

İnsaflı olmak, insanların hatasını görmemek, hüsnü zan etmek, su-i zandan kaçınmak, arkadaşlarının eziyetlerine göğüs germek, onlardan şikayetçi olmamak, hep kendi ayıp ve kusurlarıyla meşgul olmak, kendi nefsini kınamak, güler yüzlü olup, herkesle yumuşak konuşmak güzel ahlâkın en bariz alametlerindendir.

Güzel ahlâklı kimse, edeplidir az konuşur, hatası azdır, gıybet etmez, Allah için sever, Allah için buğzeder, emanete riayet eder, komşu ve arkadaşını korur. Bütün hasletlerin başı ise hayadır.

Katade oğlu Umeyr der ki: Bir adam: “Hangi Mü’minin imanı daha kamildir?” deyince de: Rasulullah (sav): “Ahlâkı en güzel olanların imanıdır” buyurdu. (Taberani) İki haslet vardır ki, mü’minde bir araya gelmezler: Cimrilik ve çirkin ahlâk. (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn-i Mace) 

Mü’ minlerin iman bakımından en olgun olanları, ahlâkı en güzel olanlarıdır. En hayırlılarınız kadınlarına en hayırlı olanınızdır. (Ebu Davud)

Güzel ahlaklı olmamızı bize emreden Allah Rasûlü, bunun faziletlerini ve faydalarını da beyan etmiştir ki kişi buna daha fazla önem versin.

En hayırlı Müslüman olmak için güzel ahlaklı olmak gerekir... Allah ve Rasûlü Müslümanın en hayırlı özelliklerini Kur'an ve Sünnet'te açıklamışlardır. Müslümanın en hayırlı özelliklerinden bir tanesi de güzel ahlaklı olmasıdır. 

Abdullah b. Amr b. As'tan radıyallahu anh rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:' ''Rasûlullahçirkin söz söyleyen ve çirkinliğe yeltenen biri değildi. O şöyle derdi : 'Sizin en hayırlarınız ahlakı en güzel olanlarınızdır.' " (Buhari, Müslim)

Kıyamet günü kulun terazisinde en ağır amel güzel ahlaktır... Kıyamet günü terazi kurulduğu zaman herkes hayır amellerinin daha ağır basmasını isteyecektir. Bunun olabilmesi için dünyadayken bunun hazırlığının yapılması gerekir. Bunun yollarından bir tanesi de güzel ahlaktan geçer.

Güzel ahlakın sayesinde gündüz oruç tutan gece ibadet eden kişilerin derecelerine ulaşabilirsin... Geceleri kaim gündüzleri saim olmak sahabenin temel özelliklerinden bir tanesi idi. Bu gün sen de bunu yapıp onların aldığı ecri alabilirsin. Eğer yapamıyorsan üzülme ahlakını güzelleştirerek bu mertebeye ulaşabilirsin. 

Aişe'den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:" Rasûlullah'tan işittim şöyle buyurdu: 'Mümin, güzel ahlakı sayesinde, gündüz oruç tutup gece ibadet eden kişilerin derecesine ulaşır.' " (Ebu Davud)

Cennete gidip ve cennetin en üst mertebesinde bir evinin olmasını ister misin? Eminim ki herkesin bu soruya vereceği cevap evet olacaktır. Eğer gerçekten istiyorsan şu hadisleri uygula ve güzel ahlakınla istediklerini elde et. Ebu

 Hureyre'den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre Rasûlullah şöyle demiştir:" Rasûlullah'a insanların cennete girmesine en çok sebep olan şey soruldu: 'Takva ve güzel ahlak' buyurdu. İnsanların cehenneme en çok girmesine sebep olan şey soruldu: 'Ağız ve avret yeri' buyurdu." (Tirmizi)

Ebu Umame El-Bahili'den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:" Haklı da olsa tartışmayı terk eden kişiye cennetin kenarında bir ev verileceğine kefilim. Şaka da olsa yalanı terk eden kişiye cennetin ortasında bir ev verileceğine kefilim. Ahlakı güzel olan kişiye de cennetin en yüksek yerinde bir ev verileceğine kefilim." (Ebu Davud)

Rasûlullah'ın en çok sevdiği ve ona kıyamet günü en yakın olanlardan mı olmak istiyorsun? Eğer çok istiyorum diyorsan şu hadisi dinle ve uygula:

Cabir'den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:" İçinizde en çok sevdiğim kişiler ve kıyamet günü bana en yakın olan kişiler ahlakı en güzel olanlarınızdır.'' (Tirmizi) 

Suyun buzu erittiği gibi, güzel ahlâk da günahları eritir. (Yok eder.) Kötü ahlâk da, sirkenin balı bozduğu gibi (güzel) amelleri bozar. (Taberani)

Netice itibariyle, Kişi ancak Kur'an'ın istediği ahlakla ahlaklanırsa güzel ahlak sahibi olabilir. Bunun olabilmesi için Kur'an-ı Kerim'de zikredilen güzel ahlak çeşitlerini bilmesi gerekir. Kur'an-ı Kerim bize güzel ahlakı öğretirken farklı metotlar izler. Bazen onu emreder… Bazen yapmayanları kınar… Bazen de örnek olan insanların hayatlarını beyan ederek teşvik eder…

Devamını oku...

11 Mayıs 2019 Cumartesi

Yellendikten Sonra Kokuya Şaşırmak

Bu toplum 'yellendikten' sonra burnuna gelen kötü kokudan
rahatsızlığına şaşıran ve tepki gösteren kişiye benzer. Alçakça işlenen istismarlar herkesin yüreğini dağlıyor kuşkusuz, boğazlar düğümleniyor. Metrobüslerde rezil bir şekilde ifşa olan mide bulandırıcı tecavüzler illallah ettiriyor. İçip içip etrafa saldıran, trafikte can alan sarhoşlar sabrı taşırıyor. Ancak siyasiler, haber veren muhabirler, kanaat önderleri, yazar ve senaristler şarkınlıkla müşahede edip tepki gösteriyorlar. Aslında bu durum, yazarların, karma eğitim sisteminin ve müfredatının, cinsel temalı ve tecavüz özendirici sahneleri ile reyting rekorları kıran filmlerin, haddi aşan modanın ortaya çıkardığı iğrenç bir "koku" dur. Şaşılacak şey, bu toplumun ürettiği bu iğrençliğe şaşırmalarıdır. Şaşırmayın, bilakis kendi ürününüzle sevinin!

Cinselliği Freud babalarından ders alıp tıpkı yeme içme gibi aynı şart ve zeminde insani ihtiyaç olarak görmek, komuya açık alanlarda; park, bahçe, vapur ve metrobüslerde cinsel davranışlar sergilenmesine çağdaşlık ve modernizm 'referansı' kabul etmektir bunun yegane sebebi. Zira, yatak odalarındaki en mahrem ilişkilerini hayvandan daha pervasız bir şekilde 'gönüllü' şekilde park ve sokaklarda sergilemeye onay verenler, 'gönül' alamayan tecavüzcülerin zoraki tecavüzlerine hazır olmalılar.


"Hadım, hadım!" ya da "idam idam" diye bağıran çığırtkanlar ise insanların en yüzsüzleridirler. Seçimlerde bütün iğrenliklere 'kanun' çıkarmaları için sandık başında kavga verip de idam istemek, zehir içip tedavi olacağını düşünen şarhoşun işidir. Allah topunuzun belasını verecek. İçki içip karısının boğazını keseni mi söyleyelim yoksa Prof olup kadeh kaldırdıktan sonra asiatanına tecavüz edeni mi? Baştan başa kepazelik doğlu süslü ve şatafatlı bir hayat.


Bilgi sahibi herkese ayandır ki, İslam, sadece işlenen bir suça verilen idam cezası değildir ya da ruhi ahlak yumağı da değildir veya ibadetler dini de değildir. Hele vicdan rahatlatma ve takma bir isimden asla ibaret değildir. İslam gelmiş geçmiş tüm sistemlerden 'inanç, yaşam, hukuk, adalet ve ahlak' bakımından tartışmasız üstün, dört yanı mamur bir "yaşam tarzıdır". Kişi ya büsbütün İslam dinine girer, cahiliye sistemi ve halkından yüz çevirir, Allah'ın egemenliğini gasbeden zorbaları reddedip Allah'ın Rab'liğini pratiği ile tastik eder ya da büsbütün terkeder. Bu  üçüncüsü olmayan iki yoldur. Elbette bu, hakikat açısından böyledir. Yoksa dileyen tıpkı bir çocuğun kendini silikon emzikle avuttuğu gibi, kuru bir 'Müslümanlık' ismi veya akideden yoksun bir ibadet ve İslam ahlakıyla kendini avutabilir. Bu ise ya Yahudilerin kaypaklığına benzeyen bir 'isim' den ibaret olur ya da dindar Hıristiyanların yaptığı gibi ruhi bir terbiyede takılıp kalır. Her gün namazda okunup Allah ile yapılan Tevhid üzeri sadakat sözleşmesinin "Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine(yahudileşenlerinkine) ve sapıklarınkine(Hıristiyanlaşanlarınkine) değil. ﴾ Fatiha 6-7﴿ ayetine göre her Müslüman büsbütün cahiliyeden arınır ve tamamen İslam'a geçer. Böylece hayatının tüm noktalarını, düşünce şeklinin her köşesini, davranışlarındaki tüm refleksleri siyasi anlamını da içinde barındıran "Allah'ın egemenliğine teslim" eder, Müslüman olur, kafasını rahat eder. Şirkin karanlığından kurtulup cahili hayatın türbülansın çıkıp aydınlık ve selamete kavuşur.

Ya Rab! Mübarek Ramazan ile beraber bizi arındır ve girişimcilik ruhu bahşet. Amin. Vesselam.
Devamını oku...

24 Mart 2019 Pazar

HER MÜSLÜMAN SORUMLU BİR DAVETCİDİR

Her müslüman, sorumlu bir davetçidir. Bu davet bir tercih değil, bilakis zorunluluktur. Allah’ın omuzlarına bıraktığı bir sorumluluk… Allah’ın, kulu üzerindeki hakkıdır.
Nitekim Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz Muaz b. Cebel’e hitaben; “Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin? ”diye sordu. Muaz: “Allah ve Resulü bilir.” dedi. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle devam etti: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, ona ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi ona ortak koşmamalarıdır. Peki, bu görevlerini yerine getiren kulların Allah’ın üzerindeki haklarının ne olduğunu bilir misin?” Muaz: “Allah ve Resulü bilir.” dedi. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: “Onların Allah üzerindeki hakları, Allah’ın onlara azap etmemesidir” diye buyurdu. (Buharî, Müslim,)
Hak, kişinin Allah’a ibadet etmesi, O’na şirk koşmamasıdır. Allah’ın yarattığı arzda O’nun otoritesini başkası ile paylaşmamak, sadece O’na boyun eğip itaat etmek ve her türlü egemenliği kayıtsız şartsız Allah’a ait kılmak. Kula kulluğu reddedip Allah’a kul olma özgürlüğüne kavuşmaktır. Bu bir onur, İzzet ve şeref olmanın yanında hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi Allah’ın, kulu üzerindeki hakkıdır.
Bu hak, başka bir ifade ile namus borcudur; iffettir. Allah’a karşı İffet, tevhidi iffet. İffetine halel gelmesin diye, titiz davranmak, ince eleyip sık dokumak. Allah’a kulluğa, yabancı unsurlar karıştırmamak. Özellikle, Tevhid’in özünden kaynaklanan ‘hararetten’ ötürü gençlerde ‘provakatif’ bir açıklık oluşur.
Dışardan gelen tahriklere karşı açık hale gelir, acelecilik, yakıp yıkma, savaş naraları gibi heyecanlara kapılma halet-i ruhuna girer. Oysa, bu kuralsız davranışlar, müslümanı basite indirger, saygısını yitirir ve ‘lailahe illallah’ davasına gölge düşürür. Artık, konu komşusu ve dinleyip duyanlar, onun tevhid davetine değil agresif davranışlarına odaklanırlar.
Bundan ötürüdür ki, Rasüli Ekrem, sürekli Ashab’a telkinde bulunmuş ve Rab Teale bu hususu Kur’an’a taşıyarak ebedi bir düstura dönüştürmüştür. “Elinizi savaştan çekin, namazı dosdoğru kılıp zekatı verin(Nisa 77)” düsturu gereği müslüman büyük bir ağır başlılıkla Tevhidi yaşar ve yaşatma mücadelesi verir. Bu mücadelede asla ayette bahsedilen olgun ve ağırbaşlı tutumundan vazgeçmez. Geçici heveslere kapılıp ne kendisini ne de davasını töhmet altında bırakmaz. Zira İslam, zaman zaman etrafımızda şahitlik ettiğimiz “bir anda alev topuna dönüşüp etrafı kasıp kavuran” örgütsel bir heyecan değildir. Uzun soluklu, emin adımlı Adem(as)’dan başlayıp Muhammed(asm) ile devam eden kadim bir kervandır.
Davet kervanı; pratik hayata yön veren, sosyal, siyasi, ekonomik ve ahlaki boyutu olan dört yani mamur bir kervandır, yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzı, etrafındaki insanlara bir örneklik ve önderlik olur. Cahiliye insanı, bu yaşam tarzından hoşlanmasa da vakur duruştan ötürü saygı duyar ve içten içe sempati hisseder. Çünkü etrafa hiç bir zararı olmayan, içinde bulunduğu toplumunu sürekli iyiye, hayra ve Allah’a davet eden olgun kişilik vardır. İnsanların özlem duyup bir türlü başaramadığı kişilik…
Devamını oku...

SÖZLEŞMELER VE İMZA MESELESİ

Hâmd ve Hüküm Allâh sûbhânehû we-teâla’ya aittir.

Konuyu İslam hukuku açısından değerlendireceğimizden dolayı şu kâideyi bilmemiz gerekli olacaktır. ‘’Akitlerde maksat ve manaya itibar edilir, lafızlara değil. Bir işte maksat ne ise hüküm ona göredir.’’ Bu usul kaidesinden anlaşılacağı üzere, sözleşmelerde asıl olan lafızlar değil, o ibarelerin hangi niyet ve amaçla konduğu ve bunların hangi manaya geldiğidir. Demek ki, herhangi bir sözleşmedeki bir sözün hangi mana ve maksat için olduğunu bilinmeden onunla ilgili bir hükümde bulunulamaz. Bizim metodumuz da akitlerdeki mana ve maksadı anlayıp ona göre hükmü tespit etme üzere olacaktır.

İslam âlimleri arasında yazının söz gibi olup olmadığıyla ilgili bir ihtilaf vardır. (Birçok fıkıh kitabında bu ihtilaf uzun uzun anlatılmaktadır. Konuyu uzatmamak için onları buraya almadık. Dileyen fıkıh kitaplarına müracaat edebilir.) Bu ihtilafın nedeni nasslar değildir. Yazıyı söz gibi kabul etmeyenler, içinde yaşadıkları dönemin etkisiyle böyle bir kanaate varmışlardır. Onlara göre yazının değiştirilme, tahrif edilme gibi bir riski vardır. Bizim söz konusu ettiğimiz sözleşmeler için böyle bir ihtimal düşünülemez. Dolayısıyla böyle bir ihtilafı gündeme getirip yazılı sözleşmeleri hükümsüz saymak, vakıa ile bağdaşmaz. Böyle bir iddiada bulunmak ya hakkı anlayamamak ya da hakikati gizlemekten başka ne olabilir!
Doğalgaz, elektrik, su ve Mobil Hat… Gibi sözleşmeleri tek taraflı bildirimler olarak değerlendirmek de doğru bir yaklaşım değildir. Bir sözleşmede icap ve kabul varsa ona tek taraflı bildirim denemez. (Konunun detayı fıkıh kitaplarından okunabilir, Google’dan değil.) Söz konusu olan sözleşme metinleri şirketlerin sunduğu icap metinleridir, onları imzalayan müşterinin imzası ise kabul anlamını taşır. Gözünü kapatan kendine karanlık yapar, güneşi kapatmış olmaz.

Zaruretten dolayı küfür içerikli sözleşmeler imzalanabilir, diye fetva verenler de vardır. Zaruretten dolayı bir ruhsat söz konusu olacaksa, ancak bu nass ile olur. Yoksa kişisel maslahatla olmaz. Domuz eti yeme haram kılınmıştır. Muztar durumda olan için yeme ruhsatı da nass ile belirlenmiştir. Yine ikrah durumunda küfür sözü söyleme ruhsatı da nass ile meşru kılınmıştır. Nassa dayanmayan her ruhsat heva ürünüdür. Rehberi heva olanın kendisini bulacağı yer dalalettir.
Ayrıca bu konuyla ilgili birçok iddia yazılıp çizilmektedir. Bunların tamamını burada serdetmenin manası yoktur. Konu açıklandıktan sonra, İnşâAllâh bu iddialar da cevap bulacaktır.

Sözleşmelerin içerikleri birbirinden farklı olduğu için, haliyle de hükümleri de birbirinden farklı olacaktır. Bunların bir kısmı açık açık küfür içermektedir. Mahiyetleri ve maksatları tamamıyla küfür ihtiva ettiği için bunların hükümleri de gün gibi ortadadır. Bunlarla ilgili bir örnek verip geçelim.   Azıcık haberi olan herkes bunların küfür olduğunu bilir.
Asli devlet memurluğuna atananların imzaladıkları  yemini örnek vermemiz yeterli olacaktır. İnşâAllâh

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını Milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin millî, ahlâkî insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan millî, demokratik, lâik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”

Bu metin, memur olmak isteyenlerin TC.’nin resmi dinini kabul etmelerini istemektedir. Bu metnin tamamı Allah’ın dinini ret anlamı taşır. Bu metni imzalayan Kemalizm dinine girdiğini beyan etmektedir. Bu hem içerdiği mana itibariyle, hem de lafzen küfürdür. Bu metni imzalayan Tâğut’un dinine girmiştir. Namaz da kılsa, oruç da tutsa, ben İslam’a hizmet için yaptım da dese halis muhlis müşrik olur.
O halde kim Tâğût’u inkâr edip Allah’a iman ederse, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır.’’[1]
Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.’’ [2]
Bir kısım sözleşmeler de içerik olarak küfür anlamı taşımadıkları halde ihtilaf konusu olmaktadır.

Tartışmanın sonuçlanamamasının sebebi, konuyla ilgili görüş belirtenlerin meseleye vakıf olmamalarıdır. Hukuki bir konu olması hasebiyle vakıanın hukuki zeminde anlaşılması gerekmektedir. Maalesef meseleye hüküm bina etme cüretinde bulunanların araştırma ihtiyacı duymadan konuşup yazmaları insanların kafasını karıştırmıştır. Aslında bu konuyu bulandırmaktan başka bir şey değildir.

Bunların bazıları ne olursa olsun bu sözleşmeleri her durumda imzalamanın küfür olduğunu söylüyorlar.Bazıları ise, bunlara küfür hükmünü verdikten sonra, işin içinden kendileri de çıkamamakta ve sonuç olarak da sözleşmelerin bazı kelimelerini veya harflerini çizerek ya da değiştirerek tahrifat yaptıklarını iddia etme gibi, komik bir duruma da düşmekteler. Mesela Doğalgaz sözleşmesini imzalarken yetkili firmanın haberi olmadan harf değişimi yaparak veya çizgi çekerek kendilerini kurtardıklarını düşünmekteler. Hâlbuki bu sözleşme metinleri bu şirketlerin genel merkezlerinde hazırlanmakta ve müşteriye bir değişiklik yapma hakkı tanımamaktadır. Şirket görevlisinin bile bu maddeler üzerinde tasarruf yetkisi bulunmaz. Onun vazifesi ise müşteriye metni imzalatmaktır. Kendileri de biliyor ki, tahrif adı altında yaptıklarının, kendi kendilerini aldatma dışında, bir kıymeti yoktur.
Dijital ortamdaki anlaşmaları bazı programlarla sadece ekranda kendilerine kapattırarak, yani yanında bulunan kitabın üzerine bir örtü atıp kitap yok demek gibi, bir buton üzerindeki yazıyı kapatıp üzerine başka bir yazı yazarak, tabii ki bu yazı sadece kendilerine gözüküyor, bu yazdıkları yazıya tıkladıkları zaman karşı tarafa butona yazılan ilk yazıyı kabul ettiğini  bildiren birtakım insanlar da kendi kendilerini kandırmacayla avunmakta, başkalarını da bundan dolayı tekfir etmekteler. Bu durum insana Osmanlı bankasındaki saati hatırlatmaktadır. Osmanlı’da güya faiz yasak olduğu için, bir hile ile bir saat üzerinden sattım aldım yapılarak, aslında bir alış satış yok ama görünüşte bir saat alınıp satılıyor gibi yapılarak, faizli işlemler yapılıyordu.

Böylelerine, dürüst olun, kendinizi kandırmayın, sözleşmeleri de imzalamayın ki, samimi olduğunuzu bilelim, demekten başka ne söylenebilir. Peki, bu harf değişimleri ve çizgi çekmeler hakikatte bu sözleşmelerdeki hükümleri değiştirmekte midir? Hayır!  Bunu kendileri de biliyor. Eğer bunlar dinlerinde dürüstseler, sözleşme yaptıkları şirketlerin yönetimleriyle oturup anlaşarak, bu sözleşme maddelerini değiştirmeliler. Bunun da olamayacağı da bilindiğine göre, kişi kendi kendini kandırmakla ne dünyevi ne de uhrevî hükmü değiştirebilir.
Şöyle garabetlerle de internette karşılaşıyoruz; Adam Facebook, Blogspot, WordPress gibi firmalarda hesap açmış, sonradan bunun küfür olduğu kanaatine varmış. Kendisini küfre soktuğunu düşündüğü anlaşmayı reddettiğini firmaya bildirip yeni bir anlaşma yapması lazım. Bu da karşı taraftaki firmalar tarafından kabul edilebilecek bir şey değil. Ne yapması lazım? Tabii ki, hesabı kapatması lazım. Yok, yok, bu arkadaşlar uyanık, ne yardan ne de serden geçerler. Bunu yapmayıp firmayla yaptıkları anlaşmayı olduğu gibi bırakıp okuyucusuna, yani bize, bu sözleşmelerdeki küfür maddeleri reddettiklerini bildirmektedirler. Bu ne yaman çelişkidir… Bu ne anlayışsızlıktır… Ne büyük tutarsızlık…

Kafayı kuma gömersem, avcı beni görmez misali…  Aklı olan görüyor: kral çıplak…

Bilgisayar dilinde “onaylama” tuşu giriş anlamı taşır, dolayısıyla buna bir hüküm bina edilemez, diyenlere ise sadece gülünür. Bunların amacı dinin hükmünü tespit edip ona itaat değil, konumlarını meşrulaştırma çabasından başka bir şey değildir.

Meseleyi anlamadan hüküm verenin çözümü de ancak bu kadar olur…
Bu, dini ciddiye almamadır…

Helal, haram, küfür, şirk hükmü vermenin hakikatini kavrayamamadır…
Su, elektrik, gaz, internet, telefon… Gibi sözleşmelerdeki şu maddenin ‘’İhtilaf vukuunda İstanbul mahkemeleri ve icra daireleri yetkilidir.’’ anlaşılması aslında meselenin de anlaşılmasını sağlayacaktır:
Bu madde ufak tefek farklarla beraber mana olarak çoğu mal ve hizmet alımı sözleşmelerinde yer almaktadır. Öncelikle, bu madde sözleşmelerde yer almasa Türk mahkemeleri meseleye bakamaz anlamını taşımaz. Bu maddenin yer almadığı bir sözleşme neticesinde ihtilaf doğduysa ve bu da mahkemeye intikal etmişse Türk mahkemeleri soruna bakar. Sözleşmeyi yapan taraflardan biri,  bizim sözleşmemizde yetkili mahkeme belirlemediğimiz için, sizin bunda yetkiniz yoktur, diyemez. Çünkü T.C. kendi sınırları içerisinde kendi mahkemeleri dışında bir mahkeme tanımamakta ve bu konuda cehaleti de mazeret saymamaktadır.
Şunun çok iyi anlaşılması gerekir: Bu madde, T.C.  mahkemelerini  kabul anlamını taşımamaktadır. Bu madde Türk hukukuna göre sözleşmelere konmaktadır ve aynı kanunlarda Türk mahkemelerinden başka mahkeme ve kanunlarından başka kanunlarla yargılanma suç olarak değerlendirilmektedir.

Bazı kimselerin şöyle demesi ‘’Eğer mahkemeyi kabul etme anlamı taşımasaydı,“ yetkilidir“ sözü sözleşmelerde yer almazdı,’’ iddiası da  bu kavramın ne anlama geldiğini bilmemekten ileri gelmektedir. Meselenin can alıcı noktalarından biri de budur. Hukukta bu kelimenin anlamı bilinirse mesele büyük oranda aydınlanacaktır:
“ Hukuk usulü muhakemeleri kanunu hükümleri uyarınca, yetki, uyuşmazlığa hangi yer mahkemesince bakılacağı hususudur.“
“Hukukta yetkili mahkeme, davanın hangi mahkeme alanına girdiğini belirtir.“Demek ki hangi mahkemenin hangi davaya bakabileceği yetkisini biz değil, T.C. vermiş. Bunu kanunla belirlemiş. (HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU, 6100 nolu Kanun vb. gibi kanunlara bakabilirsiniz.)

Bazıları kalkıp, bu kanunlardan bize ne, diyebilir. Bizim hükmünü anlamaya çalıştığımız da zaten bu kanunlardır. Söz konusu olan sözleşmelerdeki yetki maddesi bu kanunlara göre oraya konmuştur. Bu madde kime göre konmuşsa onun yüklediği anlama göre ancak, tanımlayabilir ve hükmünün ne olduğunu anlayabiliriz. Bizim, Atatürkçülüğün hükmünü anlayabilmemiz için, Atatürk ve ilkelerini bilmemiz gerekmektedir. Onu da kimden öğrenmemiz gerektiği bellidir. Lat putunun hükmünü anlayabilmek için de Mekke müşriklerinin ona ne anlam verdiklerini bilmemiz lazım. Yusûf Sûresinde müşriklerin edindikleri düzmece ilahlar için Allah şöyle buyurmaktadır:
Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.’’ [3]
Bu ayetten de anlaşıldığı üzere Allah’a şirk koşulan düzmece ilahların aslında bir hakikatleri yoktur. Müşrikler, bu varlıkları kendi zanlarınca ilahlaştırmaktalar. Allah da bu vakıaya göre hükmünü koymuş ve bunların batıl oluşunu bize belirtmiştir.

Görüldüğü gibi yetki kelimesi, mahkemenin hükmünü kabul ettirme anlamını taşımıyor, ihtilaf konusunun T.C. mahkemelerinden hangisinin kapsamına girdiğini ifade etmektedir.
Peki, bu madde  sözleşmelere niçin konmaktadır?
.   Bunun iki sebebi var:
1. Mahkemenin yerini bildirmek. Bu firmalar çeşitli yerlerde açılmış olan davalarla uğraşmak istememektedir. Onun için mahkeme yeri belirlemektedirler.
2. İstinaf mahkemeleri, icra mahkemeleri, aile mahkemeleri…  Gibi birçok T.C. mahkemeleri vardır. Sözleşmeleriyle ilgili ihtilafın hangi mahkemenin alanına girdiğini belirtmekteler.

Böylece anlaşılmış oldu ki, bu madde, mahkeme yeri ve çeşidini bildirmektedir. Bu madde sözleşmelerde yer almasa da bu firma ve kişiler inançlarına uygun olarak aynı mahkemelerden hüküm isteyecekler. Müslüman açısından da bu maddenin sözleşmelerde yer alıp almaması bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü Müslümanın Tâğut’un mahkemesine başvurma ve ondan hüküm istemesi akidesi gereği küfürdür.
Vakıa anlaşıldığına göre, bu mesele için getirdikleri delilin de bu meseleye delalet etmediği ve bu mesele için delil olmadığı da anlaşılmış olmaktadır.
‘’Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur.’’  [4]
Vakıayı anlamadan veya yanlış değerlendirerek hüküm koymak büyük bir cürümdür. Üstelik bu meselede küfür hükmüne varanlara baktığımızda, yazılarını çeşitli fıkhi kaidelerle süslemektedirler. Alakasız ve gereksiz birçok lafla adeta insanları lafa boğmaktalar. Kendilerini meseleye hâkimlermiş gibi göstererek riyakârlığa da gidebilmektedirler. Bu durum insana ehli kitabın şu halini hatırlatmaktadır:
Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Hâlbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.“ [5]
Bir meselenin hükmünü tespit edebilmenin birinci şartı vakıayı (menat) anlamaktır. Vakıayı anlamayan fıkıh usulünü yutsa, İslam ahkâmını bilse de doğruya varamaz. Usul kaidelerine göre de öncelikle vakıanın anlaşılması gereklidir.

Demek ki, sözleşmelerdeki maddelerin, ihtiva ettiği anlama göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Yukarıda anlatıldığı gibi bazı sözleşmelere imza atmak insanı küfre sokar, bazıları için ise küfür söz konusu olmaz. Vakıayı bilip ona göre değerlendirmek gerekmektedir.
Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.“ [6]
Son olarak, Hâmd Âlemlerin Râbbi olan Allâh’a aittir. Doğrusunu O bilir.
[1] Bakâra Sûresi 256.Ayet
[2] Al-i İmrân Sûresi 85.Ayet
[3] Yusûf Sûresi 40.Ayet
[4] Şûra Sûresi 10.Ayet
[5] Al-i İmrân 78.Ayet
[6] İsrâ Sûresi 36.Ayet
Devamını oku...

14 Mart 2018 Çarşamba

Aldatıcılara Aldanmamak İçin

Adem (as)in yaratılışı dünyanın yaratılış amacı Allah (c.c) muhkem kitabında bize mükemmel bir üslupla hikaye ediliyor. İlkin Adem
aleyhi selam için Allah yeryüzünde bir halife yaratacağım diyor.

" Hani Rab’ın, meleklere «Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım» demişti..." [ Bakara 30 ]
"Sizi yeryüzünde öncekilere halefler yapan O´dur. Verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminiz üzerine derecelerle yükseltmiştir. Rabbin ceza verdiğinde çok süratli verir. Ama O, gerçekten çok affedici, çok merhametlidir." [Enam : 165]

Sonrasında şeytanın büyüklenmesi, adem oğlu ile şeytan ile arasında ebedi düşmanlık baş gösterdi.  Bu düşmanlık şeytanın hilesi ile adem ve Havva as ‘arin cennetten kovulması ile yeni bir dünyada devam etti, edecek..

"O vakit biz meleklere, Âdem´e secde edin demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu." [ Bakara : 34 ]

"Ey iman sahipleri! Hepiniz toptan barış içine girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır." [ Bakara : 208 ]

Kuşkusuz Allah Teâlâ yarattığı her şeyi hikmetle yaratmıştır. Bu şeytan ve yandaşlarının varlığında da aynıdır. İmtihan dünyasında iki cephe olmalıdır ki bir mücadele oluşabilsin. Ve Allah ezeli ilmi ile her şeyi olmadan önce bilir.

Süre gelen deneme ve imtihanda düşman farklı renklerde zuhur ediyor.

"Allah katından kendilerine, ellerinde bulunanı tasdikleyici bir resul geldiğinde, kitap verilenlerden bir fırka, Allah´ın Kitabı´nı hiç bilmiyorlarmış gibi kaldırıp arkalarına attılar." [ Bakara : 101 ]

Ilk zamanlar Müslümanlar arasında yalancı peygamberler ortaya çıktılar. Allah Resulünün (sas) öğrencileri onlara gereken cevabı verdiler. Gerek İslam’ı anlatarak gerekte cihad ederek küfrü yerinde ihtilafa girmeden yok ettiler. Sonrasında  zekatı vermedikleri için küfre girdiler. Sonuç yine ihtilaf edilmeden sonuçlandı.

Kimse bu insanların duygusal tepkilerini , yandaşlarının cehaletini öne sürerek berrak suyu bulundurmaya çalışmadı. Çünkü onlar şunu çok iyi öğrenmişlerdi bu din Allah'ındır. Katıksız değişmez aynı zaman zafiyetlere göre yoruma açık değildir. Küfre giren Kur’an ve sünnete göre belirlenir. Tekfir edilende tekfir eden de Allah’ın buyruklarına göre belirlenir. Yani ikiside keyfi davranamaz.

Bugünün müşrik toplumunun dinde at oynatma keyfiliği yoktu. Olmadı da.

"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyilik ve güzelliği belirlenmiş olana özendirirsiniz, kötülük ve çirkinliği belirlenmiş olandan sakındırırsınız, Allah´a iman edersiniz. Ehlikitap da iman etseydi, kendileri için, elbette hayırlı olurdu. İçlerinde müminler vardır ama onların çoğu sapıkların ta kendileridir." [Âl-i İmran : 110 ]

Bugün durum tamamen şeklen de fikrende değişmiş durumda. Allah'ın ayetini okuduğun zaman sorumluluktan kaçmanın yolu;  ya cehalettir bahane ve yahut muasır medeniyet te İslam ile hilafeti gerçekleştirmek mümkün değildir.

Son moda olan ise hilafetin çağrısı demokratik bir hak olarak yapılıyor!  Şeriatı dahi demokrasi izin verirse yapabilirler ne dehşet bir imanı kayma görülüyor.

İlimde derinleşmesi imanda sağlamlaşmaya yaramıyorsa o ilimde ilimi alanda İslam’a bir aykırılık vardır.

Bu gün İslam’ın bayraktarlığını yapması gereken birinin kamuoyu oluşturalım protesto yapmak çağrısı yapıyorsa bilin ki bu demokratça bir harekettir! Demokrasi kimilerine göre yorumlanır biliyorsunuz ki , demokrasi beşeri üretim olduğu için doğru düzgün bir tanımıda yok!

Yeni senorosyon dinde reformu dinden tamamen uzaklaştırılan halkı ikna ederek yapıyorlar. Son zamanlarda Suudi Arabistan en bariz hali ile reform yapıyor. Çok su kaldıran kadın hakları üzerinden. Gayri İslami uygulamalarla iyice katılaştırdıkları hamuru cıvıtmaya başladılar. Neymiş efendim kadın hakları veriliyor! Kadın hakları derken sinema, şalvarlı koşu! Ne muazzam hak iadesi! Yarın bu şalvarlı koşu yapın Suudi Arap kadınlar özgürlük mimarı olarak lanse edilecek!

Kadın pazarının kurulması için öncü kadınlar. Firavunun saray işçisi Israil oğulları akıllara geliyor zulüm çarkının öncü çevireni zulme uğrayan halklar. Günümüz Kürtleri gibi...

Halife Adem'in-Havva'nın torunlarını kandırmak için, şeytanın Allah adına yemin etmesine ihtiyacı kalmadı. Çünkü bu gün artık ne kadar Allah'sız o kadar özgür olacaklarını düşünüyorlar!

"İş bitirilince şeytan onlara şöyle dedi: Allah size hak bir vaatle vaatte bulundu, ben ise vaat ettim ama vaadimden caydım. Benim sizin üzerinizde bir sultam yoktu. Sizi davet ettim, siz de bana uydunuz. Hepsi bu. Şimdi beni kınamayı bırakın da öz benliklerinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Aslında ben sizin, daha önceden beni şirk aracı yapmanıza karşı çıkmıştım. Zalimler için acıklı bir azap öngörülmüştür." [14-İbrahim : 22 ]

 Dini yarım olanlara demokrasiyi verin. Bedel olarak ne isterlerse verirler!

Bunlar ilk defa yapılan tespitler değil elbette. İslam’ın bayraktarlığını yapan İslam alimleri bunu hiç durmadan vurguluyorlar.

Çözüm ; Kuran ve Sünnete katıksız olarak geri dönmekle mümkün. Bırakalım belamlarin dine fesat karıştırma çabasına. Çünkü onlar ancak fasıkları aldata bilirler. Zira Allah'ın biz kullarını şeytanın zayıf hilesinin tesirine koymayacağını biliyoruz. Tabi biz hakkı kendimiz için tek ölçü olarak kabul edip yaşarsak. 

"Rabb´i ona, Müslüman olup bana teslim ol! dediğinde o şu cevabı vermişti: Teslim oldum âlemlerin Rabb´ine!" [ Bakara : 131] "Allah´ın boyasını esas alın. Allah´tan daha güzel kim boya vurabilir! Biz yalnız O´na kulluk ederiz." [ Bakara : 138]

Bizim cemaatimizin asrı saadet Ashabın cemaate uyum sağlaması için Resulluh'in (sas) terbiyesini sünnetinden almamızla mümkün. Bir insanın kardeşimiz ve velimiz olması için iman şartı olmalı tıpkı darul erkama girince Ömer'in İslam düşmanı olması iman edince kardeş olması gibi. Tıpkı İslam kardeşi olan İkrimen'in mürtet olunca düşman olması gibi. İslam üzerine bir araya gelen nadide toplum. İslâm ile yol alan. İslâm ile terbiye edilen. Dini eğip bükmeden tevil etmeden iman eden toplum.

"Ey Mü’minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, ALLAH’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber’in sünnetidir" (Veda Hutbesi/İmam Malik-Muvatta:1395 nolu hadis, Hakim-Müstedraki sahiheyn Cilt1-sayfa 93 )

|Zehra Celalî Ararat
Devamını oku...

3 Eylül 2017 Pazar

21 Yüzyılın Kaybı; İffet!

 Rahman ve rahim olan Allah'in adıyla.

Salat ve selam üzerine olsun  Muhammed Resullulah.

Islam dinini Allah ( c.c)'en geldiği şekli ile katıksız, tahrif olmadan kabul etmek için, Allah'ın Resulunun önderliğini, farz olduğu şekli ile kabul etmek şarttır. Zira din bir bütündür taki insan oğlunun yaratılış amacına uygun şekilde yaşayabilsin.
Zariat süresi 56 Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.

Dönem dönem dinimizi yaşarken bir tarafın eksik kaldığını üzüntü ile fark ediyoruz. Ki farketmek ancak büyük bir imtihan ile baş gösteriyor. Fakat Allah nasıl ki ömrü bir fırsat olarak bize bahsetmiş ise aynı zamanda biz kullarına sonsuz merhametini gerek Resuller göndererek gerekte çeşitli imtihanlar geçirerek gösteriyor.Ki her imtihan bir ikazdir.

Son zamanlarda esefle fark ettiğimiz maalesef ki tedavisinin de zor olduğu ahlaki çürümüşlük her yerden zuhur ediyor.

Belki zamanın şirk ve müşrik toplumu ile yapılan mücadele ahlak ile ilgili kısmın ihmal edilmesi ile tekrar gerek dini gerekte ahlaki -ki birbiri ile çok bağlantılı - kaybinida beraberinde getirdi.

Hatta durum öyle bir raddeye geldiki günaha belkide islam tarihinde görülmeyen oranda cesaretle yaklaşılır oldu. Yapılan nasiatlerin ciddiye alınmaması gunahta israrcilik günahı müşrik toplumundan görüldüğü şekilde sıradanmış gibi sohbetinin yapılması örnek gösterilebilir.

Müslümanın En başında Rabbine karşı sorumlulukları vardır. Sorumluluğa riayet edildiği oranda mümin , günahkâr müslüman, veyahut müşrik ve kafir sıfatları alınır ki bu iman ve küfür arasında bir yol ayırımıdır. Dolayısı ile ya cennet yada cehennem kazanılır.
Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.
Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.(İsra Süresi13,14,15)

Bu yazıda üzerinde duracağimiz konu ahlâkın bir şubesi olan iffet ve hayadan bahsedeceğiz. Konu derinliği sebebi ile çok büyük bir alanı kapsıyor. Çünkü hertürlü şirk ve günahtan uzak durmanın da yolu nefsin iffetli davranması ile mümkün.

Haya Allah'in kullarına bir lütfudur. Dünya hayatının nizami yürümesi için azami önem taşır.
Kullarin Rabbine karşı hayali davranması günaha yaklaşmasına engel olur.
Kullarin kullardan utanmasi günaha yaklaşmasına engel olur.
Kulun nefsinden utanmasi kimsenin şahit olmadığı alanlarda günahtan uzak durmasını sağlar. Çok yönlü bir kazançtır.

Allahü teâlâdan haya edin! Allah’tan haya eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar. [Tirmizi]
Haya, baştan başa hayırdır. [Müslim]
Her dinin bir ahlakı vardır. İslamiyet’in ahlakı da hayadır. [İbni Mace]

Bugün toplum ahlaki yozlaşmanın belkide son sınırlarına yaklaşmış durumda. Islam gerek toplum kültürünün aşınması, aşındırılması görsel teknolojinin gelişmesi ile hız kazandı.
Bu durum radyo ,televizyon ,tiyatro ,gazete ,dergi en son olarakta sosyal medya aracılığı ile dünyanın en ücra köşelerine kadar ilerleyip sirayet etti.
O kadar vahim bir duruma geldiki hayasızlık gelişmek ile aynı manaya geliyormuş gibi algılanıp algı olusturuludu
Görsel teknoloji avrupa ve laik dolayısı ile dinsiz toplumlarda geliştiği için teknolojiyi ithal ederken,' ahlaki yozlasmisliklarinida ithal etti diğer toplumlar.

Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç biri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. (Nur; 21)

Sözde islam toplumları  tevhidi ,kuran anayasasını terk ettikleri gibi ahlaki kültürünü de kaybetmiş durumda. Kültürsüz toplumlar yıkılmaya mahkumdur. Akıl ve nefsin şeytani dürtülere terk edilmesi, gelişimi durdurur dolayısı ile kendi kaderini tayin etmeyen, toplumlar ve devletler bunun en belirgin göstergesi.
Sözde islam devletlerinin vahim durumu ortada.
Bugün kaç tanesinin tam bağımsız olarak yönetildiğini saymaya kalkarsak sıfır olduğunu görmüş oluruz.nasilki yönetim şekli tağuti oluşumlar olan devletlerden alındı aynı şekilde bağımsızlıkta keyfi arzulara satılmış pasif toplumlara dönüşmüş durumda.

Tevhidi diriliş ancak ve ancak kuranin bir bütün olarak ele alınıp aksak kalmaması için Islam gerek itikadi, fikhi ve ahlaki olarak uygulanması ile mümkündür. Çünkü toplum ancak aklettiği düşündüğü zaman cahili sistem ve kuramlarindan azade olabilir.

Tevhid meselesi gerektiği şekli ile ele alınıp ciddiyetle üzerinde duruluyor elhamdülillah. Elbette bu yeterli değil taki müslüman toplumlar hukmedinceye kadar ciddiyetle üzerinde durulmalıdır.

Fakat ahlaki değerlerden haya ve iffet meselesi gerektiği gibi ciddiyetle ele alınmıyor. Ciddi boşluklar mevcut.
Esefle belirteyim ki dini tevhidi olarak hayatına uygulamaya çalışan, ıslamın şiarlarinda tesettürü ve sakal alemetini üzerinde taşıyan maalesef ki iffetten yoksun bir güruh ortaya çıkmış durumda.
Ki bu meseleyi bu şekilde ele almak dahi insanı çok kötü yaralar.Çünkü cahiliye bu kadar yozlaşmasına rağmen hala bu iffetsizlik fikrini hazmede bilmiş değil. Çünkü fıtrata aykırı bir durum.
Durum böyle iken tevhidi toplum nadide iken ,
Bu nebiçim bir kayıptır ki müslüman bir insan gayri meşru ilişkilere iltifat edebilir !
Bu bizim için büyük bir ayıptır.
Avrupa kanunları ile mücadele ederken yozlaşmış kültürünü yaşamak yenilmişliğin en bariz örneğidir.
Durum öyle vahim bir hale gelmişki şeytani kültürün tarzında folortunu müslümanlarla tanistirma reddesine  gelinmiş durumda.
Allâh Rasulü ( s.a.s) dedi ki ;

Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa,
yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın;
çünkü bu takdirde üçüncüleri şeytandır.

Hadisi şerif Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/222; 3/339)
Zinaya yaklaşmayın. Zira o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.
isra 32.ayet

Ahlaki çürümüşlüğün çirkefinin kokuşmuşluğunun  Son reddesi bu olsa gerek.
Ki kurulacak toplum bu çirkin yuvalarla mümkünmüdür?!
Hiç ihtimal vermiyorum. Çünkü bilinç ne ise çocuklara aktarılan da ancak budur. Taki iffetsiz bir anne babanın oluşturacağı toplumdan çok büyük bir devrim beklememek gerekir.
Insan cürmü kadar yer yakar. Hani neysen birakacağın mirasta odur.

Durumun daha vahim olan tarafı günahını hafife almaktır. Zinanin hertürlü kati surette yasaklanmış ken amali bir şekilde günahına mazaret üretmek şeytanın oyuncağı olduğunun belirtisidir.
Şeytan insanı günaha ikna etmek için bahaneler fısıldar  kulaklarına.

Mü'minlere söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdârdır. (Nur /30)


Bunun bir yenilgi olduğunu, hastalığın tedavisinin de ancak asrı saadeti örnek edinerek haramlardan uzak durmak ile mümkün.
Asri saadet cahiliye toplumundan ortaya çıkmıştı.  Mekke musrikleri zinakar bir toplumdular. Hertürlü isteniyordu. Şimdiki cahil müşrik toplumunda olduğu gibi.

İslam Tarihinde kaç tane gahri meşru ilişki yaşayan örnek sayabiliriz?! Mekkede hiç yoktu dikkat etmek lazım! Nasıl şirk işlemeği terk ettiler ise aynı şekilde 13 senelik zaman zarfında zina ile ilgili kayda giren bir konu bilmiyorum.
Medinede 10 yıllık islam devleti gibi büyük bir toplumda birkaç vakıa biliyoruz.
 Durum böyle olunca islâm ahlâki ashab arasında doğru anlaşıldığı ortaya çıkmış durumda.


"O alemler için ve sizden doğru davranmayı arzu edenler için katıksız bir öğüttür" (Tekvir 27,28)

{Zehra Celalî Ararat }
Devamını oku...

28 Mayıs 2017 Pazar

Ramazanı Doğru Anlamak

Bir insanın Rabbin huzurunda temiz bir kalp(tam teslim), temiz bir niyet, temiz bir hayat ile durması gerekir. Ramazan bereketli bir aydır. Ruhun arınması, nefsin terbiye edilmesi, imanın yenilenmesi, yanlışların duzeltilmesi, Hakkın öğrenilmesi, bedenin sıhhati, aklın ve ruhun tezkiyesi gibi uzatılabilecek bir çok faydayı bu ayda bulmak mümkün.

Mübarek Ramazan ayı sebebi ile dinin nasihat olduğunu hatırlayarak, Hakka ulaşmanın yolunu tekrar hatırlamak için Allah Resul'ünün rehberliği ile Kur'an'ı anlamamız farzdır.

En doğru şekli ile Muhammed(s.a.s)'in rehberliği ile Kur'an'ı anlayarak mütevatir hadislerin, ayetleri tefsir etmesi ile hayata uygulanabilir.

Her zaman yapılması gereken Kur'an'ı Kerimi bir bütün olarak ele alıp, temelden hayatımızı inşa etmek gerekir. Taki Rabbinin huzurunda temiz bir niyet ve doğru bir yol haritası ile durabilmek için.

Şüphesiz samimiyet her zaman bizim için vazgeçilmez ruhi ihtiyaçtır. Samimiyet olmadıkça doğruyu bulmak da mümkün değildir hiç şüphesiz. Fakat samimiyet, teslimiyet ile birleşmediği; Rab için herşeyi feda etmek ile güçlendirilmediği müddetçe çimentosuz duvar örmeye benzer.

Şüphesiz yoluna çıkıp da hakkı olduğu gibi, Allah'ın emrettiği şekli ile yaşamayı engelleyen engelleri aşmak için Kur'an'a tam bir kanaat ve  bu yola her şeyin feda olması gerekir ki, burda da tek belirleyici olan düstur Allah(c.c)'ın buyruklarıdır.

Bizim üzerimizde tek hakim olan Allah'tır. Allah'ın bizim için seçtiği din olan islam tek gayemiz olmalıdır.

"İbrahim de oğullarına şunu vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçmiştir. O halde ancak müslümanlar olarak can verin." -Bakara : 132

Temelin sağlamlığı harcın kusursuz olarak tedarik edilip, doğru şekilde kullanılması ile mümkündür. Malzemeden çalınan bina er yada geç yıkılır. Enkazdan yaralı va sağ çıkmak da mümkün ölü çıkmak da mümkün. Durum böyle olunca Allah'ın bir deneme olarak bize verdiği bu hayatı yaşarken, Kur'an'ın öğretilerine göre hareket etmek durumundayız. Allah, dini bir bütün olarak yaşamayı farz kılmıştır.

Onlar ki; dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olmuşlardır. Her zümre kendi yanında olanla sevinir durur. - Rum : 32

Rum süresindeki zumrelerin kınanmış halinden korunmak için, dini bir bütün olarak yaşamaya niyet etmek şartıyla İhsan ve ihlasla amel etmek gerekir. Ramazan ayından verimli  yararlanmak için, Ramazanda indirilen Kur'an'ın bize neyi öğütlediğini bilmemiz gerekir.
Allah'ın ilk indirdiği süre Alak süresi "oku" emri ile başlıyor.

Düşünmek gerekir neden ilkin okumak emredilmiş?
Neden ilkin başka bir şey değilde "oku" emri verildi?

"Oku" emri amelde hak ile batılın ayrılması için tek yoldur. Okumak, öğrenmek ve amel etmek birbirini devamıdır. Bilmeden öğrenmeden körü körüne taklit etmek emredilmedi. Okumak, sorgulamayı; doğru ile yanlışı ayırmayı; İddiaları araştırarak kıyas etmeyi de beraberinde getirir.
Rabbin emir buyurduğu gibi dini delilleri ile kabul etmenin de tek yolu okumaktır.

Yoksa, önce yaratan, sonra da onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah'ın yanında başka bir ilah mı? De ki: Şayet doğru sözlü iseniz, delilinizi getirin.  - Neml : 64

Dikkat etmek gerekir ki, oku emri "yaratan Rabbin adıyla oku" diye devam eder.
Yaratan Rab? Burada 'Rab' kelimesinin ne manaya geldiğini bilmek gerekir.
“Rab” kelimesi Mâlik, yaratıcı, sahip, bir şeyi ıslah eden, terbiye eden, efendi anlamlarını ifade etmektedir.
Kelime anlamından da  anlaşıldığı şekli ile Allah'ın isimlerinden Rab çok geniş  manalar içeriyor. Özellikle ıslah eden ve terbiye eden manaları ilk indirilen sürede geçmesi hesabı ile çok daha ibret alınması; düşünülüp kafa yorulması gereken bir konudur.

Çünkü bizi yaratan Rabbimiz aynı zamanda Kur'an'ı Kerimi, Muhammed(s.a.s) Resulü vasıtası ile indirerek bizi ıslah ve terbiye ediyor. İşte bunun yolu da ilkin oku emri ile başlanmış! Okumak tefekkürü de beraberinde getirir. Yoksa salt okumak yeterli olsa idi tek başına oku emri gelirdi. Yaratan Rabbin adıyla oku denmezdi!

Terbiye olmak içinde yol gösterici olan Muhammed(s.a.s)'in rehberliği ile gerçekleşir. Mütevatir hadisler bizim ikinci kaynağımızdır. Çünkü biz insanları yaratan Allah, fıtratımızın da hâlikidir. O yüzden bize bir yol gösterici göndererek terbiye etmiştir.

 "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok affedici, çok merhametlidir."  - Âl-i İmran : 31

Rab kelimesinin bir diğer anlamıda Efendidir. Efendi, yöneten ve hükmeden manasına gelir. Terbiye ve ıslah eden Allah aynı zamanda bizim efendimiz ve hakimimizdir de.

İlk inen sürede(Âlak suresi) yol haritası bize gösterilmiştir. Hakkı, Rabbin adıyla oku, tahlil et, düşün sonra da terbiye ve ıslah ol. Senin tek malikin ve efendin Allah'tır. Temel itikadi konular tek cümlede özetlenmiş. Hayatın bir bütün olarak Allah'ın emrine ve indirdiği delillere göre dizayn edilmesi gerektiğini anlıyoruz. Allah öğretisi dengeyi de içinde barındırır. Nasılki Allah yeryüzünü tek ve ortaksız halk etmiş, her yarattığı varlığa bir yörünge tayin ederek yönetmiş ise biz insanları yaratan Allah, aynı zamanda tek efendimizdir. Tek hakim ve hükmeden Allah. Burada bir denge ve uyum mevcut. Yer ve gök tek yaratan ve yöneten olan Allah'ındır. Ve bu dünya bir sınav bir deneme yeridir. Bunu bilerek hakkı bu şekilde aramak, okumak, temiz bir niyet, sağlam kanaat, istisnasız teslimiyet ile gerçekleşir.

Ramazan ayı da Allah'ın alemetlerinden biridir. Ramazan ayının diğer aylardan ayıran ve mübarek kılan nedir? Ki bu ayda bin yılın sevabı var. Bu ayı bu kadar özel kılan ne?

"Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur´an, onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır."  - Bakara : 185

İşte Ramazan ayının özel kılan bu ayda Kur'an'ın indirilmiş olmasıdır. Ve ayet o kadar açıktır ki, bizi Hakka yormadan götürüyor.

Burada Ramazanın bereketinden yararlanmak için peygamberimizin bize gösterdiği şekli ile amel etmek gerekir ki, bid'atlerden sakınabilelim. Çünkü her bid'at dalalettir. Dalalet de ateştedir.


İlkin günümüzün hilal gözetlemeyi terk etmesi bid'attir. Sahih sünnete göre hilal gözetlenerek oruca başlanır aynı şekilde hilal gözetlenerek bayram edilir.

İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu : “ Hilali görmedikçe (ramazan orucuna başlamak için) oruç tutmayın, hilali görmedikçe (bayrama girdik sanarak orucu terk ederek) iftar etmeyin. Eğer hilal üzerinize bulutlanırsa miktarını (Şaban’ı 30’a tamamlayarak) hesap edin.” ( İmam Müslim )

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle dedi, Rasulullah (s.a.v.) 1 gün ve 2 gün evvelden oruç tutmak suretiyle sakın ramazanın önüne geçmeyiniz. Bir kimsenin adet edindiği bir orucu tutar olması müstesnadır. Böyle kişi adet edindiği o orucu varsın tutsun.” (Müslim )

Kim şüpheli günde oruç tutarsa oruç tutan Ebu’l Kasım’a (Muhammed’e) isyan etmiştir.” (Buhari-Ahmed bin Hanbel-İbn Hibban-İbn Huzeyme)

Sahurun erken bitirilip iftarın geçiktirilmeside günümüzde yaygın bid'atlerdendir.

Adiyy İbn Hatim şöyle dedi. “ sizin için fecrin beyaz ipliği siyah iplikten seçilinceye kadar ” ayeti nazil olduğu zaman Adiy, peygambere hitaben : “ Ya Rasulullah Ben yastığımın altına bir beyaz birde siyah iplik olmak üzere iki ip koyuyorum da geceyi gündüzden fark edemiyorum ” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) muhakkak ki senin yastığın çok enlidir. Bu beyaz iplik ile siyah iplik gecenin karanlığı ile gündüzün beyazlığından ibarettir.” ( Müslim )

Yatsı namazı kıldıktan  sonra;  sahih hadislere göre terevih namazı 8/12/20 rekat kılınır. Ikişer ikişer rekat olarak kılınır.

Kadınların hayızlı iken oruç tutması haram kılınmıştır. Adet olan kadın orucu bırakır temizlenince gusledip ramazan orucuna devam eder. Tutmadığı günler kadar ramazan bayramından sonraki  günlerde kaza eder.

Kadir gecesinde ibadet etmek Kur'an ve sahih sünnette delili olan tek gecedir.
“Kadir gecesini, fazilet ve kudsiyetine inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günâhları bağışlanır.” (Müslim, Müsâfirîn, 175)

Âişe -radıyallâhu anhâ-, Peygamber Efendimiz’e: “–Ey Allah’ın Rasûlü! Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim?” diye sormuş,

“«Allah’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!» diye dua et!” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 84)

“Kadir gecesi ile ilgili rüyalarınızın, Ramazan’ın son yedi gecesi üzerinde toplandığını görüyorum. O halde Kadir gecesini arayan onu Ramazan’ın son yedi gecesinde arasın!”

 (Buhârî, Leyletü’l-kadr 2,)
“Kadir gecesini ramazanın son on günü içinde arayınız!”(Buhârî, Leyletü’l-kadr 3)

"Seninle kanıt yarıştırmaya girerlerse şöyle söyle: Ben yüzümü Allah'a teslim ettim. Bana uyanlar da. Kitap verilenlerle ümmîlere de sor: Siz de teslim oldunuz mu? Eğer teslim olurlarsa doğruya ve güzele kılavuzlanmışlardır. Yüz çeviririlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir. Allah, kullarını görmektedir."  - Âl-i İmran : 20

"Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, herşeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik."  - Nisa: 174

Zehra Celalî Ararat
Devamını oku...